Gelişim rüzgârları her şey gibi şehirlerde
kasabalarda çarşıların da görünümünü, düzenini değiştirdi. Çocukluğumda önlerinden geçerken
çalışmalarını merak ve alaka ile izlediğim mesleklerin, dükkânların,
zanaatkârların birçoğu yok oldular. Ya da az gelişmiş yerleşim merkezlerinde
veya kentlerin ulaşılmaz kuytularında “yaşayan
ölüler!”
Araba yapımcıları, dövme demirciler,
bıçakçılar, köfüncüler, tenekeciler, lehimciler, yemeniciler, çarıkçılar,
semerciler, koşumcular, saraçlar, yün
çorapçılar, tarakçılar, keçeciler, mutGeaflar, tespihçiler nerelerde siniz?
Birkaç büyük şehir dışında gündüzleri elektriğin
olmadığı dönemlerde; önü açık kara dükkânlarda, kara çocukların gün boyu elle
veya ayakla körük çektiği, örs başında ustanın çekiç, kalfaların balyozları ile
bir senfoni düzeni ve ritmi içeresinde akkor demirin şekillendiği mekânlara ne
oldu? Keser veya el rendeleri marifeti
ile koca kalasların yonga yonga ufalarak tekerlekler, oklar, kasalara
dönüştüğü, allı yeşilli boyalanıp yağız atların ardına takılan Tatar arabaları,
faytonların oluşturulduğu sıra sıra dükkânlar… Ya sizlere ne oldu?
Güzelim atların koşumlarını, kantarmalarını,
dizginlerini üreten eller yaşam mücadelesini plastik kamyon çamurlukları
üzerine absürt deyimler işleyerek mi sürdürmeliydiler?
Çözümlenmez ham maddeleri ile doğanın dengesini tehdit
eden PVC önce sizleri mi yok etti, atık tenekelerden pırıl pırıl ibrikler,
maşrapalar, faraşlar, kandiller üreten tenekeciler. Bu eşyaları sabırla onaran,
defalarca kullanımına olanak sağlayan, odunkömürlü küçük maltızında kızışmış
bakır havyalarının mis kokulu nışadır dumanı yaydıkları vefakâr lehimciler
sizde mi plâstiğin hışmına uğradınız?
Küçük dükkânında, dizleri arasındaki küçük mengenesine
sıkıştırdığı boynuzu, kemiği, sedefi, fildişini elindeki eğe ve testere
marifeti ile sabırla gelin tarağı haline getiren tarakçılar yalnız türkülerde
mi yaşamalıydınız; “Naciye’min
saçlarında”?
Taranmış tel tel koyunyünlerini büyük, hasır rulolar içeresinde
taban darbeleri ve alın teri ile sıkıştırılıp, sıcak hamam ortamlarında sabunla
pişirerek keçeleştiren solgun benizli, nahif yapılı keçeciler; dağdaki
çobanının soğuk ve yağmur işlemez kepeneğini yüzyıllar boyu ürettiniz. Bir hamam sıcağı, bir soğuktaki meşakkatli
mesleğiniz nerede ise hepinizi verem etti. Ama ölümünüz veremden olmadı,
sentetik muflonlu parkalar yitirdi sizleri.
Belinizdeki bohçada bir kucak karakeçi kılı
nasırlaşmış parmaklarınız arasından, bir çıkrık önünde ömür boyu hep geri geri
giderek büküm büküm ip oldu. İpler yular oldular, heybe oldular, at örtüsü, yem torbası, yamçı neler neler
oldular... Sonra bir gün naylon ip geldi “mertlik
bozuldu”. Sizler de yok oldunuz…
Adınız kaldı yadigâr Anadolu yollarında, yurdumun kamyonlarında kaporta üzerine
“Mutaf” diye yazılı...
Sol elindeki kemane yardımı ile hareketlendirdiği
küçük tornasında diğer eli ile kaplumbağa kabuklarında, kemikte, zeytin
çekirdeğinde, ağaç kökünde kehribarda, taşlarda tane tane, sabır sabır ömür
tüketen tespihciler, ya sizleri anımsayan kaldı mı? En az yarısı eli tespihli ulusumuzun
fertleri, ellerindeki hac yolu ile gelmiş uzak doğu üretimi tespihleri çekerken
sizlere hiç Fatiha okuyan var mı acep?
Ya, vefa’ya ne mi oldu? O bozanın adı
günümüzde…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder