Bir dönem Türk yazarlarının roman veya hikâyelerini
açarsanız; kahraman tahta bavulu alır, yollara vurur. Niçin bavulunu değil de tahta bavulu? Tahta
bavul Cumhuriyet Türkiye’sinin; heybeden ve torbadan bavula geçişinin
aşamasıdır ama gurbet sembolüdür, yokluk, zorluk sembolüdür de. O dönem bavul deriden ya da fiber denilen
sıkıştırılmış mukavvadan olurdu ve her ikisi de ithal malı olup ancak kısıtlı
bir kitlenin ulaşabileceği gereçlerdi. At arabasından trene, otobüse terfi
edilmişti ama otobüs tekerlerinin şose yollarda kaldırdığı toz bulutu o deri
bavullara göre değildi. Her ne kadar şoför muavini otobüsün damına yaydığı
kalın branda bezinin diğer yarısını bavulların üzerine sarmalayıp sıkıca
bağlasa da sarsıntıdan toz zımparası arasında biri birilerine yol boyu sürtünen
bavullarda hayır kalmazdı. Bagajlar şimdiki gibi, konforlu otobüslerin alt
katında, beş yıldızlı(!) seyahat etmezdi ki...
Bekâr odalarında, öğrenci yurtlarının karyola altlarında, asker ocağının
bavul hanelerinde, tren koridorlarında sürünen bavullar ancak tahta olurlarsa
dayanabilirdi bu tahribata. Vapur güvertelerinde, tren koridorlarında, kamyon
kasalarında seyahat ederken, iskelelerde, istasyonlarda, uzun saatler beklerken
oturak görevi de yaparlardı. Tahta bavulların da cilâsını korumak için deri ve
fiber bavullara yapıldığı gibi bezden bir kılıf dikilerek üzerlerine
giydirilirdi.
1950’li yılarda Winilex ve Pandizot diye
markalandırılan sentetik deriler çıktı. Birçok şey gibi bavullar da bununla
yapılır oldu. Bir sınıfın rahatlıkla
ulaşabileceği fiyatlarda ve şıktı. Bazen düşünürüm de; Pandizot denen mucize(!)
gerçekleşmese idi, bir çift deri ayakkabıyı kaça giyerdik? Bütün kara ve deniz araçlarının kanepeleri,
bekleme salonlarının, ofislerin,
sinemaların koltukları hep deri idiler o zamana değin.
1950 sonrası yıllar daha geniş bir kesimin turist
olarak, öğrenim maksadı ile yurt dışına çıkmaya başladığı yıllardır. Yabancı bir ülkede trenden veya vapurdan iner
inmez ilk işimiz büvetten o ilin çıkartma amblemini satın almak ve bavulumuza
yapıştırmak olurdu. Ne kadar çok amblem, o kadar imaj... Uçak şirketleri de
kendi amblemlerini bavullara yapıştırırdı. O dönemin siyah-beyaz Türk
filmlerinde para babası(!) Hulusi Kentmen veya Küçük Hanımefendi Belgin Doruk
böyle bol etiketli valizlerle inerler uçaktan.
İstanbul İstiklâl caddesinde çıplak ayakla Tünel Taksim arasında bütün
gün koşarak sefer yapan(!) caddenin delisi vardı. Elinde tahtadan, küçük bir
uçak pervanesi, sırtında küfe ve küfenin üstünde bütün uçak şirketlerinin
etiketleri...
Büyük oteller de isimlerini taşıyan etiketler
yapıştırırdı bavullara. Yıllar sonra
öğrendim ki; konsiyersler bu etiketlerin bir yerine koydukları şifreli
işaretlerle müşterinin bahşiş cömertliğini bildirirlermiş, daha sonraki
otellere. Hani cimrilikleri ile ünlü bir İskoçya'lı, otelden ayrılırken, kapıda kendisini uğurlayan
kapı Amiraline(!) gayet ciddi bir pozda “Al şununla bir çay içersin” demiş. Bir
çift kesme şekeri avucuna sıkıştırarak.
Tahta bavulun bir küçük boyu tahta okul çantalarıydı.
Onların da çok yararlı olduğu sahalar vardı. Mesela; okul çıkışı mahalle
meydanlığında bir süre oyuna takınıldığında bir duvar dibine üst üste yığılan
çantaların arasında ezilme riski olmazdı. Futbol oynarken kale direği görevi
gördükleri de olurdu. Oyuna
katılmazsanız bir tabure gibi üzerine oturabilirdiniz. En önemlisi de çanta
dövüştürme yarışlarında her zaman, kazanma şansı olurdu, deri ve fiber çantalar
arasında. Genç kardeşlerim, “çanta dövüşü nedir?” diyecekler. İki kişi
karşılıklı geçer, üçüncü kişinin komutu ile çantaları kafa kafaya
tokuştururlar. Hasar görmeyen çantanın sahibi döğüşün galibidir. 1950’li
yıllardan sonra hızla köylere giren traktörler arasında bile böyle traktör dövüşü
tertiplendiğini duyardık. Deri çantaların sırta bağlanan kayışlı tiplerine de
az sayıda rastlamak olasıydı. Ortaokula
başlandığı zaman ise eğer aile yoksul değilse deri çantaya geçilirdi. Ama
kapaklı ilkokul çantası tipinde değil. Körüklü ve sapı altındaki kısımdan dilli
kilidi açılan, küçücük anahtarı ile kilitlenebilen, üstten kapaklı çantaya. Bunlar orta
kısmındaki sustalı kilit dışında iki yan tarafında küçük kayışlı klipslerce
veya iki yandan çift kilit taşıyarak daha sağlam kapak düzenine sahiptiler.
Avukatlar, memurlar ve öğretmenlerin çantaları da böyle olurdu. Lisede gene
değişirdi tarz, artık sapsız fermuarlı koltukaltı çantaya geçebilirdiniz. Daha
havalısı ise, hiç çanta taşımamak; o gün için gerekli olan birkaç kitabı
elinizle kolunuz arasında taşımak…
Her şey gibi bavullar, çantalar da çok çeşitli oldular
zamanımızda, moda takip eder oldular. Üstten iki klipsli, körüklü doktor veya
ebe çantaları, daha büyük boylu hamam çantaları çoktan tarih oldular. Kıbrıs’a
“Teflon tava, Payreks tabak turlarının” düzenlendiği yıllarda dar tabanlı
yüksek gövdeli tabak çantaları moda olmuştu. Bir dönem torba biçimi spor
çantaları, bir dönem yumuşak gövdeli, fermuarlı tipler… James Bond filmlerinden
sonra Bond tipi evrak çantaları.. Şimdilerde boy boy tekerlekli, çekçekli
setler “in”… Eski varlıklı ve aristokrat kesimin sandık bavulları ve deri
valizlerinin yerini ise imaj markalı sert uçak bavulları aldı. Sonunda uzaktan
kumanda marifeti ile sadık bir köpek gibi sahibini izleyen valizi de gördük ya…
Bilmem hâlâ tahta bavul yapanlar,
satanlar var mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder