Başlıkta bir yanlışlık yok. Bir zamanlar her evde en
az bir tane bulunurdu. Tabii mutfakta değil, annelerin çorap sepetinde. Genç
okurlarım şimdi de “çorap sepeti ne?”
diyecekler.
Erkek çorapları eğer elde örülmüş yünden değillerse
merserize olurdu. Pamuk çok dayanıklı bir iplik değildir. Özellikle ayakta çok
çabuk yıpranır, ayak topukları patates gibi çıkardı ortaya. İşte yıkanmış
yırtık çoraplar çorap sepetinde birikir, onarılacakları günü beklerlerdi. Ev
hanımları tahtadan, cilâlı yumurtayı çorabın içine sokar, delik kısmı yumurta
üzerine gererlerdi. Delik küçükse uygun renk bir iplikle örer, büyükse bu kısma
eski çorapların sağlam kısımlarından kesilip ayrılmış bir yama dikerlerdi.
Topuk altına gelen yama iyi dikilmemiş olursa çok rahatsız ederdi ayağı. Yamasız çoraplı kimseye hemen hemen
rastlanmazdı. Ama yama rengi iyi uydurulamamış, büzük dikilmiş yamalara çok
rastlanırdı. Rahmetli anacığım bir kaç renkten karışımlı eski çorapların konçlarını
söker, ipliklerini küçük mukavvalara sarar, çorap sepetinde her renk çoraba
uydurabileceği çeşide sahip olurdu.
Sonra bir gün naylon iplik ve naylon çoraplar çıktı
piyasaya. Bu buluş anneleri günlerce çorap yamamaktan, bekârları çorap kurutmak
zahmetinden, camileri de ayak kokusundan kurtardılar. Naylon çorap sağlamdı, ucuzdu ve yıkaması
kurutması pratikti.
Hanımların pahalı ve ulaşılmaz olan ipek çorapları
yerine de naylon hanım çorapları girdi. İpek çoraplarda olduğu gibi en büyük
sıkıntı tel kaçması idi bunlarda da. O zaman tuhafiyeci vitrinlerinde “çorap çekilir” yaftaları görünmeye
başladılar. Elektrikle çalışan küçük bir makinede kasnağa gerilerek tutulan çorabın
kaçık telini bir iğne marifeti ile yukarı kadar çekip onarmak mümkün oluyordu.
Tel başına 5-10 kuruşa yapılan bu işlem, bu işe aracı olan
tuhafiyecilere para kazandırdığı gibi birçok ev hanımına da ek gelir kapısı
olmuştu. Bununla tüm geçimini sağlayan çocuklarını okutan dul kadınları
anımsıyorum.
Ülke fakirdi. Dışında kaldığımız halde II. Dünya Harbi
olanaklarımızı kısıtlamıştı. Sanayi yok denecek kadar azdı. Ülke ekonomisi
ithâl girdilere rahatlıkla pay ayıramıyordu. Para kıttı, kıymetli idi. Radyolarda; “eski çoraplarınızı atın, ya da paspas yapın” sloganlı reklamların
lüksüne ulaşmamıştık henüz. O zaman
çözüm tasarruftu, yeniden değerlendirme ve trampa. Gezginci çerçiler köylerden
mal mukabili yün çorap eskisi toplar, bunlar taranıp yün ipliği olurdu
fabrikalarda. Anneler mahalle aralarında dolaşan satıcılardan eski giysi
karşılığı emaye kaplar, bardaklar alırdı. Biz çocuklar ise biriktirdiğimiz boş
şişe ve cam kırıkları karşılığında leblebi, şeker değişirdik eşekli sokak
satıcılarından.
Ayakkabılar bir iki kere pençelenir, az yıpranmaları
için daha ilk alındıklarında burun, topuk ve yanlarına demir çaktırılırdı.
Yıpranan takım elbiseler “tornistan”
edilirdi terziler elinde. Solda bulunan üst cep kesiğinin sağ tarafa geçmesi
neticesini doğuran bu ters-yüz etme ameliyesini gizlemek için her iki yanda üst
cep kapağı eklenirdi ceketlere. Farklı renkte tek ceket giyimi moda ve şıklık
gereği değil, pantolonun daha çabuk
yıpranmasından kaynaklanan bir çözümdü. Babaların, ağabeylerin takımları küçük
oğula uygulanır, annelerin elbiseleri kız çocuklarına adapte edilirdi yeni
modeller ve aksesuarlarla. Paltoların kirlenen yakalarına kadife geçirmek,
hanımların moda gereği kısa kalan manto eteklerine kadife ilâveler yapmak
yadırganmayan ve ayıplanmayan çözümlerdi.
Gömlekler iki-üç yedek yakalı ve kol kapaklı
satılırdı. En erken eskiyen bu kısımları değiştirmek çok normaldi yakın zamanlara
değin. Bilinçli ev hanımları zamanla renk farkı yapmaması için bu yedekleri de
her çamaşırda gömlekle birlikte yıkamaya alırlardı.
Bilmem sizin dikkatini de çekiyor mu? Kılık kıyafet ne
kadar değişti. Eskiden sokaklarda
tayyörlü hanımlar, takım elbiseli, kravatlı fötr şapkalı beyler çoğunlukta
olurdu. Erkek çocuklarında dahi genelde bir beden büyük diktirilmiş takım
elbiseler, uzun paçası duble üstüne bir kat daha kıvrılarak ayarlanmış
pantolonlar… Günümüzde tek istisna seçim günleri: O gün “yurdumun insanı”
çiftler en şık kıyafetleri ile caddeleri doldurup seçim mahallerine
akıyor.
