18 Kasım 2019 Pazartesi

GEZİ NOTLARI –III-



7 Ekim Perşembe;
Sabahları çok erken uyanıyoruz. 06 gibi güneş doğuyor, 07’de limanlara giriş yapılıyor. Bu sabah da öyle oldu. Limanda tur otobüsleri hazır. Çıkışı bekliyoruz. İsrail'e hiçbir şekilde yiyecek içecek sokmamız gereği için uyarıldık. Tabii en çok Vildan Hanım üzüldü. Dışarılarda sadece yanında taşıdığı zeytin ve ekmeği yiyor.
Gemi çıkışında İsrail görevlileri pasaport ve bazılarının el çantalarında arama yaptılar. Pullmantur’la mahalli tura çıkanların otobüsleri art arda hareket etti. Biz 14 Türkü alması gereken minibüs ortalarda yok. Semih bey elde telefon oradan oraya koşturuyor. Müslüman olmayanlar Mescidi aksa alanına giremiyor. Bu yüzden bizler için yerel bir şirketten özel tur ayarlanmış ama bu şirketin araçları deklare olamadığından limana giremiyor, bizlerin de yaya olarak liman sahası dışına çıkmamıza izin verilmiyor. Sonunda çözüm limana giriş serbestîsi olan taksilerle bir hayli de uzak olan liman dışına çıktık. Bu sefer minibüsü bir süre beklemek zorunda kaldık. Çok sıcak bir gün.
Nihayet hareket edebildik.  Yollar güzel, etraf yeşil ve bakımlı. Ekili tarlalarda sulama sistemleri göze çarpıyor.  Yerel rehber bir Arap, uzun uzun Filistin İsrail ve tarihini anlatıyor, Semih Bey tercüme ediyor. Turun adı “Kutsal Topraklar” Konu İsrail ve hedef üç dinîn koordinatlarının kesiştiği Kudüs olunca bu bölgenin geçmişini ve semavi dinler tarihi hakkındaki bilgilerimizi tazelemek gerekli zaten.
Eski Musevi yazımları ve Ahdi Atik’deki (Tevrat) bilgilerin değişime uğramış ve esatirlerden etkilenmiş olduğu dikkate alınarak ve Kuran’a göre özetle şöyle ki:
Babil’de doğan ve yaşayan Hz. İbrahim Nuh’un oğlu Sam neslinden gelir. Babası Azer veya Taruh’dur. Peygamberlikle şereflendirildikten sonra halkı tek Allah’a secdeye davet etmesi ile devrin kralı Nemrut’la ters düşer. Nemrut tarafından ateşe atılarak cezalandırılmak istendi ise de Allah’ın takdiriyle ateş İbrahim’i yakmaz. Yoğun ateş gül bahçesine döner. Günümüzde Urfa’da Halil-ül Rahman gölü ve içindeki balık şekline dönüşmüş odunların bu ateşin olduğu yer olduğuna inanılır. 38 yaşındaki İbrahim Babil’i terk ederek eşi Sara ile birlikte önce Şam veya Filistin’e sonra Mısır’a hicret eder. Çocukları olmamaktadır. Bu yüzden Fravun’un azatlı kölesi Hacer ile evlenir. Hacer’den oğlu İsmail doğar. Allah Hacer ve küçül İsmail’i uzak bir yere bırakmasını emreder. İbrahim onları Mekke’ye getirerek terk eder. Burada Zemzem kuyusunun bulunuş ve ardından 12 yaşındaki İsmail’in Allah’a kurban edilmesi hikâyeleri girer semavi kitaplara. Mısır’a geri dönen İbrahim 120 Sara 99 yaşlarında iken Allah’ın takdiri ile ikinci oğulları İshak doğar. Bu yıllarda İbrahim’in tekrar Mekke’ye gelerek İsmail ile birlikte Kâbe’yi inşa etmeleri olayı anlatılır semavi kitaplarda.
    Arap kavimleri İsmail’den, Yahudi nesli İshak’tan gelir. İshak’ın oğlu Yâkûb’a yaşadığı Kenan diyarında (Finike, Sayda, Sur şehirleri) Allah tarafından peygamberlik tevcih edilir. Yâkûb babasının ölümü üzerine Harran’da bulunan dayısının yanına gider ve onun kızı Leyâ ile sonra da onun küçük kardeşi ile evlenir. Yeniden Kenan diyarına yerleşir. Çeşitli evliliklerden 12 çocuk sahibi olur.  Bu on iki çocuklardan en küçükleri, anneleri ölmüş Bünyemin ve Yusuf, babaları tarafından en çok sevilmekte ve durum diğer kardeşler tarafından kıskanılmaktadır.  Özellikle Yusuf’tan kurtulmak isteyen ağabeyleri onu çölde bir kuyuya atarlar. Fakat kervancılar tarafından kurtarılıp Mısır’a getirilir. Burada devrin maliye nazırına köle olarak satılır. Sarayda özenle büyütülen Yusuf, babalığının ölümünden sonra Mısır’a maliye nazırı olur. Ağabeylerini af ederek onları ve Yusuf acısı yüzünden gözlerini kayıp etmiş olan babasını Mısır’a getirtir.
Tevrat’a göre göç esnasında Tanrı Yâkûb’a görünerek adını İsrail olarak değiştirir. Ardından Mısır’a göç eden halkına ve Yâkûb’un soyuna İsrail Oğulları denilir.  Bu on iki oğuldan bir olan Yehuda kabilesinin adı sonraları tüm İsrail Oğulları için kullanılır olmuştur. Batı dillerinde Jue, juie, jude gibi yaklaşık söylemlerde kullanılır
MÖ. Bininci yıllarda Mısır ve civarında hâkimiyet kuran bu kavimleri Davut bir araya toplayarak Kudüs merkezli, bağımsız Yahudi krallığını kurar. Ölümünden sonra oğlu Süleyman başa geçer MÖ 931’de Süleyman’ın ölümü üzerine Yahudi krallığı ikiye ayrılır. Kudüs Yehuda krallığı tarafında kalır. MÖ 588’de Babilli’ler Yahudi krallığını işgal ve Yahudileri sürgün ederler. MÖ 537’de Babili yenen Pers kralı Yahudilere özerklik verir. Çeşitli devletlerin işgalleri ardından nihayet MS 135’de Roma imparatorluğu Mısır ve bu arada Kudüs’ü de işgal eder, Yahudileri esir ve köle olarak dünyanın çeşitli yerlerine ve özellikle Avrupa ülkelerine dağıtır.
 Bu arada Mısır’da kalan İsrail Oğulları köle olarak Firavunların zulmü altında yaşamaktadır. Gittikçe artan nüfusları yerli halk Kıptiler tarafından hoş karşılanmamaktadır. Bir gün bir kâhin Firavun Kabus’a İsrail Oğullarından gelecek bir çocuğun Mısır devletinin batmasına sebep olacağını bildirir. Paniğe kapılan Kâbus doğan bütün İsrail Oğullarının öldürülmesini buyurur. Bu sırada doğan İmran oğlu Musa annesi tarafından bir sepete konularak Nil nehrine bırakılır. Sepet Firavunun eşi Asiye tarafından bulunarak çocuk evlat edinilir. Sarayda büyüyen Musa Meyden şehrinde Şuayip peygamberin kızı Safura ile evlenir. Eşi ile birlikte Mısır’a dönerken Tur Dağında Allah ona görünür ve kendisine Peygamberlik tevcih edilir. Firavun’u ve Kıptileri Hak dinine davet eder, bu meyanda bir takım mucizeler gösterir ki en önemlisi Firavunun büyücülerine karşı gösterdiği “asa mucizesi”dir.
Musa, İsrail Oğullarını alarak Mısır’dan çıkma teşebbüsünde bulunur. Onları takip eden Firavun ve ordusu yarılan “Kızıl Deniz mucizesi” ile yok olurlar. Musa, İsrail Oğullarını tekrar özgürlüğüne kavuşturur ve Tur dağı civarına yerleştir.  Burada kendisine Tevrat vahiy edilir. Kavmiyle beraber Lût gölü güneyine ve Şeria nehrine kadar ilerler ve 120 yaşında Kenan diyarı yakınlarında vefat eder. Bu yıl Âdem Peygamberden 3868 ve Mısırdan çıkışından 40 yıl sonradır.
