12 Ocak 2018 Cuma

Piyango

                             
Çocukluğumuzda gökyüzünden nadiren geçen uçaklara doğru “TAYYARECİ BİLET AT” diye bağırmakla gökten bilet düşeceğini sanırdık. Ne düşeceğini tam bilemediğimiz bu bilet olsa olsa “Tayyare Piyangosu Bileti” olmalıydı. Daha adı sonradan uçak olan tayyare ile yolculuk o kadar yaygın değildi ki… Zaten geçen tayyareler daha çok askeri keşif ve topçu uçaklaraydı ve tabii pervaneli idiler.  Alçaktan uçtuklarından içindeki pilotları bile görürdük.  Sonraki yıllarda çok yükseklerden uçan ve ardı sıra beyaz iz bırakan uçakları uzun süre “uçan daire” diye kabullendik.  Daha sonraları öğrendik ki; onlar “tepkili uçak” dı, ve jet motorlu idiler.  Arklarındaki iz de egzoz dumanı değil buz kristalleriydi… Öğrenmenin sonu ve yaşı yok ki…
Gelelim Tayyare piyangosu biletine. 1926 yılında Donanma Cemiyetinin uhdesinde olan piyango tertip etme yetkisi özel kanunla Türk Tayyare Cemiyetine verilmiş, İsmi sonradan Türk Hava Kurumu Tayyare Piyangosu’nun adı da 1940 yılında Milli Piyango olarak değiştirilse de yakın zamanlara kadar de halk söyleminde Tayyare piyangosu olarak kullanılmıştır. Mülkiyetleri Tayyare Cemiyeti’ne ait olan İzmir ve Bursa’daki Tayyare Sineması da adını buradan alır. İstanbul’daki Tayyare Apartmanları da...
Avrupa’da geçmişi çok eski olan piyango konusu Türkçe yazılı metinlerde ilk defa 1792 yılında Ebubekir Ratip efendinin Nemçe Seyahatnamesinde “Lotarya” diye geçmiş. Gerçek piyango ise 1856’da Ermeni Katolik Kilisesince ev ve arsa ikramiyeli olarak düzenlenmiş.  Daha çok ülkedeki azınlıkların itibar ettikleri piyango 1857’de yasaklanmış fakat 1861 yılında Abdülaziz tarafından yeniden serbest bırakılmış. Daha sonraki yıllarda İzmir’de Islahhaneye, 1898’de Girit şehitleri ailelerine yardım, 1906’da Balkan göçmenlerinin iskânı gibi yardım gayeli ve önceleri eşya sonraları nakit ikramiyeli piyangolar tertiplenmiş. 1917’de ise donanmaya yeni gemiler, 1926’ da orduya uçak alımı ve pilot yetiştirilmesi gibi milli gayeler ve bütçeye katkı şekli olarak yaşamımıza girmiş.
Önceleri Rumeli Demir Yolu tahvillerinin piyango ile itfası ve 10 çekimlik farklı formattaki kuponlar iken 1940 yılında çok renkli klasik şekline kavuşan biletler; mevsimler, özel günler, sosyal tarihimiz, saraylar ve müzelerimiz, illerimiz gibi konularla farklı dizaynlarda basılmış.
1940 Yılbaşı Milli Piyango tam bileti 10 lira, en büyük ikramiye ise 50.000 lira. 1968 yılbaşı büyük ikramiyesi 60.000 lira İsmet İnönü’ye isabet etmiş.  1970’de 100 liraya, 80’de 400, 90’da 60.000 liraya çıkan tam bilet 2000 yılına gelince 6 milyon liraya yükselmiş. Doğumundan bu yana ülkedeki enflasyon oranını gösteren değişik bir kaynak değil mi? Bu yıl bilindiği gibi tam bile 60.- , büyük ikramiye 61 milyon lira idi.
Son yıllarda şans oyunlarında çok sayıda alternatif ortaya çıkmış olsa da Milli Piyango bir yılbaşı nostaljisi olma özelliğini korumakta. Televizyonun olmadığı yıllarda da yılbaşı gecesi saatler 12’yi geçince radyodan talihliler açıklanırdı. Heyecanla beklerdik. Şimdi olduğu gibi farklı illerden bilet aldırmakla şansın artabileceğine inanırdık. İstanbul biletleri her zaman revaçta idi. Özellikle bu gün de olduğu gibi Nimet Abla gişesinden veya isimleri ve uğurları günümüze ulaşamayan Cüce Simon, Uzun Ömer ya da her üçünden. Seyyar bayi Cüce Simon’un abonman müşterileri onun istihkakını bir iki günde bitirirlerdi. Uzun Ömer ise 2.25 metrelik boyu ile Galata Köprüsünün altında, Adalar iskelesinin karşısındaki küçücük gişesine zorlukla sığarak kısmet dağıtırdı, 1960 yılında ölümünden sonra 56 numara ayakkabılarının teşhir edildiği gişesi birkaç yıl daha adını korudu. Galata köprüsünün sökülmesinden sonra ise adı anılarda kaldı sadece. Yaşamı basketbolun popüler olduğu dönemlere rastlasa idi belki eski bir milli olarak anardık onu.
Milli Piyango deyince bizim kuşağın aklına gelen ikinci ve değişmez imaj İhap Hulusi (Göney) dir. Biletlerin sağ alt köşesindeki bir üçken ve altında İstanbul yazılı imzası ile çok uzun yıllar ülkenin tek grafik sanatçısı idi. Tayyare ve Milli Piyango organizasyonları için toplam 45 yıl çalışmıştı... Tıpkı posta pullarında olduğu gibi o dönemin izlerini biletlere yansıtmıştı: Örneğin erkekler takım elbiseli, kasketli bile olsalar kravatlı, kadın erkek, çocuk çağdaş giysileri, güleç yüzleriyle dinamik insan figürleri olarak biletlerde yer almışlardı. Kısaca Cumhuriyet’in görmek istediği bireyin görüntüsünü kullanarak, belleklere yerleştirerek yaygınlaşmasını sağlanmıştır. İhap Hulusi.
Akbaba Dergisinin sahibi Rahmetli Yusuf Ziya Ortaç 1960’lı yıllarda yayınladığı “Bizim Yokuş”  adlı eserinde İhap Hulusi’den bir anekdot nakleder;
“Kırk yıldan fazla devlet dairelerine, belediyelere, iktisadi devlet teşekküllerine grafik çizdim. Her seferinde dört beş eskiz yapıp sunardım Hiç yanılmadılar daima en kötüsünü seçtiler”.  Ben de, bu yazıyı okuduğum elli yıldan bu yana resmi işlemlerin seçimlerinde İhap Hulusi’nin hiç yanılmadığını gördüm ve rahmetle andım O’nu!
Yıllar sonar çocukluk dürtü ve arzularımız Vecihi Hürkuş ile gerçekleşti. Bursa İstanbul arasında bez kanatlı 7 kişilik uçakları ile yolcu taşımacılığı yapan bu öncünün seferleri yasaklanınca İstanbul’dan günlük gazete taşımacılığı yanında reklâm faaliyetlerine de başlamıştı. Bursa üzerinde uçarak renk renk, küçük reklâm bildirileri atar ve çocuklarca kapışılırdı.
Ülkede reklam sektörünün tırmanmaya başladığı yıllardı. Yerli ürünler reklamlarının öncüsü Rahmetli Necip Akar’dır.  Kent duvarlarında, eczane camlarında ve gazetelerde “Gripin”in ardından “Opon”, “Puro Sabunları”, “Fay” gibi müstahzarların resimli tanıtımlarını kanıksadık. 
Ardından radyo reklamları başladı; “Grundik teyp Bak Bak’da, Bak Bak Yüksek Kaldırımda”ydı… Ve de sinemaya girdi reklam. Esas filmden önce dünya haberleri gösterilirdi. Bir gün bunlardan sonra Rıdvan Umay firmasının revü kızları ile reklamını yaptığı bir kısa filmle karşılaştık. Bu Firma Sirkeci’de ev eşyalarını üstelik taksitle satıyordu.  Filmde Revü kızları dans sırasında müzik eşliğinde firmanın adını anıyor.  Finalde arkalarını döndüğünde popolarındaki harfler Rıdvan Umay ismini tamamlıyordu. Gösterinin bir yerinde hepsi sağ el işaret parmaklarını sallayarak iki üç kez firmanın adını tekrarlıyorlardı. İstanbul’da bir sinemanın prömiyerinde balkondaki birkaç genç bu noktada toplu olarak bağırmışlar;
-Sizi kim öptü?
-Rıdvan Umay, Rıdvan Umay…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...