SEVGİLİ EKRAN
DOSTLARI,
ESKİ MAHALLE KONULU ANLATIMIM YİNE İLGİNİZE MAZHAR OLDU. ÇOK SAYIDA PAYLAŞIM, YORUM, BEĞENİ ALDIM.
HEM BUNLARA HEM DAHA EVVELKİ YAZILARIMA DEVAM EDİP GELEN BU TEVECCÜHÜNÜZE
ŞÜKRANLARIMI SUNARIM. BENİ TAKDİR EDEN,
ÖVGÜ VE TELKİNLERLE CESARETLENDİREN SİZ SEVGİLİ DOSTLARIN SABIR VE TOLERANSINA
SIĞINARAK KONUYA DEVAM EDİYORUM.
“Sokak; şehir ve kasabalarda evler arasındaki
yolardır” diye tanımlansa da her dönemde çocukların oyun yerleri
olagelmişlerdi. Günümüzde yalnızca küçük yerleşim merkezleri ve varoşlar bu
özelliğini koruyor. Büyük kentlerde ise bu işlevini yitirdiler ve otopark
oldular. Meydanlıklar da ya yok oldular ya da çok renkli, plâstik kaydırakların
yerleştirildikleri, yeşilden yoksun çocuk parkları! Ya,1950 evveli
meydanlıklar? Şöyleydiler:
Sokaklar dar ve yokuşlu olsalar da aralarında bir yerde
bir meydanlık mutlaka olacaktır. Sokak ve meydanlık bir bütündür. Bu mahâl, her yaştan çocuk
guruplarının gün boyu oynadığı, ilk küfür, ilk cinsel eğitimin alındığı,
arkadaşlığın, kavga ve toplu oyun kültürünün edinildiği bir forumdur.
Evler arasında, pek de büyük olmayan, zemini yılların
taban darbeleri ile betonlaşmış, bir kenarında oturup dinlenilecek bir taş
yığını veya yıkık duvarı bulunan, top kaçtığında kapısı çalınıp yalvarılacak,
bazen hışımla topunuzu bir geceliğine hapis eden ve bu kahrı ömür boyu tevekkül
ile çekecek “Bilmem ne Teyzen”in evi bulunacaktır.
Sokağın yazılı olamayan kuralları vardır. Ne zaman
topaç mevsiminin geldiğini, uçurtmanın hangi mevsim uçacağını, çember zamanını
bilinmez bir merkez tayin eder. Bir
sabah bakarsınız, herkes çemberi ile sokağa çıkmış ve sezon açılmıştır.
Sabah, evin erkekleri gittikten sonra sokağa çıkılır.
Biraz gecikenin cumbası altına gelen bir kız; “Teyze Suna gelmeyecek mi?”
Çağrısını yapar. Ya da koro
tarafından; “Ahmet pabucu yarım, çık
dışarı oynayalım.” tiradı okunur.
Öğlen saatlerinde boşalan sokaklar ikindiye doğru
yeniden renklenir. Akşam, babalar dönmeden
de dağılınır. Bahçelerden kesif kızartma
kokularının gelmeye başladığı saatlerde birisi aniden bağırır; “Evli
evine, köylü köyüne, evi olmayan sıçan deliğine.” O zaman herkes bu
melodiye katılarak hem evine doğru kaçar hem de en yakın arkadaşına eli ile
dokunur.
“Elim sende.” El’i alan başkasına ciro etmek zorundadır. Elini verecek kimseyi bulamazsa biraz buruk
evinin yolunu tutar. Ertesi günkü ilk oyunda ebedir. Biraz gecikilse pencereden
seslenen bir anne grubu dağıtır zaten.
Yaz ramazanlarının teravih süresi dışında geceleri
sokağa çıkılmaz. Analar, babalar camide iken oyun izni bir ramazan geleneğidir.
Bir de daha büyük ağabeyler meydanlıkta oturup topluca şarkı söyleyebilir ya da
kol kola mahalle aralarında tur atabilirler.
Meydanlığı kullanma yetkisi yaşça büyük olan
grubundur. Ve genelde top oynanır. Büyükler gelince evvelkiler oyunlarını yarıda
kesip sahayı terk ederler. Daha küçükler, saha kenarına dizilip kaçan topları
getirme şerefine (!) erişmeğe çalışırlar.
Bu arada sokaktan geçen askerlerin arkasından,
“Asker amca,
burnu kanca, elinde babanca...”
“Asker ağbi
merhaba, sen eşek ben araba.” diye
bağırırlar. Geceleri kışlada yatıp gündüzleri subayların ayak işleri ile görevlendirilmiş
Emir Erleri, bu Anadolu çocukları
sessizce gülüp geçerler. Kömür taşıyan,
odun kıran, fırına tepsi götüren bu erler; bazen içeri alınmadan akşama kadar
kapı önünde bekletilirlerdi. Bazı subay
eşlerinin bulaşık, çocuk bezi, çamaşır yıkattıkları, dövdükleri hâttâ cinsel
tacizde bulundukları söylentileri artınca, 1960 ihtilali hükümeti yerine bir
tazminat koyarak bu hizmeti lâv etti. O yıllarda -Çelikpalas otelinde bir akşam
yemeğinin on liraya yenebildiği zamanlar- Yedek Subay iken aldığım iki yüz lira
Emir Eri Tazminatı iyi paraydı.
Kızlar Meydanlıkta oynamaz. Onlar sokak araları veya
kapı önlerini kullanabilirler, biraz büyüdüler mi sokaktan çekilir, bahçe ve
avlularda toplanıp kanaviçe işlemeye çeyiz hazırlıklarına, maniler okumaya
başlarlar. Cinsellikleri akranları erkelerden önce uyanır. Gizli fısıldaşmalar
ve kıkırdamalar artar. Erkek akranları ile göz göze gelmemeğe ya da ısrarla
bakışmaya çalışırlar. Erkekler
cinselliği keşfedene değin içlerinden evlenenler bile olur. Kapı önlerini
eskisi kadar sık süpürmezler. Bu görev annelere geri döner.
Oyunlar esnasında kavga çıktığı da olur. Ağız dalaşı uzayıp da küfür derecesi muhterem
annelerin mahrem yerine geldiğinde iki çocuk kapışır. Yaş ve kuvvetleri denk ise elleşilmez,
ağabey, sağdıç, yâren gibi yakınların müdâhil olasına izin verilmez. Birazdan döven de dövülen de sonuca rıza
gösterir ve barışırlar. Kuvvetler denk
değilse araya girilip kavga önlenir.
Okullar açılınca, meydanlık küçüklere kalır. Bizler sabah sekizde gittiğimiz okuldan bir
saat öğle tatili yapıp akşam dörtte çıkardık. Okul çıkışı cilalı, tahta
çantalar meydanın bir köşesine yığılır, çelik bilyelerle Cilli veya Kafakarış
oynanır. Günler kısalmıştır, akşam çabuk olur, sokakta çok kalınmaz. Yapılacak
ödevler de vardır.
Ve kış gelir. Karın ilk yağdığı günler yumuşak kar ile
kartopu oynanır. Meydanın köşesine
kocaman bir kardan adam yapılır. Sonraki
günler kızak kayma günleridir. Uygun bir
yokuşta zaten sertleşmiş karın üzerine geceleri su dökülerek
buzlaştırılır. Orta yerine buzdan “g.t attıran” inşa edilir. Sabah camiye giden yaşlılar kül dökme
mücadelesi verirlerse de kazanan hep çocuklar olurlar. Daha ikinci gün kardan adamın
mangal kömürü gözü, kaşları dökülür, yeni yağan karla şekli bozulur ama o için
için eriyerek, tevekkül ile çocukların dönüşünü bekler...
Daima daha iyisini, daha güzelini yapma ve yaratma
yarışı vardı. Zaten bu yarış hep
vardır. Evvela üç dört çocuğun duvar
dibine dizilip, bacaklarını ayırarak en yükseğe ulaşmağa çalıştığı “sidik yarışı” ile başlar. Boyunuzun
uzun, kısa oluşu çok fark etmez. Beceri;
belinizi arkaya verip elde edeceğiniz açı ile basınç verme zamanlamasını
bilinçli kullanmaktır.
Arkadaşlık vericilik ve paylaşmadır. Herkes evinde bulunan kaynamış buğday, mısır
tanesi, pestil, erik, vişne, dut kuruları ne varsa getirir, birbirine ikram
eder. Biraz toz, biraz da cep içinde oluşmuş kumaş havı garnili olarak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder