Çocukluğumuzda
gökyüzünden nadiren geçen uçaklara doğru “TAYYARECİ BİLET AT” diye bağırmakla gökten bilet
düşeceğini sanırdık. Ne düşeceğini tam bilemediğimiz bu bilet olsa olsa
“Tayyare Piyangosu Bileti” olmalıydı. Daha adı sonradan uçak olan tayyare ile
yolculuk o kadar yaygın değildi ki… Zaten geçen tayyareler daha çok askeri
keşif ve topçu uçaklaraydı ve tabii pervaneli idiler. Alçaktan uçtuklarından içindeki pilotları
bile görürdük. Sonraki yıllarda çok
yükseklerden uçan ve ardı sıra beyaz iz bırakan uçakları uzun süre “uçan daire”
diye kabullendik. Daha sonraları
öğrendik ki; onlar “tepkili uçak” dı, ve jet motorlu idiler. Arklarındaki iz de egzoz dumanı değil buz
kristalleriydi… Öğrenmenin sonu ve yaşı yok ki…
Gelelim
Tayyare piyangosu biletine. 1926 yılında Donanma Cemiyetinin uhdesinde olan
piyango tertip etme yetkisi özel kanunla Türk Tayyare Cemiyetine verilmiş, İsmi
sonradan Türk Hava Kurumu Tayyare Piyangosu’nun adı da 1940 yılında Milli
Piyango olarak değiştirilse de yakın zamanlara kadar de halk söyleminde Tayyare
piyangosu olarak kullanılmıştır. Mülkiyetleri Tayyare Cemiyeti’ne ait olan
İzmir ve Bursa’daki Tayyare Sineması da
adını buradan alır. İstanbul’daki Tayyare Apartmanları da...
Avrupa’da
geçmişi çok eski olan piyango konusu Türkçe yazılı metinlerde ilk defa 1792
yılında Ebubekir Ratip efendinin Nemçe Seyahatnamesinde “Lotarya” diye geçmiş.
Gerçek piyango ise 1856’da Ermeni Katolik Kilisesince ev ve arsa ikramiyeli
olarak düzenlenmiş. Daha çok ülkedeki
azınlıkların itibar ettikleri piyango 1857’de yasaklanmış fakat 1861 yılında
Abdülaziz tarafından yeniden serbest bırakılmış. Daha sonraki yıllarda İzmir’de
Islahhaneye, 1898’de Girit şehitleri ailelerine yardım, 1906’da Balkan
göçmenlerinin iskânı gibi yardım gayeli ve önceleri eşya sonraları nakit
ikramiyeli piyangolar tertiplenmiş. 1917’de ise donanmaya yeni gemiler, 1926’
da orduya uçak alımı ve pilot yetiştirilmesi gibi milli gayeler ve bütçeye
katkı şekli olarak yaşamımıza girmiş.
Önceleri
Rumeli Demir Yolu tahvillerinin piyango ile itfası ve 10 çekimlik farklı
formattaki kuponlar iken 1940 yılında çok renkli klasik şekline kavuşan
biletler; mevsimler, özel günler, sosyal tarihimiz, saraylar ve müzelerimiz,
illerimiz gibi konularla farklı dizaynlarda basılmış.
1940 Yılbaşı Milli Piyango tam bileti 10 lira, en büyük ikramiye ise 50.000 lira. 1968
yılbaşı büyük ikramiyesi 60.000 lira İsmet İnönü’ye isabet etmiş. 1970’de 100 liraya, 80’de 400, 90’da 60.000
liraya çıkan tam bilet 2000 yılına gelince 6 milyon liraya yükselmiş. Doğumundan
bu yana ülkedeki enflasyon oranını gösteren değişik bir kaynak değil mi? Bu yıl
bilindiği gibi tam bile 60.- , büyük ikramiye 61 milyon lira idi.
Son
yıllarda şans oyunlarında çok sayıda alternatif ortaya çıkmış olsa da Milli
Piyango bir yılbaşı nostaljisi olma özelliğini korumakta. Televizyonun olmadığı
yıllarda da yılbaşı gecesi saatler 12’yi geçince radyodan talihliler
açıklanırdı. Heyecanla beklerdik. Şimdi olduğu gibi farklı illerden bilet
aldırmakla şansın artabileceğine inanırdık. İstanbul biletleri her zaman
revaçta idi. Özellikle bu gün de olduğu gibi Nimet Abla gişesinden veya
isimleri ve uğurları günümüze ulaşamayan Cüce Simon, Uzun Ömer ya da her
üçünden. Seyyar bayi Cüce Simon’un abonman müşterileri onun istihkakını bir iki
günde bitirirlerdi. Uzun Ömer ise 2.25 metrelik boyu ile Galata Köprüsünün
altında, Adalar iskelesinin karşısındaki küçücük gişesine zorlukla sığarak
kısmet dağıtırdı, 1960 yılında ölümünden sonra 56 numara ayakkabılarının teşhir
edildiği gişesi birkaç yıl daha adını korudu. Galata köprüsünün sökülmesinden
sonra ise adı anılarda kaldı sadece. Yaşamı basketbolun popüler olduğu
dönemlere rastlasa idi belki eski bir milli olarak anardık onu.
Milli Piyango deyince bizim kuşağın aklına gelen ikinci ve değişmez imaj İhap Hulusi (Göney) dir. Biletlerin sağ alt köşesindeki bir üçken ve altında İstanbul yazılı imzası ile çok uzun yıllar ülkenin tek grafik sanatçısı idi. Tayyare ve Milli Piyango organizasyonları için toplam 45 yıl çalışmıştı... Tıpkı posta pullarında olduğu gibi o dönemin izlerini biletlere yansıtmıştı: Örneğin erkekler takım elbiseli, kasketli bile olsalar kravatlı, kadın erkek, çocuk çağdaş giysileri, güleç yüzleriyle dinamik insan figürleri olarak biletlerde yer almışlardı. Kısaca Cumhuriyet’in görmek istediği bireyin görüntüsünü kullanarak, belleklere yerleştirerek yaygınlaşmasını sağlanmıştır. İhap Hulusi.
Milli Piyango deyince bizim kuşağın aklına gelen ikinci ve değişmez imaj İhap Hulusi (Göney) dir. Biletlerin sağ alt köşesindeki bir üçken ve altında İstanbul yazılı imzası ile çok uzun yıllar ülkenin tek grafik sanatçısı idi. Tayyare ve Milli Piyango organizasyonları için toplam 45 yıl çalışmıştı... Tıpkı posta pullarında olduğu gibi o dönemin izlerini biletlere yansıtmıştı: Örneğin erkekler takım elbiseli, kasketli bile olsalar kravatlı, kadın erkek, çocuk çağdaş giysileri, güleç yüzleriyle dinamik insan figürleri olarak biletlerde yer almışlardı. Kısaca Cumhuriyet’in görmek istediği bireyin görüntüsünü kullanarak, belleklere yerleştirerek yaygınlaşmasını sağlanmıştır. İhap Hulusi.
Akbaba
Dergisinin sahibi Rahmetli Yusuf Ziya Ortaç 1960’lı yıllarda yayınladığı “Bizim
Yokuş” adlı eserinde İhap Hulusi’den bir
anekdot nakleder;
“Kırk
yıldan fazla devlet dairelerine, belediyelere, iktisadi devlet teşekküllerine
grafik çizdim. Her seferinde dört beş eskiz yapıp sunardım Hiç yanılmadılar
daima en kötüsünü seçtiler”. Ben de, bu
yazıyı okuduğum elli yıldan bu yana resmi işlemlerin seçimlerinde İhap
Hulusi’nin hiç yanılmadığını gördüm ve rahmetle andım O’nu!
Yıllar
sonar çocukluk dürtü ve arzularımız Vecihi Hürkuş ile gerçekleşti. Bursa
İstanbul arasında bez kanatlı 7 kişilik uçakları ile yolcu taşımacılığı yapan
bu öncünün seferleri yasaklanınca İstanbul’dan günlük gazete taşımacılığı
yanında reklâm faaliyetlerine de başlamıştı. Bursa üzerinde uçarak renk renk,
küçük reklâm bildirileri atar ve çocuklarca kapışılırdı.
Ülkede
reklam sektörünün tırmanmaya başladığı yıllardı. Yerli ürünler reklamlarının
öncüsü Rahmetli Necip Akar’dır. Kent
duvarlarında, eczane camlarında ve gazetelerde “Gripin”in ardından “Opon”,
“Puro Sabunları”, “Fay” gibi müstahzarların resimli tanıtımlarını
kanıksadık.
Ardından
radyo reklamları başladı; “Grundik teyp Bak Bak’da, Bak Bak Yüksek Kaldırımda”ydı…
Ve de sinemaya girdi reklam. Esas filmden önce dünya haberleri gösterilirdi. Bir
gün bunlardan sonra Rıdvan Umay firmasının revü kızları ile reklamını yaptığı
bir kısa filmle karşılaştık. Bu Firma Sirkeci’de ev eşyalarını üstelik taksitle
satıyordu. Filmde Revü kızları dans
sırasında müzik eşliğinde firmanın adını anıyor. Finalde arkalarını döndüğünde popolarındaki
harfler Rıdvan Umay ismini tamamlıyordu. Gösterinin bir yerinde hepsi sağ el
işaret parmaklarını sallayarak iki üç kez firmanın adını tekrarlıyorlardı.
İstanbul’da bir sinemanın prömiyerinde balkondaki birkaç genç bu noktada toplu
olarak bağırmışlar;
-Sizi
kim öptü?
-Rıdvan
Umay, Rıdvan Umay…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder