30 Ocak 2018 Salı

BURSA 1950-60'LI YILLAR -III-




Deniz modası başlamamıştı, sahillerde yapılaşma da.  Çok sınırlı bir kesimin Mudanya ve Burgaz köyünde yazlık evleri, kürekli sandalları,  varlıklı kesimin gençlerinde az sayıda kıçtan takma motorlu sandalları, vardı.   Moda Taksi’den Mudanya ve Uludağ otobüsleri de kalkardı.  Pazar günleri kır gezisine aileler (piknik deyimi daha girmemişti terminolojimize) veya yüzmeye giden gençler dışında yaz Uludağ’da geçerdi. Dağdaki Beden Terbiyesinin Kayak Evi dışında tek tesis Büyük Oteldi. Beceren; lokantası ve tahta barakaları ile profesyonel konaklamanın ilk öncüsüdür. Fatma Hanım ve Mehmet Beyin tek kişilik orkestra gibi her hizmete yetiştiği o günleri çocukları bile bilmezler. Çadırlar, portatif barakalarla kurulan Arıcılar Kampı, Kılıbıklar Kampı, Öğretmenler Kampı, Kızılay Kampı ve münferit yerleşimlerde babalar sabah şehre iner akşam çıkardı erzak torbalardı ile birlikte.
Ve bu yükü yıllar boyu Karcı‘nın Austin otobüsü ve Esat’ın şasisi uzatılmış jeep’i taşıdı. Bütün angaryaları da bilâ bedel, kadirşinas Moda Yazıhanesi. Gündüzleri guruplar halinde, Zirve’ye, Aras’a, Göller’e Bakacak’a, Dombay çukuruna, yürüyüşler düzenlenir, gözü yiyenler Softaboğan’da dondurucu suya girer, belki de günbatımının yeryüzünün en güzellerinden olduğu Belvü’de gurup seyredilir, otobüsten inecek eşyalı babalar karşılanır, gece de gündüz ki yürüyüş esnasında toplanmış kuru dallarla kamp ateşi yakılır, şarkılı türkülü eğlenceler olurdu. Sönen ateşin küllerine de yumurta ve patates gömülürdü.
Kirazlıyayla Sanatoryumunun sundurmalı teraslarında battaniyelerine sarılı hastalar güneşlenirdi. Valiliğin de taştan bir kulübesinin olduğu bu bölgede Fahri’nin iki katlı ahşap oteli Bursa ve İstanbullu müdavimlerin kaldığı sıcak bir aile yuvası idi. Dağda kolluk kuvveti yoktu ama asayiş vardı. Açık çadırlar, kapısı tel ile bağlı barakalardan hırsızlık olduğunu hiç hatırlamam, yabancılar hemen seçilir, sarhoşluk veya serkeşlikle huzuru bozmaya yeltenenler, kampçılar veya buradan geçimini sağlayan kişilerce uygun şekilde (!) cezalandırılır, bir daha tekerrüre cesaret edemezdi.
Kışın kayakçılar otobüslerle ulaştıkları dağdan tepelere skileri ile tırmanır, dönüşte de Bursa’ya kadar kayarak inerlerdi. O zamanlar Kış kışlığını yapar, daha fazla kar yağar, daha uzun süre kalırdı. Geceleri kadınlı erkekli guruplar Namazgâh, Maksem, ipekçilik yokuşlarından merdivenle kayarlardı.   Böyle zamanlarda caddelerde atlı kızakları ve kuş göçü mevsiminde, kentin en ışıklı kesimi heykel önünde bıldırcın yağmurlarını anımsarım
Dilerseniz sizlerle Çekirge’ye kadar bir yürüyüş yapalım.  Tophane yamaçlarından sonra ortası bulvar, ağaçlıklı Altıparmak Caddesi; Turig Otel, Haşim İşcan İlkokulu, karşı sırada bahçe içindeki şirin köşkte hizmet veren Özel İnal- Ertekin ilkokulu, Bursa mimari tarzlı birkaç büyük bina, bir tütün deposu dışında iki katlı, dar cepheli Yahudi evleri ile dolu idi.  Sanırım bir ilâ iki apartman da vardı.   Tabii sadece üç katlı idiler. Stadyum karşısında; beyaz boyalı,   ahşap Yağcı Cemal Bey’in konağında hizmet veren Sigorta Hastanesi.  Sonra, Çelikpalas’a kadar atkestanelerinin üzerini kapattığı ağaçlıklı yol kıvrımlarla Çekrige’ye kadar varırdı.  Sağda şimdi Kültürpark’ın bulunduğu yerde bahçelikler, solda kayalık dik yamaçlardan sonra, Beşikçiler’de Banka Evleri yapılıyordu. Bu binalar bazı bankaların her yüz liralık tasarrufa verdikleri bir numara ile ikramiye olarak çekilişe sokulurdu. Tepede bahçe içeresinde Vali Konağı, biraz sonra Atatürk Köşkü, Çelikpalas Oteli, karşısında bir kaç ev, Yeni Kaplıca, Kara Mustafa hamamları,  Kükürtlü Kaplıcaları, Orman Okulu, karşısında iki üç ev, Süleyman Çelebi türbesi, Çekirge karakolu, karşısında üç beş ev daha.  Bir kaç bahçeli köşk ve Süleyman Çelebi Türbesi yanında iki apartman. Yol boyundaki bütün yapılaşma bu kadardı. Süleyman Çelebi Türbesi Eski Eserler Kurumunca yeniden yaptırılmış, meydana çıkarılmıştı. Karagöz ve Hacivat mezarlarının karşısında olduğunu bilirdik o kadar.  Bağlar, bahçeler, fundalıklar ile Bursa Ovası asfaltın kuzeyinden başlar, karşı dağlara kadar devam ederdi. Belirli aralıklarla geçen Belediye Otobüsleri ve birkaç özel arabanın gürültüsü dışında duyduklarınız; bülbül şakımaları, faytonların çıngırak ve nal sesleri ve Yeni Kaplıcadaki gelin hamamına yürüyerek, giden genç kızlar ve hanımlar guruplarının darbuka ve türkü nağmeleridir. Çekirge; karakolun üst yamaçlarındaki Gürcü Mahallesi ile Askeri Hastane ve karışındaki banyolu otellerle sınırlı bir banliyö durumunda. Sonrası Uludağ yamaçlarına, batıya, kuzeye uzanan dutluklar, bahçelikler, yeşillikler, yeşillikler...  Kaplıcalar,   çok sayıda banyolu otel, sıcak sulu konaklar ve evler.   
Özellikle yaz ayları bir başka olurdu. Romalılar döneminden beri şifa veren büyük havuzlu hamamlar, kimi konak, kimi otel olarak yapılmış, hepsi banyolu otel olan onlarca ahşap, oymalı bina. Yine onlarca, özel banyolu, küçük aile otelleri, bir han kapısından girilircesine tek katlı binanın ardında yükselen yeni Gönlüferah Oteli, Adapalas. Sarp yamacın üzerinden, yaşlı çınarların gölgesinde ova, günbatımı ve gurubun renklerini yansıtan Nilüfer Deresi peyzajı ile Hüsnügüzel ve Selvinaz bahçeleri ve hamamları, banyoculara pansiyon veren yüzlerce ev ve ahşap binası ile Askeri Hastane. Bu kadar yabancıya hizmet veren her türden esnaf dükkânı ve yakın köylerden, bahçelerden taze sebze, meyve, süt getirip satan köylüler.
Başkaca bir yol olmadığından İzmir ve Mudanya yönüne giden bütün araçlar Çekirge’den geçerdi. Öğlen saatlerinde Mudanya vapurundan gelen otobüs ve kaptıkaçtılar, isterepenteli (ek rahatsız oturma düzineli) dolmuşlar, taksiler Armutlu meydanına yanaşır, arabaların çevresini pansiyon temin eden, bavul taşıyan çocuk kalabalığı ve gürültüsü sarardı. Bu kadar yatağa rağmen yer bulamayıp dönenler olurdu. Güneşin batması ile beraber art arda onlarca fayton çıngıraklı nal sesleri ile Bursa’dan aldıkları müşterileri meydandan bir tur attırıp geri götürürlerdi. Hüdâvendigâr Camii’nin bahçesinde Bursa Sergisi kurulurdu. 
Muhittin Baha beyin (Pars) Havuzlu Park’ı yalnız Bursa’nın değil ülkenin tek tesisi idi o zamanlar. Bir büyük, bir küçük, bir derin atlama havuzunun bir yanını sıra sıra soyunma kabinleri kaplar, karşı yönde kat kat teraslarla yükselen büyük arazide çay bahçesinin demir, yuvarlak masa ve sandalyelerinde oturacak yer bulunmazdı. İkindi vaktinden sonra, banyocularla nüfusu dörde beşe katlanmış bütün Çekirge’liler ve fayton fayton, otobüs, otobüs Bursa’dan gelenler yanlarında getirdikleri yiyecek çıkınlarını açar, yalnız çay bahçesini değil ulu ağaçların gölgelediği, yapay gölün kenarındaki alana da yayılırlardı. Gölde sandallar dolaşır, yandaki hayvanat bahçesinin tavşanları ile oynaşılır, semt delikanlıları yabancı kızlardan iş çıkarırdı! Akşamları çay bahçesinin sahnesinde ünlü sanatçılar program yapar, geceleri de yapay gölün ortasındaki Ada Gazinosu geç saatlere kadar çalışırdı. Meydandan Acemler tren istasyonuna kadar olan yolda tek bina Muhittin Baha Beyin Pembe Köşkü ve aşağılardaki un değirmeni. Bağlar bahçeler arasından yankılanan musiki sesi ile uyuyan Çekirge’liler sabahları da kuş seslerinin nakaratı ile uyanırlardı.
Kış gelince gariplik ve sessizlik çökerdi Çekirge’ye.  Kaplıcalar bohçalı kadınlara, otellerin özel banyoları da evlenme cüzdanı ibraz etmek kaydı ile çiftlere kalırdı
Gün oldu devran döndü ve Bursa kentten metropole dönüştü. Bu dönüş çok sancılı olmadı ama her dönüşümde olduğu gibi bazı değerleri de beraberinde tarihin derinliklerine gömdü.  Çok eski yıllardan bu yana var olan koza çekme,  ipek dokuma ve emprime fabrikaları,  boyahaneler, havlu tezgâhları mahalle aralarına dağılmıştı ve birçoğu ev ekonomisi düzeyinde idiler. 1950’lerden sonra bu tezgâhlar motorize olmaya başlamıştı. 1960’lardan sonra ciddi sanayi kuruluşlarına dönüşmeye başladılar.  Tercihlerin kara yoluna kayması neticesi at arabası imal eden atölyeler kamyon şasileri üzerine otobüs karoseri imaline başladılar.  Bir çekiç bir el örsü yardımı ile çarpık arabaları düzelten maharetli ustalar yetişti. 1957’den sonra ülkenin girdiği ekonomik dar boğazla birlikte ithali zorlaşan oto parçalarını, dayanıklı ev gereçlerini imal eden atak müteşebbisler çıktı. Tarım ürünlerinin katma değerini artırıp dış satıma sunan kuruluşlar oluştu. Sanayi hamleleri iç göçü tetikledi.  İki otomobil fabrikasının Bursa’da yapılanması bu göçü hızlandırdı. 1959’da santral garaj açıldı. Yeni Yalova ve İzmir yolları yapıldı. Yerleşim alanlarını şehrin kuzeyine yönlendiren bu oluşumlar ovaya doğru imarsız arsa pazarını ve plânsız yapılaşmayı doğurdu. 1960’larda yapılan Organize Sanayi Bölgesi bu yapılaşmayı batıya da taşıdı.
Altıparmak’ta Haşim İşcan ilkokulunda öğrenime başlayan Eğitim Enstitüsü zamanla Üniversiteye dönüştü. Kente ek nüfus,  ekonomiye etkinlik katan bu oluşum yaşantımıza genç neslin cıvıltısı ve renkli yaşamı ile birlikte ek sorunlar da getirdi. Özellikle kampüsleşme oluşumuna kadar.
1980’li yıllarda terör nedeni ile doğudan, ardından asimilasyon gerekçeli Bulgaristan’dan toplu göçler oldu. Köylerden şehirlere akım arttı. Kontrol altına alınamayan imarsız ve çarpık yapılaşma, genişleyen alanlarla merkez arasındaki ulaşım rasyonel yönlendirilemeyince, eski kente yeni yollar açılamayınca ve sanayi yoğunlaştıkça hava kirliliği, çevre kirliliği, ses kirliliği, ışık kirliliği arttı.  Baca gazlarının etkisi ile iklim bile değişti.
Ve bu günkü milyonlar nüfuslu Bursa’ya geldik.  Artan nüfusla birlikte şehirlerin yatay veya düşey veya her iki yönde birden genişlemeleri kaçınılmaz bir olgudur. Ama gönül isterdi ki; büyük şehrin nimetleri, küçük şehrin tarihini, kültürünü, doğasını, peyzajını, birçok değerlerini toptan yok etmese idi. Hiç değilse eski şehrin bir bölümünü yeni kuşaklara tarih mirası olarak intikal ettirebilse idik.
"Ve genç kardeşlerim sizler bu güzellikleri sararmış fotoğraflardan izlemek, yaşlı amcalardan masal dinlemek zorunda kalmasa idiniz."


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...