31 Ocak 2018 Çarşamba

TAHTA YUMURTA


Başlıkta bir yanlışlık yok. Bir zamanlar her evde en az bir tane bulunurdu. Tabii mutfakta değil, annelerin çorap sepetinde. Genç okurlarım şimdi de “çorap sepeti ne?” diyecekler. 
Erkek çorapları eğer elde örülmüş yünden değillerse merserize olurdu. Pamuk çok dayanıklı bir iplik değildir. Özellikle ayakta çok çabuk yıpranır, ayak topukları patates gibi çıkardı ortaya. İşte yıkanmış yırtık çoraplar çorap sepetinde birikir, onarılacakları günü beklerlerdi. Ev hanımları tahtadan, cilâlı yumurtayı çorabın içine sokar, delik kısmı yumurta üzerine gererlerdi. Delik küçükse uygun renk bir iplikle örer, büyükse bu kısma eski çorapların sağlam kısımlarından kesilip ayrılmış bir yama dikerlerdi. Topuk altına gelen yama iyi dikilmemiş olursa çok rahatsız ederdi ayağı.    Yamasız çoraplı kimseye hemen hemen rastlanmazdı. Ama yama rengi iyi uydurulamamış, büzük dikilmiş yamalara çok rastlanırdı. Rahmetli anacığım bir kaç renkten karışımlı eski çorapların konçlarını söker, ipliklerini küçük mukavvalara sarar, çorap sepetinde her renk çoraba uydurabileceği çeşide sahip olurdu.
Sonra bir gün naylon iplik ve naylon çoraplar çıktı piyasaya. Bu buluş anneleri günlerce çorap yamamaktan, bekârları çorap kurutmak zahmetinden, camileri de ayak kokusundan kurtardılar.  Naylon çorap sağlamdı, ucuzdu ve yıkaması kurutması pratikti.
Hanımların pahalı ve ulaşılmaz olan ipek çorapları yerine de naylon hanım çorapları girdi. İpek çoraplarda olduğu gibi en büyük sıkıntı tel kaçması idi bunlarda da. O zaman tuhafiyeci vitrinlerinde “çorap çekilir” yaftaları görünmeye başladılar. Elektrikle çalışan küçük bir makinede kasnağa gerilerek tutulan çorabın kaçık telini bir iğne marifeti ile yukarı kadar çekip onarmak mümkün oluyordu. Tel başına 5-10 kuruşa yapılan bu işlem, bu işe aracı olan tuhafiyecilere para kazandırdığı gibi birçok ev hanımına da ek gelir kapısı olmuştu. Bununla tüm geçimini sağlayan çocuklarını okutan dul kadınları anımsıyorum.
Ülke fakirdi. Dışında kaldığımız halde II. Dünya Harbi olanaklarımızı kısıtlamıştı. Sanayi yok denecek kadar azdı. Ülke ekonomisi ithâl girdilere rahatlıkla pay ayıramıyordu. Para kıttı, kıymetli idi.  Radyolarda; “eski çoraplarınızı atın, ya da paspas yapın” sloganlı reklamların lüksüne ulaşmamıştık henüz.  O zaman çözüm tasarruftu, yeniden değerlendirme ve trampa. Gezginci çerçiler köylerden mal mukabili yün çorap eskisi toplar, bunlar taranıp yün ipliği olurdu fabrikalarda. Anneler mahalle aralarında dolaşan satıcılardan eski giysi karşılığı emaye kaplar, bardaklar alırdı. Biz çocuklar ise biriktirdiğimiz boş şişe ve cam kırıkları karşılığında leblebi, şeker değişirdik eşekli sokak satıcılarından.
Ayakkabılar bir iki kere pençelenir, az yıpranmaları için daha ilk alındıklarında burun, topuk ve yanlarına demir çaktırılırdı. Yıpranan takım elbiseler “tornistan” edilirdi terziler elinde. Solda bulunan üst cep kesiğinin sağ tarafa geçmesi neticesini doğuran bu ters-yüz etme ameliyesini gizlemek için her iki yanda üst cep kapağı eklenirdi ceketlere. Farklı renkte tek ceket giyimi moda ve şıklık gereği değil,  pantolonun daha çabuk yıpranmasından kaynaklanan bir çözümdü. Babaların, ağabeylerin takımları küçük oğula uygulanır, annelerin elbiseleri kız çocuklarına adapte edilirdi yeni modeller ve aksesuarlarla. Paltoların kirlenen yakalarına kadife geçirmek, hanımların moda gereği kısa kalan manto eteklerine kadife ilâveler yapmak yadırganmayan ve ayıplanmayan çözümlerdi.
Gömlekler iki-üç yedek yakalı ve kol kapaklı satılırdı. En erken eskiyen bu kısımları değiştirmek çok normaldi yakın zamanlara değin. Bilinçli ev hanımları zamanla renk farkı yapmaması için bu yedekleri de her çamaşırda gömlekle birlikte yıkamaya alırlardı.
Bilmem sizin dikkatini de çekiyor mu? Kılık kıyafet ne kadar değişti.  Eskiden sokaklarda tayyörlü hanımlar, takım elbiseli, kravatlı fötr şapkalı beyler çoğunlukta olurdu. Erkek çocuklarında dahi genelde bir beden büyük diktirilmiş takım elbiseler, uzun paçası duble üstüne bir kat daha kıvrılarak ayarlanmış pantolonlar… Günümüzde tek istisna seçim günleri: O gün “yurdumun insanı” çiftler en şık kıyafetleri ile caddeleri doldurup seçim mahallerine akıyor.    
Kot kumaşların, polyesterin ütü istemez kullanım kolaylığı, spor giyim rahatlığı hâkim oldu giyimimize. Tabii en büyük etken konfeksiyon sanayinin hızlı üretimi, bol çeşit sunumu yanında ısmarlama dikişe göre avantajlı fiyatı.  Bütün bunların dışında adına moda denilen akımın hızlı iletişim araçları ve reklâm kampanyaları ile toplumu etkilemesi.
Çocukluk yıllarımda erkeklerin yaz kış açık başla, ceketsiz, kısa kollu gömlekle gezmeleri ayıptı. Kırsal kesimim tercih ettiği kasket çok azaldı. Kentlilerin, aydın kesimin ve memur sınıfının fötr şapkası ise hiç kalmadı.   Mağaza raflarından fötr şapka kalktı, kahvelerde, berber dükkânlarında ev vestiyerlerinde şapkalıklar da,  çarşılarda şapkacılar da… Bursa Kapalıçarşı’da şapkacı Kazım Kınav, Açıkçarşı’da Osman Şaşmaz en zengin çeşidi sunarlardı.  Şapka kalıpçıları da tarihe karıştılar. Kullanılarak formu bozulan, kirlenen, kasnağı yağ bağlayan fötr şapkalar buralarda temizlenir,  genişliği mengeneli yapısı ile ayarlanabilen tahtadan kafalara giydirilerek buharla ütülenir, form verilirdi. Yıkanan veya değiştirilen kurdelesi dikilir, yepyeni kullanıma sunulurdu. Bursa’da bu şapkacılardan yan yana iki üç tanesi Yeniyol’un başlangıcında ve Ünlü Caddede varlıklarını yakın yıllara kadar korudular. İstanbul’da ise Yüksek Kaldırım bu esnafla doluydu.
Yaz ayları fötrler çıkar hasır Panama şapkalar alırdı yerini. Mahfel’de, genelde işleticisi Rıdvan Bey’in masası etrafında yoğunlaşan, asker emeklileri 15 Mayıs gelince emir almış gibi, bir günde hasır şapkaya geçerdi. 29 Ekim tarihine kadar. Yazlık, kışlık üniforma değişimi tarihine endekslenmiş yaşamları hiç değilse şapka ile sürdürürdü bu alışkanlığı. Şimdi, genç yaşlı, emekli, sivil, resmi, sporcu bütün kesimlerin başında arkadan ayarlanabilir kepler…  Herkese yakıştığını söyleyemem ama resmi kıyafetli hanım kızların arka deliğinden dışarı çıkardıkları atkuyruğu saçları güzel bir görünüm.  Kırsal kesim ve orta yaşı geçenler takke ile kalpak arası örme bir başlığı yeğliyor, özellikle kışın. Öğrencilerde deseniz şapka diye bir şey kalmadı. Öğrenci kızların kareli etekleri dışında eteklikli hanım görmek de istisna oldu.
Çok renkli, bol kesim parkaların dışında pardösü ve paltoyu ne sıklıkla görüyorsunuz? Son zamanlarda takım elbiselerin içinde kravat da azaldı, ütüsüz kadife pantolonlar moda. Kahverengi ile lacivert uyumlu sayılabiliyor,  smokin ceketi altına bile kot pantolon giyilebiliyor. Üstelik yırtık ve soluk olanları daha makbul.  Kız erkek bütün gençlerde en sıcak yaz günlerinde bile battal spor pabuçlar veya asker postalı modeller şıklık göstergesi oldular; hem de otomobil fiyatına!
Dönemlere göre tarzlar, renkler, modeller değişse de iyi giyim her zaman şıklık ve imaj arzusudur. Bir Fransız atasözü “iyi giyim şahsiyeti takviye eder” der. At hırsızı kılıklı suçluların mahkeme görüntülerindeki takım elbiseli, kravatlı ve munis davranışları hâkimleri ne kadar etkiliyor bilemiyorum. Bir Çin atasözü de “insanlar kıyafetlerine göre karşılanır, bilgilerine göre ağırlanırlar” diyor.
Eski bakanlardan Şükrü Saraçoğlu yanında İstanbul milletvekili Salâh Cimcoz ile Beyoğlu’ndaki bir restorandan çıkarken vestiyerde ressam İbrahim Çallı ile karşılaşırlar. Saraçoğlu bakar: “Yahu Çallı” der. “Senin kürkün benimkiyle aynı görünüyor ama farklılar, benimkinin içinde sadakor astar var.” İbrahim Çallı cevaplar: “Tabii ki farklı, benimkinin içinde İbrahim Çallı var!”  
Dönemimiz giyiminin nükteleri bile gerilerde kaldı.
Zenginlik güzel şey, refah çok güzel, tüketim ekonomiyi canlandırır, canlanan ekonomi istihdamı…
Ama tasarrufu bu kadar dışlamalı mı idik?
Bilemiyorum...    

 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...