Kot kumaşların, polyesterin ütü istemez kullanım
kolaylığı, spor giyim rahatlığı hâkim oldu giyimimize. Tabii en büyük etken
konfeksiyon sanayinin hızlı üretimi, bol çeşit sunumu yanında ısmarlama dikişe
göre avantajlı fiyatı. Bütün bunların
dışında adına moda denilen akımın hızlı iletişim araçları ve reklâm
kampanyaları ile toplumu etkilemesi.
Çocukluk yıllarımda erkeklerin yaz kış açık başla,
ceketsiz, kısa kollu gömlekle gezmeleri ayıptı. Kırsal kesimim tercih ettiği
kasket çok azaldı. Kentlilerin, aydın kesimin ve memur sınıfının fötr şapkası
ise hiç kalmadı. Mağaza raflarından
fötr şapka kalktı, kahvelerde, berber dükkânlarında ev vestiyerlerinde
şapkalıklar da, çarşılarda şapkacılar
da… Bursa Kapalıçarşı’da şapkacı Kazım Kınav, Açıkçarşı’da Osman Şaşmaz en
zengin çeşidi sunarlardı. Şapka
kalıpçıları da tarihe karıştılar. Kullanılarak formu bozulan, kirlenen, kasnağı
yağ bağlayan fötr şapkalar buralarda temizlenir, genişliği mengeneli yapısı ile ayarlanabilen
tahtadan kafalara giydirilerek buharla ütülenir, form verilirdi. Yıkanan veya
değiştirilen kurdelesi dikilir, yepyeni kullanıma sunulurdu. Bursa’da bu
şapkacılardan yan yana iki üç tanesi Yeniyol’un başlangıcında ve Ünlü Caddede
varlıklarını yakın yıllara kadar korudular. İstanbul’da ise Yüksek Kaldırım bu
esnafla doluydu.
Yaz ayları fötrler çıkar hasır Panama şapkalar alırdı
yerini. Mahfel’de, genelde işleticisi Rıdvan Bey’in masası etrafında yoğunlaşan,
asker emeklileri 15 Mayıs gelince emir almış gibi, bir günde hasır şapkaya
geçerdi. 29 Ekim tarihine kadar. Yazlık, kışlık üniforma değişimi tarihine
endekslenmiş yaşamları hiç değilse şapka ile sürdürürdü bu alışkanlığı. Şimdi,
genç yaşlı, emekli, sivil, resmi, sporcu bütün kesimlerin başında arkadan
ayarlanabilir kepler… Herkese
yakıştığını söyleyemem ama resmi kıyafetli hanım kızların arka deliğinden
dışarı çıkardıkları atkuyruğu saçları güzel bir görünüm. Kırsal kesim ve orta yaşı geçenler takke ile
kalpak arası örme bir başlığı yeğliyor, özellikle kışın. Öğrencilerde deseniz
şapka diye bir şey kalmadı. Öğrenci kızların kareli etekleri dışında eteklikli
hanım görmek de istisna oldu.
Çok renkli, bol kesim parkaların dışında pardösü ve
paltoyu ne sıklıkla görüyorsunuz? Son zamanlarda takım elbiselerin içinde
kravat da azaldı, ütüsüz kadife pantolonlar moda. Kahverengi ile lacivert
uyumlu sayılabiliyor, smokin ceketi
altına bile kot pantolon giyilebiliyor. Üstelik yırtık ve soluk olanları daha makbul. Kız erkek bütün gençlerde en sıcak yaz
günlerinde bile battal spor pabuçlar veya asker postalı modeller şıklık
göstergesi oldular; hem de otomobil fiyatına!
Dönemlere göre tarzlar, renkler, modeller değişse de
iyi giyim her zaman şıklık ve imaj arzusudur. Bir Fransız atasözü “iyi giyim
şahsiyeti takviye eder” der. At hırsızı kılıklı suçluların mahkeme
görüntülerindeki takım elbiseli, kravatlı ve munis davranışları hâkimleri ne
kadar etkiliyor bilemiyorum. Bir Çin atasözü de “insanlar kıyafetlerine göre
karşılanır, bilgilerine göre ağırlanırlar” diyor.
Eski bakanlardan Şükrü Saraçoğlu yanında İstanbul
milletvekili Salâh Cimcoz ile Beyoğlu’ndaki bir restorandan çıkarken vestiyerde
ressam İbrahim Çallı ile karşılaşırlar. Saraçoğlu bakar: “Yahu Çallı” der.
“Senin kürkün benimkiyle aynı görünüyor ama farklılar, benimkinin içinde
sadakor astar var.” İbrahim Çallı cevaplar: “Tabii ki farklı, benimkinin içinde
İbrahim Çallı var!”
Dönemimiz giyiminin nükteleri bile gerilerde kaldı.
Zenginlik güzel şey, refah çok güzel, tüketim
ekonomiyi canlandırır, canlanan ekonomi istihdamı…
Ama tasarrufu
bu kadar dışlamalı mı idik?
Bilemiyorum...