Diller barındırdıkları deyimlerin (ıstılah/idiom) çokluğu ile zenginleşirler. Türkçe'miz bu yönden oldukça varlıklıdır.
Kişisel
lügatimize ilk giren yeni bir kardeşe sahip olduğumuzda komşu teyzenin
söylemidir; PAPUCUN DAMA ATILDI. Cumhuriyet döneminde Esnaf Teşkilatları
kurulana değin Osmanlılardan hatta daha evvelinden süregelen; esnaflar ve
üreticileri denetleyen, tüketici haklarını koruyan Lonca Teşkilatı hâkimdi.
İşte bu cümleden yaptığı hileli imalat veya müşteri ilişkileri yüzünden üç kez
ihtar cezası alan bir kunduracı dükkânına, kethüda (dernek başkanı), Yiğitbaşı
(başyardımcı) ve bir esnaftan oluşan üç kişi gelir. Dükkân önünde teşhirdeki
bir pabucu alarak dükkânın damına atar. Bu eylemden sonra o kişi tüm itibarını yitirir
ve bir daha o kentte esnaflık yapamaz.
-Acelen
ne DAHA FİNCANIN SOĞUMADI? Bu deyim de Lonca Jargonundan kalmıştır.
Bir
kahvehanede servis edilen kahve veya çayın fincanı soğumadan boşunun alınması
kuraldır. Bu, dakikayla tespit edilmemiş zaman sürecinde fincan kırılırsa
müşteri bedelini öder. Daha sonraki zaman sürecinde olacak kırılma için servisi
yapan-daha doğrusu zamanında yapmayan- suçudur.
Dervişin
yanına aldığı bir çömez çok küfürbaz olduğundan dervişi tarafından ağzında
devamlı iri bir bakla taşımakla görevlendirilmiş. Bir ramazan günü yanında
çömezleri omuzlarında Keşkül, cerre çıkmışlar (iane ve sadaka toplama
yöntemi). Bir konağın önüne gelmişler,
kapı tokmağına vurmuşlar, kafes arkasından bir hanım sesi;
-Derviş
Efendi, biraz bekleyin.
Biraz
değil, iyi bir iane geleceği umudu ile uzun süre beklemişler.
-Artık
gidebilirsiniz.
-Be
hatun bizi bu kadar niye beklettin?
-Tavuğum
gurk olmuş altına yumurta koyuyordum. Kapı önünde külahlı biri olursa,
civcivler tepeli çıkarmış. Derviş,
çömezine dönmüş.
-
BAKLAYI ÇIKAR AĞZINDAN.
Afyon
Sakızı (Opium) keyif verici bir maddedir. Günümüzde artık tiryakisi kalmamış
olsa da çok yaygın olduğu yıllarda bunu yutarak keyiflenen tiryakiler ramazan
ayı için bir formül bulmuşlar. Mercimek kadar afyon sakızını bir kat sigara
kâğıdına bir başkasını iki kat kâğıda üçüncüsünü de üç kat kâğıda sarıp sahurda
hepsini birden yutarlarmış. Bu adamlara ÜÇKÂĞITÇI denilirmiş. Mide asitlerinin
etkisi ile saatler sonra önce tek kâğıt eriyerek Opium açığa çıkar yani o
kişinin AFYONU PATLAR. Belirli süre
sonra iki katlı ardından üç katlı çözülerek gün boyu keyif sürdürme metodu… Günümüz
üçkâğıtçılarına göre çok masum değil mi? Üç iskambil kâğıdı ile numara
yapanlara da bu isim verilmiş olsa da bunlar ÇAKMA üçkâğıtçılar.
1970’li yılların ikinci yarısında ülke ciddi
şekilde döviz darboğazına girdi. O zamanların Başbakanı Demirel’in deyimi ile
“yetmiş sente muhtaç” hale geldik.
Birçok ithal mal meyanında oto yedek parçaları da bulunamaz oldu. O
yılar otomobillerin en çok yıpranan aksamı fren ve debriyaj balatalarıdır. Yenisi
ya yoktur ya çok pahalıdır. İşte o yıllar Bursalı ustalar fren pabuçlarına ve
debriyaj disklerine asbest malzeme çakarak bu sorunu çözdüler. Ve terminolojimize
ÇAKMA BALATA deyimi girdi. Sonraları orijinal dışı, taklit, sahte anlamlarını da yüklendi ÇAKMA’ya…
.
Kesilmiş
çam ağaçlarının geniş gövdelerinin içi maharetle oyularak bir testi şekline
sokulurdu. Suyu hem serin tutar hem de çam kokusu ile güzle bir aroma
kazanırdı. Ben bu BARDAK’lara yetiştim.
Genç, askere gitmiş. Askerliğin çok uzun olduğu yıllar. Sonunda köyüne dönmüş
ama köyün girişindeki o devasa çam ağaçları artık yok. Babasına ne olduğunu sormuş;
-Oğul,
ESKİ ÇAMLAR BARDAK OLDU. Sonradan hurda
cam kırıklarının değerlendirildiği yakıştırması ile (eski camlar bardak oldu)
değil.
Osmanlılarda arşivciliğe büyük önem verilir ve devlete ait
her belge titizlikle saklanırdı. Bu iş için bez torbalar kullanır ve her aya
ait biriken evrakı bir torbaya doldurarak saklanır ve torbaların üzerine iri
yazı ile ait olduğu ayın ismi yazılırmış. Geçim sıkıntısındaki bir arşiv memuru boş torbalardan
alıp evine götürmüş hanımına, iç çamaşırı diktirmiş. Gel zaman, git zaman; kısa
sürede anlaşılamaz şekilde yükselmiş. Hep doğruluktan devlet malını canı gibi
koruduğunu ve hırsızlık yolsuzluk yapmadığını vurgulamış durmuş. Hatta önüne
gelen amir memur demeden suçlar ve övünürmüş. Yine böyle bir mecliste, hamam,
hastalık, çamaşır ipi gibi bir vesile ile iç çamaşırı üzerinde CEMAZİYÜLEVVEL (hicri
takvimde beşinci ay) yazısını görmüş
olan bir arkadaşı dayanamayıp her şeyi anlatmış ve arkasından eklemiş: “
Canım, şimdiki haline bakmayın, biz onun CEMAZİYÜLEVVELİNİ BİLİRİZ.”
Resim
sergisini ziyaret eden bir kişi bir tablonun önünde çok uzun süre durmuş. Sergi
sahibi ressamın dikkatini çekmiş bu hal yaklaşıp sormuş.
-Çok
ilgilendiniz, nasıl buldunuz?
-Bu
resimde büyük bir yanlışlık var.
-Yaa.
Ne gibi?
-Atın
üstündeki bu adamın çizmesi beş körüklü. Oysa süvari çizmesi dört körüklü olur.
Ben çizmeciyim. Bu işi iyi bilirim.
-Teşekkür
ederim öğrenmiş oldum. Ressam ayrılmış,
adam ayrılmıyor. Ressam biraz sonra geri dönmüş. İzleyici;
-Bakın
Süvarinin kırbaç tutan eli de yanlış, gölge ters…
-
Yoo. Sen ÇİZMEDEN YUKARI ÇIKMA.
Yazı
bir hayli uzadı çizmeden yukarı çıkmamayım.
Hapşırınca
ÇOK YAŞA deriz. Bu söylem Sümerlerden kalmış. Onların inanışına göre insan ruhu
ölüm esnasında burundan çıkarmış. Bu
temenni ile ölümü önlediklerine inanırlarmış.
Bu söylem oradan hemen her dile benzer anlamlarla geçmiş.
Hapşırmasanız
da çok yaşayın ama iyi yaşayın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder