22 Kasım 2017 Çarşamba

DEYİMLER

Diller barındırdıkları deyimlerin (ıstılah/idiom) çokluğu ile zenginleşirler. Türkçe'miz bu yönden oldukça varlıklıdır.

Kişisel lügatimize ilk giren yeni bir kardeşe sahip olduğumuzda komşu teyzenin söylemidir; PAPUCUN DAMA ATILDI. Cumhuriyet döneminde Esnaf Teşkilatları kurulana değin Osmanlılardan hatta daha evvelinden süregelen; esnaflar ve üreticileri denetleyen, tüketici haklarını koruyan Lonca Teşkilatı hâkimdi. İşte bu cümleden yaptığı hileli imalat veya müşteri ilişkileri yüzünden üç kez ihtar cezası alan bir kunduracı dükkânına, kethüda (dernek başkanı), Yiğitbaşı (başyardımcı) ve bir esnaftan oluşan üç kişi gelir. Dükkân önünde teşhirdeki bir pabucu alarak dükkânın damına atar. Bu eylemden sonra o kişi tüm itibarını yitirir ve bir daha o kentte esnaflık yapamaz.
-Acelen ne DAHA FİNCANIN SOĞUMADI? Bu deyim de Lonca Jargonundan kalmıştır.
Bir kahvehanede servis edilen kahve veya çayın fincanı soğumadan boşunun alınması kuraldır. Bu, dakikayla tespit edilmemiş zaman sürecinde fincan kırılırsa müşteri bedelini öder. Daha sonraki zaman sürecinde olacak kırılma için servisi yapan-daha doğrusu zamanında yapmayan- suçudur.
Dervişin yanına aldığı bir çömez çok küfürbaz olduğundan dervişi tarafından ağzında devamlı iri bir bakla taşımakla görevlendirilmiş. Bir ramazan günü yanında çömezleri omuzlarında Keşkül, cerre çıkmışlar (iane ve sadaka toplama yöntemi).  Bir konağın önüne gelmişler, kapı tokmağına vurmuşlar, kafes arkasından bir hanım sesi;
-Derviş Efendi, biraz bekleyin.
Biraz değil, iyi bir iane geleceği umudu ile uzun süre beklemişler.
-Artık gidebilirsiniz.
-Be hatun bizi bu kadar niye beklettin?
-Tavuğum gurk olmuş altına yumurta koyuyordum. Kapı önünde külahlı biri olursa, civcivler tepeli çıkarmış.  Derviş, çömezine dönmüş.
- BAKLAYI ÇIKAR AĞZINDAN.
Afyon Sakızı (Opium) keyif verici bir maddedir. Günümüzde artık tiryakisi kalmamış olsa da çok yaygın olduğu yıllarda bunu yutarak keyiflenen tiryakiler ramazan ayı için bir formül bulmuşlar. Mercimek kadar afyon sakızını bir kat sigara kâğıdına bir başkasını iki kat kâğıda üçüncüsünü de üç kat kâğıda sarıp sahurda hepsini birden yutarlarmış. Bu adamlara ÜÇKÂĞITÇI denilirmiş. Mide asitlerinin etkisi ile saatler sonra önce tek kâğıt eriyerek Opium açığa çıkar yani o kişinin AFYONU PATLAR.  Belirli süre sonra iki katlı ardından üç katlı çözülerek gün boyu keyif sürdürme metodu… Günümüz üçkâğıtçılarına göre çok masum değil mi? Üç iskambil kâğıdı ile numara yapanlara da bu isim verilmiş olsa da bunlar ÇAKMA üçkâğıtçılar.
 1970’li yılların ikinci yarısında ülke ciddi şekilde döviz darboğazına girdi. O zamanların Başbakanı Demirel’in deyimi ile “yetmiş sente muhtaç” hale geldik.  Birçok ithal mal meyanında oto yedek parçaları da bulunamaz oldu. O yılar otomobillerin en çok yıpranan aksamı fren ve debriyaj balatalarıdır. Yenisi ya yoktur ya çok pahalıdır. İşte o yıllar Bursalı ustalar fren pabuçlarına ve debriyaj disklerine asbest malzeme çakarak bu sorunu çözdüler. Ve terminolojimize ÇAKMA BALATA deyimi girdi.   Sonraları orijinal dışı, taklit,  sahte anlamlarını da yüklendi ÇAKMA’ya…
.
Kesilmiş çam ağaçlarının geniş gövdelerinin içi maharetle oyularak bir testi şekline sokulurdu. Suyu hem serin tutar hem de çam kokusu ile güzle bir aroma kazanırdı.  Ben bu BARDAK’lara yetiştim. Genç, askere gitmiş. Askerliğin çok uzun olduğu yıllar. Sonunda köyüne dönmüş ama köyün girişindeki o devasa çam ağaçları artık yok.  Babasına ne olduğunu sormuş;
-Oğul, ESKİ ÇAMLAR BARDAK OLDU.  Sonradan hurda cam kırıklarının değerlendirildiği yakıştırması ile (eski camlar bardak oldu) değil.
Osmanlılarda arşivciliğe büyük önem verilir ve devlete ait her belge titizlikle saklanırdı. Bu iş için bez torbalar kullanır ve her aya ait biriken evrakı bir torbaya doldurarak saklanır ve torbaların üzerine iri yazı ile ait olduğu ayın ismi yazılırmış.   Geçim sıkıntısındaki bir arşiv memuru boş torbalardan alıp evine götürmüş hanımına, iç çamaşırı diktirmiş. Gel zaman, git zaman; kısa sürede anlaşılamaz şekilde yükselmiş. Hep doğruluktan devlet malını canı gibi koruduğunu ve hırsızlık yolsuzluk yapmadığını vurgulamış durmuş. Hatta önüne gelen amir memur demeden suçlar ve övünürmüş. Yine böyle bir mecliste, hamam, hastalık, çamaşır ipi gibi bir vesile ile iç çamaşırı üzerinde CEMAZİYÜLEVVEL (hicri takvimde beşinci ay)  yazısını görmüş olan bir arkadaşı dayanamayıp her şeyi anlatmış ve arkasından eklemiş:  “ Canım, şimdiki haline bakmayın, biz onun CEMAZİYÜLEVVELİNİ BİLİRİZ.” 
Resim sergisini ziyaret eden bir kişi bir tablonun önünde çok uzun süre durmuş. Sergi sahibi ressamın dikkatini çekmiş bu hal yaklaşıp sormuş.
-Çok ilgilendiniz, nasıl buldunuz?
-Bu resimde büyük bir yanlışlık var.
-Yaa. Ne gibi?
-Atın üstündeki bu adamın çizmesi beş körüklü. Oysa süvari çizmesi dört körüklü olur. Ben çizmeciyim. Bu işi iyi bilirim.
-Teşekkür ederim öğrenmiş oldum.  Ressam ayrılmış, adam ayrılmıyor. Ressam biraz sonra geri dönmüş. İzleyici;
-Bakın Süvarinin kırbaç tutan eli de yanlış, gölge ters…
- Yoo.  Sen ÇİZMEDEN YUKARI ÇIKMA.
Yazı bir hayli uzadı çizmeden yukarı çıkmamayım.
Hapşırınca ÇOK YAŞA deriz. Bu söylem Sümerlerden kalmış. Onların inanışına göre insan ruhu ölüm esnasında burundan çıkarmış.  Bu temenni ile ölümü önlediklerine inanırlarmış.  Bu söylem oradan hemen her dile benzer anlamlarla geçmiş. 
Hapşırmasanız da çok yaşayın ama iyi yaşayın…






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...