İsrail Oğulları Musa’dan sonra yeniden Hak yolundan çıkarlar. Allah onlara İsa Peygamber'i gönderir İsa’nın doğum, yaşam peygamberlik ve çarmıha gerilmesi, dirilip göğe yükselmesi olaylarını, onun ölümünden 70 yıl sonra havarileri tarafından yazılan, İnciller çok farklı anlatırlar. O kadar ki olayların gerçekliği şüphe bile yaratır.  Kabul gören kanıya göre annesi Meryem bakire olduğu halde önceden Cebrail tarafından kendisine babasız bir çocuk doğuracağı müjdelendiği üzere hamile kalır. Dedikodular üzerine gene Cebrail’in marangoz Yusuf’a görünerek onu ikna etmesi neticesi Yusuf ile evlenir Bugün Batı Şeria’da kalan Kudüs’e 9 km. uzaklıktaki Beytüllahim (Bethlehem) kentinde bir mağarada kendi başına doğurur. İsa’ya Romalılardan, Tiberrus’un iktidarı döneminde 30 yaşındayken peygamberlik gelir ve İncil indirilir. Önce Celıle'de sonra Kudüs'te insanları hak dine davet eder. Mucizeler gösterir. Yahudiler Hz. Hazret-i İsa'ya inanmazlar ve çok eziyet ederler.  İsa’yı, dönemin Romalı Kudüs valisi Pontus Pılatus'a şikâyet ederler. Havarilerin içinden Yahuda, birlikte yedikleri son akşam yemeğinin ardından ihanet ederek yerini bildirince yakalanır.
 Muhakeme edilir ve çarmıha gerilerek öldürülür.   Allahütealâ tarafından Hazret-i İsa'nın göğe çıkarılmasından sonra Romalılar Kudüs üzerine hücum ederek Yahudileri dağıtırlar. Bir kısmını esir edip, bir kısmını da öldürdüler. Kudüs'ü yağma ve tahrip ederler. Bu suretle dağılan Yahudiler bir yerde toplanıp bir daha devlet kuramazlar, dünya üzerindeki lânetli sürgün yaşamlarına devam eder.
Yahudi diasporasının yüz yıllar süren bağımsız devlet kurma idealleri, hatta Abdülhamit tarafından reddedilen, Osmanlı devletinin bütün dış borçlarının ödenmesi karşılığı Filistin’de yurt edinme teklifleri dâhil mücadeleleri ve kutsal topraklara (Filistin’e) toplu göç hamleleri nihayet 1948 yılında sonuç verir.
İkinci Dünya Savaşının müttefiklerin galibiyetiyle bitmesinden sonra, İngiltere Amerika'nın da yardımını sağlayarak 1920 yılından beri elindeki Filistin meselesini Birleşmiş Milletlere götürür. Birleşmiş Milletler 1947 Kasımında Filistin'in biri Yahudi öteki Arap olmak üzere iki devlet arasında paylaşılmasına karar verir. Kudüs şehrine ise Birleşmiş Milletler denetiminde milletler arası bir bölge statüsü tanınır. 1948 yılı 14 Mayısında İngiliz mandasının sona ermesi üzerine David Ben Gurion, bağımsız İsrail Devletinin kurulduğunu açıklar. Bu çözüm Arapları tatmin etmez.  Filistin iç savaşı başlar. İsrail Devleti kurulur kurulmaz; Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları İsrail üzerine saldırıya başlalar. Bu savaş bir yıl kadar sürer. İsrail yetmiş beş bin kişilik bir ordusu olmasına rağmen beş Arap devletini yener. Birleşmiş Milletlerin çabasıyla yapılan anlaşma sonunda, İsrail toprakları çok genişler. Daha sonraki yıllarda Mısır, Suriye ve Filistin Kurtuluş Teşkilatı Ordusunun her savaş teşebbüsü  -1973’de Mısırın Süveyş’e saldırısındaki başarısı dışında- İsrail’in galebesi ve İsrail’in Kudüs'ün tamamını, Sina Yarımadasını ve Suriye'nin güneybatı kesimini ele geçirmesiyle sonuçlanır Arap ülkeleri ve İsrail arasındaki gerginlik hâlâ devem etmektedir
“Filistinliler Ülkesi" olarak da adlandırılan Filistin (Paletsin) toprakları, Güneyde, Akabe Körfezi'nden başlamak üzere Akdeniz ile Şeria Nehri'nin batısı arasında kalan,  en eski yerleşimlerinden birdir. Eski Yunanlıların kıyı bölgeleri için kullandıkları bu isim. Yahudiler tardından Yahudiye veya Kenan olarak adlandırılır.  Bilinen ilk yerleşikleri MÖ. 2000’de Sicilyalılar, Makedonlar, Araplar daha sonraları Hitit’li ve Mısırlılar dır. Musa öncülüğündeki İsrail Oğulları da buraya yerleşirler. Bölge MÖ 64’te Roma hâkimiyetine girer. İşgal ve sürgünlerle geçen yüz yıllar boyunca Yahudiler bu toprakları yurt edinmek hayallerinden vazgeçmezler.
BM’lerce İsrail’e verilen toprakların büyük kısmı Necef Çölündedir.  Savaş ve işgallerle Çölün büyük bölümünü ele geçiren İsrail, çöl topraklarını verimli duruma getirmek için 500 km uzunluğunda beton boruyla su getirerek sulamaya başladı. Hızlı bir ağaçlandırma çalışmalarına başlandı.  Bugün burada tahıl tarımı ve meyvecilik yapılmaktadır. Çok eski zamanlardan beri bilinen bakır, petrol, fosfat ve manganez yatakları bulunup işletilmeye başlandı. Necef Çölü ekonomik yönden İsrail için önemli bir kaynaktır
Uzun ve dar bir şekle sahip olan İsrail, 470 km uzunluğunda, en geniş bölgesi yaklaşık 135 km'dir. Sınırları ve ateşkes hatları içerisinde kalan toplam yüz ölçümü 27.817 km²'dir. İsrail, yaklaşık 7.282.000'luk nüfusuyla eşitli din, kültür ve sosyal geleneklere sahip insanları bir araya getirmiştir. Para birimi Yeni İsrail Şekeli'dir.    Bir Dolar yaklaşık 3–3,5 şekel değerindedir. Teknoloji alanında İsrail ekonomisi dünyanın en hızlı gelişen ülkesidir, yüksek teknolojik araç gereç üretimi, tarım, sanayi, elmas işlemeciliği ve turizme dayalıdır. Sanayi sektörlerinin başlıcaları; ilaç, optik, elektrik malzemesi, elmas işletmeciliği, silah sanayiidir.
Kişi başına düşen milli gelir, Avrupa ortalamasına yakındır. Kibutz adı verilen kommünal tarım çiftlikleri gıda üretiminin tamamına yakınını gerçekleştirerek ülkenin gıdada kendi kendine yetmesini sağlar. İsrail’de sulama şebekesi çok gelişmiştir. 400.000 hektardan büyük bir alan sulanabilmektedir. Ana tarım bölgesi Eşdraelon, sahil ovaları vadiler kadar verimlidir. Yetiştirilen başlıca tarım ürünleri; tahıllar, turunçgiller, şekerpancarı, muz, kivi, şeftali, üzüm ve vişnedir. Otlakların az olması sebebiyle hayvancılık gelişmemiştir. İsrail’de sığır ve koyun yetiştirilir, kümes hayvanları çoktur. Hayvanlardan elde ettiği ürünler kendi ihtiyacını karşılar. Balıkçılık çok gelişmiş olup, Atlas Hint ve Okyanusu'na çıkardığı gemilerle yapılan avcılık ile yılda 25.000 tondan fazla balık avlanır.
Devlette Yahudi nüfus için kast sistemi geçerlidir. Yahudi ırkı geldiği göç bölgelerine göre sosyal sınıflara ayrılır. En imtiyazlı sınıf Amerika ve Avrupa Yahudileri, sonrakiler Rusya’dan göçenler, üçüncü olarak Arap kökenliler ve en alt sınıf, nerede ise köle muamelesi gören birçok yere, hatta hastanelere bile sokulmayan Afrika kökenlilerdir.
Bir başka sınıf da Ortodoks Yahudilerdir. Siyah fötr şapka, siyah takım elbise veya pardösü giyip, saç ve sakallarını tıraş etmeyen, Favorilerini lüle yaparak dikkat çeken bu kitle; hiçbir işte çalışmaz, askere gitmez, başıboş dolaşır, günlerinin çoğunu Ağlama Duvarında geçirir, sadece yapabildiği kadar fazla çocuk yapmakla meşgul olurlar. Geçim kaynakları Amerikan dinî fonlarının kişi başına her ay verdikleri 1200 dolar maaştır.
İsrail’de hafta sonu tatili Cuma öğlede başlıyor. Zira Müslümanlar için tatil günü, Cumartesi Yahudilerin Şabat Günü. Resmi tatil olması bir yana o gün hiçbir mağaza iş yeri açılmaz, toplu taşım araçları bile çalışmaz. Buna karşın Pazar tatil değil ama o da Hıristiyanlar için ibadet günü.
Şart, bu kadar tarih yeter.  Bir saatlik yolculuk sonunda nihayet Kudüs’e vasıl olduk. Yeruşalayim, Jerusalem, Uruşelim, Yerusalim, Makdis, Beyt-ül-Mukaddes, Beytül-Makdis, İlya ve Eyliya isimleriyle de anılan Kudüs dünyanın eski şehirlerindendir. Bugün Kentin doğu yakası Arapların batı yakası İsraillerin kontrolünde. Arada bir sınır yok. Bizim şehre giriş yaptığımız kuzey doğu kesimi mimarisi, yerleşikleri ve pisliğiyle hemen kendini belli ediyor. Sur dibinde yarı çöplük bir otoparka park ederek Müslüman mezarlıkları arasından dik bir yokuştan inerek Kuzey kapısından Mescid-i Aksa alanına girdik.
 Duvarla çevrili çok büyük avlunun bu kapısında Müslüman görevliler oturmakta ve Müslüman olmayanların avluya dahi girmelerine izin vermemektedir. Pasaport ibraz etmek ve Kelime i şahadet getirmek suretiyle imtihana tabi tutuluyorsunuz.  Gurubumuzdaki kadınların bir gün evvelden uyarılmış olmalarına rağmen Belma ve bir emekli vali ve hanımı dışında hiçbiri bu kapıyı geçemediler. Kapı dışındaki bir dükkandan beyaz, desenli bir nevi çarşaf satın almak zorunda kaldılar. Biz Belma ile avluda onları ve kocalarını bir saat kadar beklemek zorunda kaldık. Girişteki bu bölümde eski yapı bir okul, daha doğusu avluya açılan gözlerden oluşan bir medrese var. Teneffüs zamanı olmalı ki; öğrenciler bahçede voleybol oynamakta. Ağaçların arasından önümüzdeki tepedeki Kubbet-üs Sahra ve pırıl pırıl parlayan, altın olduğu iddia edilen büyük kubbesini görüyoruz. Ağır adımlarla kırk kadar basamak tırmanarak tepeye ulaşıyoruz.
Bulunduğumuz büyük saha İsrail Oğulları’nı monarşik bir yapıda toplayan ilk İsrail Kralı Davut tarafından MÖ. 1000 yıllarında inşasına başlanan ve Oğlu Hz. Süleyman tarafından bitirilen Yahudilerin ilk tapınağı Süleyman mabedinin yeri. Süleyman’a bu muhteşem tapınağı inşa eden Hiram Abiff isimli bir mimar veya taşçı ustasıdır ki masonluğun kurucusu olarak bilinir. Tapınak Mö. 588 yılında Kudüs’ü işgal eden Babilli’ler tarafından yıkılır Ardından Persler Kudüs’ işgal eder, tapınağın yediden inşasına izim verir ki; bu ikinci tapınak olarak adlandırılır. Bu tapınak da MÖ. 70’de Romalılarca yıkılır.
Arapçada Cami yerine mescit kelimesi kullanılıyor, secde edilen yer anlamında. İslam’da üç kutsal mescit var. Mescidi Haremeyn yani Mekke’de Kâbe etrafı ve Medine’de Peygamber mescidi. Üçüncüsü burası, Arapçada “en uzaktaki mescit” anlamına geliyor. Hicret'in ikinci yılına kadar Müslümanların kıblesi iken Kâbe’nin kıble olarak kabul edilmesiyle, tüm Müslümanlar namazlarını Mescid-i Aksa yerine Kâbe’ye dönerek kılmaya başlamışlardır. Ki bu vahiy bir ikindi namazının ortasında gelmiş ve Peygamber ve cemaat namaz esnasında kıble değiştirmiştir.  Ve bu olayın yaşandığı Medine’deki cami Kıbleteyn  (iki kıbleli ) olarak isimlendirilmiştir.
Kefeki taşı kaplı geniş bir platform. Yaklaşık 150 dönüm kadarmış. Ortasında İslâm mimarisinde bilinen ilk kubbeli yapı olan, sekizgen Mescid-i Aksa=(Kubbet-üs Sahra). Emevi Halifesi Abdülmelik devrinde 687-691 yılları arasında inşa edilmiş. Bir dönem Haçlılar tarafından ele geçirilerek kilise olarak kullanılmış, Selâhaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethi ile yeniden cami olarak ibadete açılmış. Tadilat dolayısı ile sadece batı kapısı açık.  Belma burada ikinci bir sınava tabi tutuluyor, kelime-i şahadet yerine ezberden Yasin okuyarak ve fakat verilen eşarbı pantolonun beline sarması şartıyla bina içine girebiliyor. Binanın iç yüzeyi ve kubbesi Kur'an sureleri ve çeşitli arabesk motiflerle süslü. Tarih boyunca bölgeye hâkim olan Müslüman hükümdarlar Kubbet-üs Sahra'ya büyük saygı göstermiş, binanın bakımı ve tamiri ile yakından ilgilenmişler.  Bölge Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı topraklarına katılmış. Kanuni Sultan Süleyman Kubbet-üs Sahra'yı köklü biçimde tamir ettirmiş, binanın dış cephesini çinilerle kaplatmış.  Sonraki bütün Osmanlı padişahları da bakım ve tamire devam etmiş. Tavandaki muhteşem avize ve yerdeki İran halıları  II. Abdülhamid’in hediyesi. 
 Binanın ortasında dünyanın temeli olduğuna, Müslümanlar tarafından havada durduğuna inanılan. Muallâk Kayası bulunuyor.
Bu kayanın en geniş yeri 18 metre, en dar yeri ise 13,5 metre imiş.  Hz. Muhammet de Miraca çıkarken bunun üzerinden hareket etmiş. Bakım dolayısıyla etrafı tahta perdeyle çevrili. Bir kenarında içinde Peygamberin saçı olduğuna inanılan metal bir kafesin altına el sokularak buna temas etme ritüeli var. Muallâk kayasının altındaki mağaraya on basamakla iniliyor.  Küçük bir mekân, tavanda bahis mevzu kayanın altı görünüyor. Ortası delikmiş ve yukarıyı görmek mümkünmüş. Ama orasını bir aydınlatma globu kapatıyor. Yahudi inanışına göre (İsmail yok sayılarak) İbrahim, oğlunu bu kaya üzerinde kurban ederken Cebrail tarafından koyun getirilir. Ve kesilen koyunun kanı bu delikten akar. Yerde yekpare halı seccade yayılı. Birkaç kişi namaz kılıyor. Günümüzde onlar için de kutsal olan bu mekâna Yahudilerin  girmesine izin verilmemesi ağlama nedenlerinden birisi imiş. Sadece senede bir gün dini bir bayramlarında bir Haham’ın tüm kavim adına burasını ziyaretine izin veriliyormuş.
Platformdan merdivenlerle inilen gene çok geniş alanın ucunda iki minareli, bir cami var ki asıl ibadete açık olan yer burası. Abdülmelik’in oğlu tarafından yaptırılmış. Öğle ezanı vakti olduğundan bir girip çıktık. Ama uzun süre Arap rehberin cemaatle namazının bitmesini bekledik dışarıda. Cami'in güney duvarı yüksek kale duvarları üzerinde son buluyor.
Topluca, Mescid-i Aksa avlusunun batı kapısından çıkarak Kudüs’ün dar sokaklı,  çarşısına girdik. Hemen 300-400 metre ilerisi Yahudilerin kutsal mekânı Ağlama Duvarı.
Yüksek bir noktadan aşağıdaki Ağlama duvarını izliyor ve resim çekiyoruz. Bulunduğumuz yerin altında tahta perdeler ve iskelelerle çevrili bir kazı alanı var. Burada Yahudi, Hristiyan çeşitli kuruşların arkeolojik kazı adı altında Yahudilerin, Lâhit Sandığını veya İsa’nın son yemeği kaplarını aradıkları iddia ediliyor.  Taş kaplı büyük bir alandan sonra tam karşımızda ağlama duvarı.   Büyük bir kalabalık, bir kısmı normal kıyafetli, bir kısmı Yahudi Kippa’lı, büyük çoğunluğu özel kıyafetleri ile Ortodoks Yahudiler. Sallanarak ve hızlı sesle dua etmekte, duvara el sürmekte. Sağ tarafta tahta bir köprü- platformla sınırlandırılmış bölge Kadınlara ait. Buradan tempolu alkışlar ve şen çığlıklar yükseliyor zaman zaman.  Sonradan öğreniyoruz ki Yahudilerin nişan, evlilik, doğum, özellikle Bar Mitzvah (dini görev yüklenebileceği 13 yaşına giren, Yahudi erkek çocuklarının ergenlik veya kızların bir nevi sosyeteye takdim törenleri)  olduğunu öğreniyoruz.  Belma bir nevi nişan sepetinin alkışlarla açılışını izledi ve ikram edilen keki yedi. İsrail askerlerinin X-Rey cihazlı kontrolünden geçerek kırk basamak aşağıdaki alana iniyoruz. Sol tarafta yamaca oyularak kemerli bir yapılaşmayla tuvaletler ve kafe-restoran yapılmış. Devamında iç içe yine toprak altına oyulmuş, tünel gibi mekanlar. İçerisi özgün ibadetlerini yapan Ortodoks Yahudilerle dolu. Gerçekte bu oyuklar hemen üzerindeki, içine giremedikleri Kubbet üs Sahranın altına bari girip, eski tapınaklarına ve Muallâk kayasına yaklaşabilmek için açılmışlar.
Alanın kuzey güney doğusu Süleyman mabedinden kaldığına inanılan Duvar. Ansiklopedik bilgiye göre; Yaklaşık 485 m uzunluğunda olan Ağlama Duvarı, toprak seviyesinin üstünde yirmi dört büyük taş sırası ile yer altında kalan on dokuz taş sırasından meydana gelir. Yüksekliği toprak seviyesinden itibaren 18 m olup 6 metresi mabet alanının seviyesini aşmaktadır. Taşlardan bazılarının uzunluğu 12 m, yüksekliği 1 m, ağırlığı ise 100 tondan fazladır. Hemen üzeri, Kubbet üs sahra’nın avlusu, bir anlamda onun istinat duvarı gibi.
Sol tarafımız otopark ve bariyerli çıkış kapısı.  Buradan çıkıyoruz. Çıktığımız noktanın altı dik bir yar ve bu yara tırmanan asfalt yol. Kaldırımlarda Duvardaki törenlerden çıkmış her yaştan ve fevkalade şık Yahudi kalabalığı. Sıkışık trafikte kendilerini almaya gelecek araçlarını beklemekte, biz de bu kalabalığa katılıyor, yarım saatten fazla sürecek beklememiz süresini arkamızdaki parkın duvarına oturarak bekliyoruz.
Nihayet minibüsümüz geldi. Kudüs’ün batı kesiminde yola alıyoruz. Buralar bambaşka bir kent, ağaçlıklı asfalt yollar,  bakımlı,  çeşit süs bitkileriyle donatılmış bahçeler içinde çoğu kesme taş köşkler, malikaneler. Varlıklı Yahudilerin ikametgahları, bazıları evvelce Araplarınmış. Böyle yarım saat kadar yol alarak adeta bir botanik bahçesi içindeki lüks bir otele geldik. Otoparkında onlarca tur otobüsü. Öğle yemeğimizi burada aldık. Büyük bir yemek salonu, self servis açık büfe, yemekler lezzetli.
Yemek sonrası Kapris isimli bir firmanın Show-room’una götürüldük. Burada pırlanta işlenmesi ve satışı yapılıyor. Çok güzel ve çok pahalı takılar. Tüm dünyada elmas madenleri, üretimi, işlenmesi, satışı tamamen Yahudilerin tekeli ve kontrolünde. Her türlü kredi kartı geçerli,  bir şey alırsanız ister burada ister İstanbul’da teslimi mümkün, bedelini malı teslim aldıktan sonra ve beğenirseniz ödemeniz de olası. Ama bizlerden alıcı yok, çıkıyoruz.
