GRİ BURSA’DAN HOŞNUTSUZLUK O KADAR ARTTI Kİ; YEŞİL BURSA’YI HİÇ TANIMAYAN KARDEŞLERİME BİLGİ, AKRANLARIMA HATIRLATMA VESİLESİ OLUR DİYE ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİNDEKİ 27/11/2002 TARİHLİ SUNUMUMDAN ÖZET:
Merhabalar;
(…)Sizleri yaklaşık yarım yüz yıl gerilere götürmek istiyorum. 1950-60’LAR BURSA’SI nüfusu ancak 100 binleri bulabilen bir huzur kentidir. Eski deyimle abu-havası (havası suyu) latif, sebzesi, eti lezzetli ve ucuz. Nüfusun yerli halktan sonraki büyük bir bölümünü 93 Osmanlı Rus harbinden (1876-77) sonra yerleşen ve devam edip gelen Balkan, Kafkas, Kırım göçmenleri ve her dönemden emekliler oluşturur. Asker emeklileri, sivil emekliler, sanatçılar, aydınlar. İstiklal harbi ile Rum ve Ermeni azınlık şehri terk etmiş. Sadece Altıparmak’ta geniş bir mahallede Sefaret Yahudileri var.
Şehir; Uludağ eteklerine yaslanmış olarak Yıldırım, Emirsultan, Mollarap, Temenyeri, Maksem, Muradiye, Beşikçiler, Stadyum, Merinos evleri (Şimdiki Darmştat caddesi), Şehreküstü, Reyhan, Atpazarı (Gökdere Bulvarı civarı), incirlik sınırları ile bir elips çizer. İpekiş, Merinos fabrikaları, elektrik santralı, Fomaro binası (ki yabancı kökenli bir tütün firmasının deposudur), hâl binaları ovaya, Askeri Lise yamaçlara çıkmış uzantılardır. Çekirge ve 1950 Bulgaristan göçmenleri için yapılan Hürriyet ve İstiklâl Mahallesi ana şehrin çok dışında farklı yerleşim noktalarıdır. Gerisi, doyumsuz güzellikte ve yeşillikte Bursa Ovası. İlkbaharda pembe beyaz şeftali ve erik çiçekleri ve göztaşı ile boyanmış ağaç gövdeleri, sonbaharda sarı ve kahverenginin bütün tonları ile bezeli. Aralarına Tanrısal bir mozaik gibi serpiştirilmiş, beyaz minareli, kırmızı kiremit damlı köyler.
Bir Anadolu çocuğu olan ben, kırmızı kiremitli köylerle Bursa’da tanıştım. Bu gün bu şirin köyler büyük şehrin, doymaz iştahı ile yutulmuş, birer mahallesi ve beton yapılar, sıvasız duvarlarla doldurulmuş. Kavak yükseltileri küflü demirli, kolon filizleri ile yer değiştirmiş durumda. Ve ben bundan rahatsızlık duyuyorsam lütfen anlayışla karşılayınız.
Evliya Çelebi “Velhasıl Bursa sudan ibarettir” diye yazar. Anlatmaya çalıştığım yıllarda da Bursa bir su şehri idi. Kentin ortasından üç dere geçerdi ve yaz ve kış iri dere taşlı yatağından coşkun şırıltılarla akardı. Setbaşı’ndaki Gökdere kış aylarında aktif. Molaaraptan gelip Yeşil caddesini kat ederek ona karışan kolu yok oldu. Muradiye’den inerek Stadyum yanından ovaya uzanan Cilimboz deresi kurudu, üstü kapatıldı, kanalizasyon deşarjı haline geldi. Evlerdeki su şebekesinin dışında Pınarbaşı’ndan başlayıp evden eve geçerek Reyhan’dan sonra ovaya açılan Pınarbaşı suyu vardı. Bu su bir yer altı sistemi ile evden eve geçerek bazılarında bahçe çeşmesi, bazı evlerin salonlarında şadırvan olarak devamlı akardı. Ve kullanımında kirletilmemesine aşırı bir özen gösterilirdi. Mahalle aralarında sokak başlarında sebil ve hayır çeşmeleri vardı. Karaçelebizade Mehmet Molla’nın kentin muhtelif noktalarına yaptırdığı, “Müftü Çeşmeleri” diye anılan ve Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerini taşıyan 40 çeşme. Ayrıca belediye oluşumundan sonra köşelere yerleştirilmiş Fransız yapımı demir döküm, çok şık çeşmeler vardı. Setbaşında içme suyu olarak evlere taşınan Devrengeç suyu vardı. Ayrıca dağdan mahallelere yönlendirilmiş çok sayıda pınar ve akarsular vardı. Çekirge’de ise Romalılardan beri hizmet veren hamamlarda, otellerde ve birçok evde bulunan doğal sıcak sular… Ovayı kat eden, içilecek temizlikteki Nilüfer, Panayır, Balıklı, Hacivat, Deliçay dereleri.
Resmi daireler dışında sadece Heykelden Setbaşı yönünde yeni açılmış cadde üzerinde ve dağınık mahallerde yapılmış 3 katı geçmeyen apartmanlar dışında, evler Osmanlı ve Ermeni mimari tarzında, genellikle iki üç katlı, büyük giyotin pencereli, çıkmalı, ahşap veya yarı kâgir ama mutlaka büyük bahçeli idiler. Hâl binası karşısındaki Çingene Mahallesi dışında gecekondu hemen yok gibiydi. Bahçelerden meyve, özellikle dut ve asma dalları sarkar, manolya kokuları taşardı. Bu kadar çok su ve ağaç olunca da bir o kadar kuş olurdu. Mevsimine göre, saka, karatavuk, bülbül ve gugucuk terennümleri dinlerdik. Sonra yap-satçılar geldiler, bu güzelim konaklarla birlikte, ağaç köklerini ve anıları da moloz kamyonlarına yükleyip götürdüler. Sular kurudu, kuşlar yok oldular. Yeşil Bursa’da gri Bursa oldu. Şehir; Uludağ eteklerine yaslanmış olarak Yıldırım, Emirsultan, Mollarap, Temenyeri, Maksem, Muradiye, Beşikçiler, Stadyum, Merinos evleri (Şimdiki Darmştat caddesi), Şehreküstü, Reyhan, Atpazarı (Gökdere Bulvarı civarı), incirlik sınırları ile bir elips çizer. İpekiş, Merinos fabrikaları, elektrik santralı, Fomaro binası (ki yabancı kökenli bir tütün firmasının deposudur), hâl binaları ovaya, Askeri Lise yamaçlara çıkmış uzantılardır. Çekirge ve 1950 Bulgaristan göçmenleri için yapılan Hürriyet ve İstiklâl Mahallesi ana şehrin çok dışında farklı yerleşim noktalarıdır. Gerisi, doyumsuz güzellikte ve yeşillikte Bursa Ovası. İlkbaharda pembe beyaz şeftali ve erik çiçekleri ve göztaşı ile boyanmış ağaç gövdeleri, sonbaharda sarı ve kahverenginin bütün tonları ile bezeli. Aralarına Tanrısal bir mozaik gibi serpiştirilmiş, beyaz minareli, kırmızı kiremit damlı köyler.
Bir Anadolu çocuğu olan ben, kırmızı kiremitli köylerle Bursa’da tanıştım. Bu gün bu şirin köyler büyük şehrin, doymaz iştahı ile yutulmuş, birer mahallesi ve beton yapılar, sıvasız duvarlarla doldurulmuş. Kavak yükseltileri küflü demirli, kolon filizleri ile yer değiştirmiş durumda. Ve ben bundan rahatsızlık duyuyorsam lütfen anlayışla karşılayınız.
Evliya Çelebi “Velhasıl Bursa sudan ibarettir” diye yazar. Anlatmaya çalıştığım yıllarda da Bursa bir su şehri idi. Kentin ortasından üç dere geçerdi ve yaz ve kış iri dere taşlı yatağından coşkun şırıltılarla akardı. Setbaşı’ndaki Gökdere kış aylarında aktif. Molaaraptan gelip Yeşil caddesini kat ederek ona karışan kolu yok oldu. Muradiye’den inerek Stadyum yanından ovaya uzanan Cilimboz deresi kurudu, üstü kapatıldı, kanalizasyon deşarjı haline geldi. Evlerdeki su şebekesinin dışında Pınarbaşı’ndan başlayıp evden eve geçerek Reyhan’dan sonra ovaya açılan Pınarbaşı suyu vardı. Bu su bir yer altı sistemi ile evden eve geçerek bazılarında bahçe çeşmesi, bazı evlerin salonlarında şadırvan olarak devamlı akardı. Ve kullanımında kirletilmemesine aşırı bir özen gösterilirdi. Mahalle aralarında sokak başlarında sebil ve hayır çeşmeleri vardı. Karaçelebizade Mehmet Molla’nın kentin muhtelif noktalarına yaptırdığı, “Müftü Çeşmeleri” diye anılan ve Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerini taşıyan 40 çeşme. Ayrıca belediye oluşumundan sonra köşelere yerleştirilmiş Fransız yapımı demir döküm, çok şık çeşmeler vardı. Setbaşında içme suyu olarak evlere taşınan Devrengeç suyu vardı. Ayrıca dağdan mahallelere yönlendirilmiş çok sayıda pınar ve akarsular vardı. Çekirge’de ise Romalılardan beri hizmet veren hamamlarda, otellerde ve birçok evde bulunan doğal sıcak sular… Ovayı kat eden, içilecek temizlikteki Nilüfer, Panayır, Balıklı, Hacivat, Deliçay dereleri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder