6 Şubat 2018 Salı

TAHTA BAVUL



Bir dönem Türk yazarlarının roman veya hikâyelerini açarsanız; kahraman tahta bavulu alır, yollara vurur.  Niçin bavulunu değil de tahta bavulu? Tahta bavul Cumhuriyet Türkiye’sinin; heybeden ve torbadan bavula geçişinin aşamasıdır ama gurbet sembolüdür, yokluk, zorluk sembolüdür de.   O dönem bavul deriden ya da fiber denilen sıkıştırılmış mukavvadan olurdu ve her ikisi de ithal malı olup ancak kısıtlı bir kitlenin ulaşabileceği gereçlerdi. At arabasından trene, otobüse terfi edilmişti ama otobüs tekerlerinin şose yollarda kaldırdığı toz bulutu o deri bavullara göre değildi. Her ne kadar şoför muavini otobüsün damına yaydığı kalın branda bezinin diğer yarısını bavulların üzerine sarmalayıp sıkıca bağlasa da sarsıntıdan toz zımparası arasında biri birilerine yol boyu sürtünen bavullarda hayır kalmazdı. Bagajlar şimdiki gibi, konforlu otobüslerin alt katında, beş yıldızlı(!) seyahat etmezdi ki...  Bekâr odalarında, öğrenci yurtlarının karyola altlarında, asker ocağının bavul hanelerinde, tren koridorlarında sürünen bavullar ancak tahta olurlarsa dayanabilirdi bu tahribata. Vapur güvertelerinde, tren koridorlarında, kamyon kasalarında seyahat ederken, iskelelerde, istasyonlarda, uzun saatler beklerken oturak görevi de yaparlardı. Tahta bavulların da cilâsını korumak için deri ve fiber bavullara yapıldığı gibi bezden bir kılıf dikilerek üzerlerine giydirilirdi.
1950’li yılarda Winilex ve Pandizot diye markalandırılan sentetik deriler çıktı. Birçok şey gibi bavullar da bununla yapılır oldu.  Bir sınıfın rahatlıkla ulaşabileceği fiyatlarda ve şıktı. Bazen düşünürüm de; Pandizot denen mucize(!) gerçekleşmese idi, bir çift deri ayakkabıyı kaça giyerdik?   Bütün kara ve deniz araçlarının kanepeleri, bekleme salonlarının, ofislerin,   sinemaların koltukları hep deri idiler o zamana değin.
1950 sonrası yıllar daha geniş bir kesimin turist olarak, öğrenim maksadı ile yurt dışına çıkmaya başladığı yıllardır.  Yabancı bir ülkede trenden veya vapurdan iner inmez ilk işimiz büvetten o ilin çıkartma amblemini satın almak ve bavulumuza yapıştırmak olurdu. Ne kadar çok amblem, o kadar imaj... Uçak şirketleri de kendi amblemlerini bavullara yapıştırırdı. O dönemin siyah-beyaz Türk filmlerinde para babası(!) Hulusi Kentmen veya Küçük Hanımefendi Belgin Doruk böyle bol etiketli valizlerle inerler uçaktan.  İstanbul İstiklâl caddesinde çıplak ayakla Tünel Taksim arasında bütün gün koşarak sefer yapan(!) caddenin delisi vardı. Elinde tahtadan, küçük bir uçak pervanesi, sırtında küfe ve küfenin üstünde bütün uçak şirketlerinin etiketleri...
Büyük oteller de isimlerini taşıyan etiketler yapıştırırdı bavullara.  Yıllar sonra öğrendim ki; konsiyersler bu etiketlerin bir yerine koydukları şifreli işaretlerle müşterinin bahşiş cömertliğini bildirirlermiş, daha sonraki otellere. Hani cimrilikleri ile ünlü bir İskoçya'lı,  otelden ayrılırken, kapıda kendisini uğurlayan kapı Amiraline(!) gayet ciddi bir pozda “Al şununla bir çay içersin” demiş. Bir çift kesme şekeri avucuna sıkıştırarak.
Tahta bavulun bir küçük boyu tahta okul çantalarıydı. Onların da çok yararlı olduğu sahalar vardı. Mesela; okul çıkışı mahalle meydanlığında bir süre oyuna takınıldığında bir duvar dibine üst üste yığılan çantaların arasında ezilme riski olmazdı. Futbol oynarken kale direği görevi gördükleri de olurdu.  Oyuna katılmazsanız bir tabure gibi üzerine oturabilirdiniz. En önemlisi de çanta dövüştürme yarışlarında her zaman, kazanma şansı olurdu, deri ve fiber çantalar arasında. Genç kardeşlerim, “çanta dövüşü nedir?” diyecekler. İki kişi karşılıklı geçer, üçüncü kişinin komutu ile çantaları kafa kafaya tokuştururlar. Hasar görmeyen çantanın sahibi döğüşün galibidir. 1950’li yıllardan sonra hızla köylere giren traktörler arasında bile böyle traktör dövüşü tertiplendiğini duyardık. Deri çantaların sırta bağlanan kayışlı tiplerine de az sayıda rastlamak olasıydı.   Ortaokula başlandığı zaman ise eğer aile yoksul değilse deri çantaya geçilirdi. Ama kapaklı ilkokul çantası tipinde değil. Körüklü ve sapı altındaki kısımdan dilli kilidi açılan, küçücük anahtarı ile kilitlenebilen,  üstten kapaklı çantaya. Bunlar orta kısmındaki sustalı kilit dışında iki yan tarafında küçük kayışlı klipslerce veya iki yandan çift kilit taşıyarak daha sağlam kapak düzenine sahiptiler. Avukatlar, memurlar ve öğretmenlerin çantaları da böyle olurdu. Lisede gene değişirdi tarz, artık sapsız fermuarlı koltukaltı çantaya geçebilirdiniz. Daha havalısı ise, hiç çanta taşımamak; o gün için gerekli olan birkaç kitabı elinizle kolunuz arasında taşımak…    
Her şey gibi bavullar, çantalar da çok çeşitli oldular zamanımızda, moda takip eder oldular. Üstten iki klipsli, körüklü doktor veya ebe çantaları, daha büyük boylu hamam çantaları çoktan tarih oldular. Kıbrıs’a “Teflon tava, Payreks tabak turlarının” düzenlendiği yıllarda dar tabanlı yüksek gövdeli tabak çantaları moda olmuştu. Bir dönem torba biçimi spor çantaları, bir dönem yumuşak gövdeli, fermuarlı tipler… James Bond filmlerinden sonra Bond tipi evrak çantaları.. Şimdilerde boy boy tekerlekli, çekçekli setler “in”… Eski varlıklı ve aristokrat kesimin sandık bavulları ve deri valizlerinin yerini ise imaj markalı sert uçak bavulları aldı. Sonunda uzaktan kumanda marifeti ile sadık bir köpek gibi sahibini izleyen valizi de gördük ya…
Bilmem hâlâ tahta bavul yapanlar, satanlar var mı?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...