18 Aralık 2019 Çarşamba

BURSA’LI OLMAK


BURSA’LI OLMAK

Geçtiğimiz Pazartesi gecesi Uğur Mumcu salonlarında bir etkinlikte bulundum. Sivil Gündem Platformu- Fark yaratanlar 2019 yılı ödül törenini izledik.
Gecenin tertibine, evvelindeki çalışmalarına ilgi duyanlar detaylarını Sivil Gündem Platform ve sevgili Canan Ekinci Yılmaz’ın bol resimli internet sayfasından izleyebilirler. 
Ben bu muhteşem organizasyondan bahis etmeyeceğim. Salon nerede ise tamimiyle Bursalılarla doluydu.    Bursalı olmak Bursa’da doğmakla mümkün değildir. Bursalı olmak;  Bursalı olmayı benimsemek ve kenti sevmekle olur.
 Günümüzde nüfusu üç milyonu aşan Bursa, daha Osmanlılar döneminde göç alan ketlerden bir tanesidir. 1877-1878 Osmanlı-Rus harbi ardından Balkanlar ve Kafkasya’dan toplu göçmenlerin Bursa’ya iskânı ve takip eden yıllarda ayni yörelerden parçalanmış aile guruplarının Bursa’yı tercihleriyle başlayan süreç o günden bu yana periyotlarla süregelmiştir. 1950 ve 1980’li yıllardaki toplu Bulgaristan göçmenleri 1960’lı yıllardaki sanayi atılımları sonucu Anadolu illerinden gelen yeni yerleşikler, Bursa’nın kasaba ve köylerinden büyük şehre olan yönlenme ile kent nüfusu çok hızlı arttı. Artık eski cazibesini yitirmiş olsa da Cumhuriyetin ilk yıllarından yakın zamana kadar, havası, suyu, tabiat güzelliği ve huzur ortamı ile Bursa bir emekliler cennetiydi. Onları da ekleyiniz bu rakama ve son yıllarda güney ve güney-doğudan göçenleri...
Eskiden babalar kızını gelin ederken nasihat da bulunur; Gittiğin evin bir gözü     körse, sen de bir gözünü yum” derlerdi.  Eski göçmenler de geldikleri yeni şehrin kültürüne ve yaşam tarzına uyum gösterme gayretinde bulunurdu. Umursamaz davranışlardan, kıyafeti, hareketleri, tavırları ile sırıtmaktan kaçınırdı.   Kendi yöresinin kültür ve alışkanlıklarını empoze etme ısrarları olmazdı. Hemşerilik duygularını ve ilişkilerini korumakla birlikte “Doğduğu değil, doyduğu şehirli” olma önceliğine önem verilirdi.
Bu gün üzülerek görüyoruz ki üç milyonluk kitlede  “Bursalı olma” nosyonu yok denecek kadar az. Bursa’yı sevmek, Bursa’ya sahip çıkmak, bu kentte yaşamakla övünmek, gurur duymak o kadar unutulmuş ki... Bursa için bir şeyler yapmak şuurunu yeniden uyandırma projesini alkışlamak ve katkıda bulunmak,  kentin nimetlerini kullanan herkesin görevi olmalı.
Kente sahip olma, yerel yönetimlerin öncülüğünde başlar ve gelişir. Günümüzde şehir sınırların çok genişlemiş olması, yerel yönetimler ve devletten daha fazla hizmet bekleme doymazlığı büyük zorluk. Şehriler küçükken bazı şeyler daha basit ve kolaydı. Çocukluğumdan hatırlıyorum;  Belediye Başkanları ve üst düzey yardımcıları kenti adım adım dolaşır, küçük sorunlarla bile ilgilenmek şansına sahip olurlardı.  Zabıta memurları (o zamanlar adı Belediye Çavuşuydu) bakım, tamir isteyen sokak ve kaldırımları, temizliği ihmale uğramış yerleri her gün tespit edip ilgili birime ulaştırırdı. Bir görevli gece bütün sokakları dolaşır, yanmayan sokak lambalarını belirlerdi. Bu görevle mahalle ve çarşı bekçileri de yükümlüydü.
 Bugün kaldırımlarda, yollarda bozulmuş veya başka hizmet birimleri tarafından kazılıp öylece kaderine terk edilmiş o kadar çok yer var ki... Pahalı araçlar ve şoför marifetiyle dolaşan müdürlerin, şeflerin bunları görme şansı yok.  Hepsi telsizli kalabalık ekiplerde ise iş emri almadığı noktalara müdahale inisiyatifi… Asfalt tamir aracının park ettiği noktadan bir metre ilerisindeki çukura -içindeki görevliden ricama rağmen-  bir kürek asfalt atıvermek zahmetinde bulunmaması da bir başka gerçek. Yerel yönetimlerin hizmet birimlerine telefon veya e-posta ile yapılan başvurulara ne derece cevap alınabildiği tartışılır. Hizmetin yoğunluğu buna bahane olamaz. Tüm kademelerde çalışanlarda “KENTE SAHİP OLMA” düsturunun yerleştirilmesi çok önemli. Eskiden, o yılların anlayışıyla, ruhsatsız yapılaşmalar ve proje ihlâlleri ciddi takibe uğrardı. Prost’un şehir planına göre; Çekirge asfaltının kuzeyinde yapılacak binaların çatı yüksekliği asfalt kotunu geçemez kuralı vardı.  Mimar mühendis olan rahmetli dayım 1953 yılında, İntamlar’ın tam karşısında, Kükürtlü bahçesinin bitişiğinde -yakın zamanda yıkıldı.-  bir bina yapmıştı. Bina yüksekliği ön görülen kotu bir metre geçtiği için iki yıl meslekten men cezası almıştı ve bu süreyi askerlik görevini yaparak değerlendirmişti.
Şehirler küçükken yerel basın kentin küçük sorunları ve kentlilikle daha çok ilgilenirdi. Bu gün bir iki gazetemizdeki  “Dert Babası” esprili köşelerle yetiniyor olmak dışında yazılı ve görsel medyaya bu yeni projede çok görev düşüyor.
“BURSA’LI OLMAK”  bir imtiyaz. 
Bu eksikliğin en büyük nedeni ilin hızlı ve sürekli göç alması, yeni yerleşiklerin kendi kültürleri ve çevreleri kapsamında, hemşerilik bağlarını daha ön planda tutarak bir birleri ile kaynaşma arzuları ve alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır.
Kişilerin doğdukları, büyüdükleri, ata mezarlarının, aile toprakları ve mülklerinin bulunduğu yöreleri unutmaması tabii ki çok önemli ve doğal haklarıdır. Oraların kültürünü, folklorunu, örflerini ve bağlılıklarını koruması da. Ama “doğduğu yer değil, doyduğu yer” inde üzerinde hakkı vardır. Bunu sahiplenmek “Bursalı” olmaktır. Allah’ın her türlü doğal ve fiziki imkânı cömertçe sunduğu bu il benimsenmek ve savunulmağa fazlasıyla lâyıktır.
Bugün nüfusu üç milyona yaklaşan kentimizde kendisini bırakınız ana-babasının, nine- dedesinin Bursa doğumlu olduğu kişi sayısı her halde çok azdır. Ben bu kente 1956’da yerleştim. O zamanlar şehrin nüfus ancak yüz bin civarındaydı. Ve yerleşiklerin neredeyse tamamı bir birini tanırdı, aşinaydı. Atatürk Caddesinde gezerken o günün modası olan fötr şapkamızı başımızda tutmak olanaksızdı. Şapka çıkartarak selâmlaşma gereği yüzünden her adım başında iner kalkardı kolumuz. Şimdi aynı caddeyi bir baştan öbürüne kat ettiğimde bir tek kişi ile selâmlaşmıyorum. Cadde üzerindeki işyeri sahip veya çalışanlarından hiç birini tanımıyorum. Bu ilde neşredilen magazin içerikli dergiler veya günlük yerel gazetelerin magazin eklerinde yüzlerce fotoğrafın altındaki isimlere bakıyorum; tanıdığım birkaç soyadı var ama ismiyle tanıdığım hemen hiç kimse yok.
Benim tanıdıklarım ile karşılaşmak bir eski Bursalının cenaze töreniyle sınırlanmış. Tabii ki bunda benim konservatif, sosyal etkinliklerden uzak bir yaşam sürme tercihim var. Ama karşılaştığım eski dostların birçoğundan benzer tespitleri dinliyorum.
Kabul etmek gerekir ki; bu biraz da yaşlılığın gereğidir ve yaşlılıkta en zor şey akransız kalmaktır. Önce büyükler, bazen sırasız olarak küçükler, ardından yaşıtlar birer birer eksilirler. Yaşayanlar ya sağlık sorunları ile uğraşmaktadır ya da iletişim fonksiyonları günden güne zayıflar. Karşılaşmalarda müşterek mevzularınızın artık tükenmiş olduğunu üzülerek görürsünüz. Sokaklarda selâm verecek kimseler hızla azalır.  Sizi tanıyıp selâmlayan gençler olsa da siz onları bilemezsiniz. Caddeler, binalar, insanlar değişir, anıları aplike edeceğiniz mekânlar yok olurlar.
Eski kentlerde değişimin en az olduğu yerler mezarlıklardır. Yaşlı ağaçlar ve yaşlı mezar taşları kendilerini inanılmaz bir direnişle korurlar. Aralara eklenen yeni hece taşları hep bildiğiniz, tanıdığınız isimlerdir. Yaşamdaki aşinalar hızla azalırken buradaki aşinalar aynı hızda artarlar.  Ataların, babaların yanlarına eklenen çocukların, torunların isimleri ile aile hatta mahalle kolonileri oluşur. Oralarda bildiklerinin nüfus hareketlerini bile takip etme olanağı vardır.
Gönül Bursa’yı ve Bursalılığı mezarlarda değil yaşamda bulmak ve görmek istiyor. Bunu başaracak birileri olmalı bu koca kentte.
Birçok Osmanlı ilinde kadılık görevinde bulunmuş olan Nazik Abdullah Efendi, henüz on iki yaşındayken babasıyla İstanbul’a giderler. Rumeli kazaskeri, Bursalı Kara Çelebizâde Mahmud Efendi ile görüşürken Mahmud Efendi çocuğa lâtife ederek İstanbul’u fazla metih edince, Abdullah eline kalemi alarak: “Gerçi dersiz dehr (dünya- cihan)   içinde yoktur İstanbul’umuz  Dursun İstanbul’unuz, Bursa bizim makbulumuz “beytini irticalen yazmıştır.
İşte “Bursalı olmak dediğim budur.” Geçen akşamki etkinlik ve buradaki bağlılık, zaafa uğrayan umutlarımı tazeledi. Sırf bunun için teşekkürler Sayın Sivil Gündem Platformu mensupları.  


1 yorum:

  1. Ankaray'da( bilmeyenler icin Ankara'daki rayli sistem) benden cok genc kuzenimle gidiyoruz. Yaslandigimiz vagon kapisinin kucuk vidalarindan birinin dusmek uzere oldugunu fark ettim.Varis istasyonunda inince hemen gorevlilerden birine anlattim sorunu.
    Kuzenim "cok komiksin "dedi bana.
    Iste zaman icinde oradan bir vida buradan bir civi bu hale geldik.
    Ipekciligin sembol sehrinde ipek uretiminin bitmesinden rahatsizlik duymadigimiz gibi bir de bunu Koza Han in girisine kocaman harflerle HINT IPEGI yazarak ilan etmekte beis gormuyoruz. Bu tur konularda da bir ilke olmasi gerekmez mi? Puntolarin boyu, icerigin dukkanin bulundugu tarihi mekanla uyumu vb gibi kent kimligini yasatacak kriterler yok mu? Bursa bildigim kadari ile Tarihi Kentler Birligi uyesi bir sehir.Eski bir baskent.Bunlarin gerektirdigi bazi ilkeler yok mu?

    YanıtlaSil

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...