Hedefimiz yine Doğu Kudüs.  Şehri çevreleyen sur dibine park ederek, tepedeki Yemen Kapısından kente, daha doğrusu çarşıya girdik. Dar sokaklı, kemerli yapıların oluşturduğu, lâbirent gibi klâsik Arap çarşısı. Dükkan önleri, saçakları, yöresel hediyelik eşya ve her şeyle salkım saçak. İniyoruz, çıkıyoruz, dönüyoruz ve Sağımızda ikindi ezanının yükseldiği Hz. Ömer camii; onun Kudüs’ü işgali zamanında yapılmış. Girmiyor, duvarı dibinden basamakları iniyoruz. Solumuzda taş kaplı, çukur bir avlu. Arkasında Kabir Kilisesi (Kıyam=Kıyamet Kilisesi) yükseliyor. İki katlı, kubbeli bir yapı: Hristiyanlar için çok önemli bir kutsal mekân. İsa’nın yalın ayak, sırtında çarmıhı, işkence ve hakaretler altında tırmandığı yokuş (acı yolu)’nun olduğu yere yapılmış.  Avlu ve içine girdiğimiz loş kilise her milletten ve tabii Hristiyanlardan olan bir kalabalıkla mahşer gibi. İçeriyi yanan binlerce adak ve şükran  mumunun  kokusu ve insan kalabalığının ter, nefes kokusu, günlük kokuları doldurmuş. Ayakları sağlam olar üst katına tırmandı. Ben aşağıları dolaştım.  Duvarlara oymuş çok sayıda, karanlık labirent ve şapeller, içleri altın, gümüş, İkonlar ve şamdanlarla süslü. Girişin hemen karşısındaki duvarda İsa’nın çarmıhtan indirilişi tasvir eden çok büyük ebatlı bir tablo ve hemen altında tabloda İsa’nın üzerine yatırılmış olduğu mermer blokun (herhalde) kendisi. Kadınlı erkekli onlarca kişi üzerine kapanmış ağlayarak bu taşı öpmekte…
Büyük kubbenin altında İsa’nın mezarı; dört köşesinde altın şamdanların yandığı, duvarları altın ve gümüş motiflerle kaplı,  yaklaşık üç metre yüksekliğinde, üçe üç kare bir türbe. Yüksek kemer altındaki alçak giriş kapısı doğuya bakıyor ve uzun kuyruktaki yüzlerce turist bu kapıdan türbenin içine girmek için sabırla dikiliyor. İnanışa göre İsa çarmıhtan indirilip buraya gömülmüş, ertesi gün bakıldığında mezarında yokmuş,  Allah onu bedeniyle göğe yükseltmiş. Bu yüzden kilisenin adı; Kabir, Kıyamet veya Kıyam Kilisesi. Malûm kıyam Arapça ayağa kalkma anlamında. Kıpti, Ortodoks, Katolik, Ermeni Kiliseleri Yüz yıllardır Kilisenin farklı bölümlerinden sorumlu imiş ve aralarında bir türlü anlaşamıyormuş Bu yüzden 800 yıldır -ve günümüzde de- Kilisenin anahtarı Müslüman bir ailenin elinde ve kapıyı o açıp kapatıyormuş.
Kilisenin alt tarafı gene çarşı. Bir saatlik serbest zaman da alacak hiçbir şey yok. Çarşı ortasındaki küçük meydandaki kahvede çay içerek oyalandık. Uzun bir süre de Arap rehberimizi bekledikten sonra yine karanlık, manavlar, sakatatçılar, ayakkabı tamircileri, önü açık lokantalar ve her şeycilerin doldurduğu kemerli, kapalı çarşıyı kat ederek kuzeydeki Şam kapısından çıkıp arabamıza bindik. Hava kararmış, akşam dönüşü başlamış, trafik yoğun.   Kudüs’ün tamamının göründüğü bir tepede birkaç fotoğraflık süreden sonra Ashdod’a, gemimize vasıl olduk şükür. Bir hayli yorulmuşuz, yemek gene açık büfede…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...