6 Aralık 2017 Çarşamba

MAHALLE I

     
          

Ben bir Anadolu çocuğuyum.  Bizim büyüdüğümüz 1950’ler evveli Türkiye’sinde büyük-küçük, kasaba- şehir farklılıkları olmadan, taşranın müşterek sosyal yapısı ve yaşam tarzı vardı. Aileden sonraki sosyal basamak MAHALLE idi. İfade ettiği kelimenin ötesinde örfler, sevgiler, saygılar, beraberlikler ve fakat sırlar yumağı ile örülmüş, gizemi yüksek bahçe duvarları ile birbirinden ayrılmıştı. O duvarlar ki ifrat ve tefriti (aşırılık ve tam tersi) arkalarında gizleyip, para ile imânın kimde olduğunu belli etmeyen, Türk-İslâm sentezinin koruyucusu idiler.
Doğum, düğün gibi tatlılar, hastalık, ölüm gibi acılar aynı anda tek vücut gibi hissedilirdi.
Sosyal seviyesi ve gelir düzeyi ne olursa olsun,  dışa doğru eşit yaşam tarzı sürdürülür, komşunun sahip olamayacağı nesneler gizli alınır, gizli taşınır, sokağa doğru yüksek, ara duvarları alçak bahçelerin meyvesi birlikte yenilirdi. “komşuda pişen size de düşer”, evler arasına sıkışmış dul bir kadın, kimseye hissettirilmeden “annemin selâmı var” eşliğinde getirilen, peçeteye sarılı bir sahanla doyurulur, giydirilir, eli öpülür, itibar edilirdi.
Her mahallenin çekinilen yaşlıları, bir Hacı Hala’sı ya da Hacı Teyze’si olurdu. Kadınlar Teyze, erkekler Amcaydı. Bir kuşak büyükler Abla ya da Ağabey. Askerlik çağındaki ağabeyler mahallenin namusunu (!)  koruma ve kollama yetkisini de ellerinde tutardı.  Artık serpilmiş mahalle kızlarının fingirdeyerek yürümeleri, peşlerine başka mahalle delikanlılarını takıp getirmeleri ayıp ve yasaktı.  Saçlarını briyantinleyim, afili giyinerek, kız tavlamaya gelen  yabancı mahalle delikanlıları bu ekip tarafından, icabında ciddi kavgalarla def edilirdi. Sadece sizin sokaklarınızı geçit olarak kullanmak zorundaki komşu mahalle sakinleri, kurallara uymak ve karşılıklı olmak kaydı ile bu kısıtlamadan muaftı. Mahalleden çıkacak gelin alaylarının yolunu kesip, damattan bahşiş almak da bu sınıfın hakkıydı.
Bir kadının temizlik ve titizlik göstergesi kapı önündeki Arnavut kaldırımı taşlarıdır.  Her sabah sulanıp, artık kıdem yitirmiş -daha kıdemsizleri helâ süpürgesi olacaktır- bir süpürge ile taş araları oyuluncaya kadar, ısrarla süpürülür.  Sağ elde süpürge, sol el göğüs dekoltesi görünmesin diye,  yaka üzerine tespitleşmiş olarak ve karşı komşu ile günün ilk söyleşisi yapılarak.  Arada bilinçli frikik veren yarı kaltak tipler de çıkardı.
Bir diğer temizlik ölçüsü, tahta fırçası ve Arapsabunu ile boyasız ahşap kısımları ve kapı eşiklerini ovarak rendelenmiş güzelim tahtaları şeftali kabuğu gibi tüylendirip sarartmak çabasıydı.
 Mahalle sakinleri değişmez, giyim tarzı nerede ise yeknesaktı. Yeni gelenler genelde memur aileleridir. Bazen çabuk intibak ederler bazen kabulleri uzun sürerdi. Biraz frapan giyimli, yeni bir kiracı hanım; “tango, tango sırtında fiyango, ayakları değnek g.tü dümbüldek”, yaşlı iseler; “ey kokana, kokana Allah vursun tepene”, erkek iseler; “len bopsitil” hitaplarına bir süre tahammül zorundaydı.  Sonunda ya mahalleyi terk eder ya da kılığında biraz fedakârlık yaparak “Boyalı Kuş” olmaktan kurtulurdu. Mahalleye yeni taşınan güzel bir kız varsa,  bir süre için “Yeni Kız”  yaşıtı bütün oğlanların gözdesi ve gizli sevgilisi olurdu.
Para çok kullanılmazdı.  Anneler eski giysi ve yumurta vererek çamaşır selesi, emaye kaplar trampa ederler, bizler de biriktirdiğimiz cam kırıkları ve boş şişeleri verip leblebi tozu, iğde, keçiboynuzu alırdık, eşekli sokak satıcılarından.
Yıllar sonra bir yemişçide karşılaşıp aldığım, eski dost keçiboynuzunu, bir kere ısırıp tüküren çocuklarım bu odun parçasında ne gibi bir lezzet bulduğumu anlayamamış, hayretle yüzüme bakmışlardı.  Aynı hüsrana pestil ile de uğrayınca bir daha hiç teşebbüs etmedim ve iğde götürmedim.
Mahalle canlı bir olguydu. Her canlı gibi yaşardı.  Büyüyen nesil gelin edilir, tahsile ya da askere gider, ama hemen ardından yeni bir kuşak nöbeti teslim almağa hazırdır.
Bir de mahallenin değişmez unsurları vardı ki; bekçisi, bakkalı, çeşmesi ve özellikle Meydanlığı ile mahalle bir bütündü. Araba dingilleri vurup sıvayı zedelemesin diye, ev köşelerine dikilen taşlar gibi. Veya berber Abdullah Amca gibi; ilk tıraş, tahta berber koltuğunun üzerine koyduğu ek tahtaya oturarak, onda olundu, nice tüysüzler onun ellerinde sakallandı, nice kara saçlar onun elinde ağardı ve nice aksakallılar son tıraşını onda oldular. Veya Salim Çavuş gibi; mahallenin değişmez kahvecisi.  Gece oyunu biraz uzatan son masayı  “hadi gâri Memet yatcek.” Hitabı ile kovalayabilecek tek yetkili.  Aslında, yatacak yeri olmadığından kahveye sığınan mahallenin garibi Mehmet’in değil Salim Çavuş’un uykusu gelmiştir. Ya da Ayşe Teyze gibi; tek kat, iki göz evinin bir odasına kurduğu tahta el tezgâhında yıllar boyu bütün mahallenin çaput kilimlerini (pala) dokudu.  Eski elbiseler, perdeler döşemelikler iki santim eninde şeritler halinde kesilir, sonra Ayşe Teyze’ye getirilir, Onun kozasını ören ipek böceği sabrı ile elde dokunarak yarım metre eninde yol kilimi olurdu.  Kodal Ağa, evlenip askere gitmiş, Yemen’e.  Ne kendi gelmiş ne de künyesi.  Ayşe Teyze, kendi el yapımı, şimşir baskısı yemenisinin altında, sarı saçlarını onu beklerken ağartmış. Dokuduğu kilimlerin boyu belki Yemen’e varmış ama ben mahalleden ayrıldığımda Kodal Ağa hâlâ dönmemişti...    
Ve bir gün Demokrasi geldi. 1950 seçimleri ile ülkenin sosyal yapısında büyük değişimler oldu. Yıllardır birikim aracı olan para, bir harcama vasıtası oluverdi.  Marshall yardımı, çok çeşit ithâl girdiler, kara yollarının hızlı gelişimi, sokak aralarında dolaşmağa başlayan, meydanlığa giren otomobiller, sanayi hamlesi ile kırsal yörelerden göçler ve de yeni zenginler: Yaşam tarzları, harcama dürtüleri ile önce eşitliği sonra saygı ve sevgiyi, mânevi değerleri birer birer törpüledi, aşındırdı, eritti...  Sokakta bir şeyler yeme imtiyazını bile tek haneli yaş gurubunun elinden aldılar...  Yapılaşma başladı... Ardından yap-satçılar geldiler...  Hatıralar dolu evlerle beraber mahallenin garipleri de birer birer yok oldular... Meydanlıklar, yollara taşan erik ağaçları, bahçe duvarları hep apartman oldu, geçmişin deriliklerinde yitip gittiler... 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...