KAHVEHANE’DEN
KAFE’YE
“Gönül
ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane.”
Ya
sohbet konusu kahvehane ise? O zaman buyurunuz başlayalım.
Kahve
keyif vericidir (eski deyimle mükeyyifattan), kahvehane alışkanlığı ise bir
tiryakiliktir ve Türk sosyal hayatına büyük etkileri vardır. Türk erkeği genelde evde oturmaz hele
geceleri hiç. Anadolu’daki deyimle “sofranın üstünden atlayıp” soluğu
kahvehanede alır. O kadar ki; kız isteme
seremonilerinde damat adayının meziyetleri sayılırken “içkisi sigarası, kahvesi
yok” söylemi ile kahvehane alışkanlığının olmadığı kast edilmektedir. Zaten
genelde de söyleniş kahve şeklindedir.
1960
ihtilalinden sonra yapılacak periyodik nüfus sayımı sistemini ıslah için
İsviçre’den demografi uzmanları getirilmiş. Adamalar önincelemeler sırasında
birkaç hususu tespit etmişler. Bunlardan bir tanesi; yıllık nüfus artış
oranları her yıl yakın düzeylerde seyir ederken beş yılda bir anormal yükseliş
göstermektedir. Bu artan doğumlar ise nüfus sayımını takip eden yıldadır.
Sokağa çıkma yasağının uygulandığı ülkede erkeğimiz evde oturmaya alışık
değildir ki!
Kahvehaneler
ister köylerde ister şehirde olsun küçük farklılar dışında yazılı olmayan
kuralları ve unsurlarıyla değişiklik göstermezler. Klasik bir kahvehane şu unsurlardan oluşur.
İşletmeci
(patron), ocakçı, askıcılar (garson), şayet nargile varsa, lüle sarıcı,
ateşçiler, müdavimler ve müşteriler. Bu
unsurlar bazen ayrı kişilerde bazen ikisi üçü bir kimsede olabilir. Ateşçiler
genelde küçük çocuklardır, elde maşa ve ateş küreği ile çağrıldıkları masaya
koşar, lüle üzerindeki koru tazelerler. Ocakçı ve askıcılar genelde çok
değişmez, bunlar müdavimleri ve ara sıra da gelseler bazı müşterilerin özel
zevklerini iyi bilir, ocağa sipariş isim telaffuz edilerek iletirler. Ocakçı da
kahvenin şeker, kahve, köpük oranını, çayın demini duyduğu ve hafızasında
kayıtlı isme göre tertipler. Bu müdavimlerin ocakta kişiye özel fincan ve
bardakları da bulunur ve başkasının servisinde kullanılmazlar. Nargile
tiryakilerinin özel marpuçları ve bilardo oyuncularının özel istikaları da bu
cümledendir. Askıcılar sipariş verirken
ve servis yaparken shov da yaparlar. Servis kat'iyen tepsi ile yapılmaz mutlaka
üç saplı askı ile yapılır ve bu askı hızla havada döndürülerek kahve dökülmeden
masaya sunulur. Yeşil kahvesindeki askıcı Basri’nin sipariş nakaratları
meşhurdu. Bu müdavimlerin masa sandalyeleri de önceliklidir. Evvelce buraya
oturmuş olanlar ayrıcalıklıların gelişi ile yavaşça yerini terk eder veya
askıcı tarafından nazikçe uyarılırlar.
Bursa’da
klasik kahvehane tarzını ve kültürünü tüm unsurları ile yansıtan yer Mahfel’di;
ki kelime anlamı olarak “toplanma yeri” anlamını taşır. Orduevi ve Askeri
Gazino, dernek lokalleri de aynı isimle anılırlar. Klasik unsurları dışında Mahfelin kendine
özgü bir müşteri florası ve disiplin statüsü de vardı. Belki de 1913 yılında
Türk Ocağı olarak hizmet verdiği günlerden kalan asalet ve disiplinin süregelen
etkisiydi bu.
Müdavimler
ve müşteriler genelde asker ve sivil emekliler, hâkimler, avukatlar,
öğretmenler, memur ve tüccar kesimidir. Özellikle asker emeklileri işletmeci
Rıdvan Bey’in (Akçaylı) masif ceviz yazıhanesi etrafında oturur, bıkmadan
usanmadan muvazzaflık dönemi hatıraları ve memleket meselelerinin çözümü ile
meşgul olurlardı. Birbirine çok benzeyen
sivil kıyafetleri yanında ortak özellikleri, üniforma taşıdıkları dönemlerin
bir kalıntısı olarak on beş Mayıs günü başlarındaki fötr şapkaların o yılların
vazgeçilmez ürünü hasır Panama şapkalarla değişir olmasıydı. Yirmi dokuz
Ekim’de yeniden fötr şapkalara dönülmek üzere… Beyefendiler başı açık
gezmezlerdi ki…
Benzer
tüm mekânlarda domino oynanırken metal taşların mermer masalara hızla vurulması
bir ritüelken burada bu hareket ayıp sayılır ve dikkat edilirdi. Keza kâğıt ve
tavla oynayanların yüksek konuşması yazlı olamayan bir kuralla yasaklanmıştı.
Buranın
müşteri sınıfında yaş hiyerarşisi hâkimdi. Büyük salondakiler orta yaş ve
üzeridir. Gençler yandaki bilardo salonundadır. Yaz aylarında babalar, bazen
anneler ile gelen çocuklar bahçede, demir ayaklı mermer masalarda olurlar.
Gökdere’den tatlı esintilerin ve coşkulu akan derenin musikisiyle
renklendirdiği bahçeyi yüksek, ulu çınarlar gölgeler ama üzerlerinde her zaman
sizi nişanlayarak üzerinize uğur(!) konduran kargalar yaşarlar. Çınarın üst
dalları arasına bağlanmış büyük çanın ucundaki ipi ara sıra bir zangoç edası
ile çeken garson Osman’ın gayreti ise kanıksamış kargalara pek fayda etmez
sadece ebeveyn yanında Uludağ Gazozunu içen çocukları eğlendirir.
Bu aylarda müdavimler bahçeye bakan set
üstünde, genç takım yine bilardo salonunun önündeki settedir. Üç bilardo
masasını barındıran bu salon Rıdvan Bey’in damadı Hüseyin Bey’in (Oganer)
denetimindedir. Hüseyin Bey iyi bir
bilardo kurucusudur. Bilardo oynamak ne kadar matematik, geometri ve denge becerisini
gerektiriyorsa bilardo masasını kurmak ve çuhasını değiştirmek o kadar dikkat
ve beceri gerektirir. Ağır masif ayaklar ve kalın mermer zeminde en ufak bir
meyil ve pürüz, özel yün çuhadaki bolluk, büzülme ve pili, lastik bantlardaki
sertlik ve nem bile topun yönünü saptırır.
Gençlerin
toplanma yeri ise Mahfel’in tam karşısında, ahşap bir asma terasla Gökdere’nin
üzerine sarkmış Ferah Kıraathanesi’dir. Kıraathane diye anıldığına bakmayın,
burada kıraathane değil tipik kahvehane statüsü hâkimdi. Tahtakale Caddesi
üzerinde Cumhuriyet Kıraathanesi de bu ismi taşırdı ama hele orasının
kıraathane olma özelliği hiç yoktu. Bir zamanlar her ilde birkaç tane bulunan
kıraathanelerde kâğıt ve tavla gibi oyun oynanmaz daha çok çay- kahve eşliğinde
gazete ve kitap okunurdu. Her gün alınan günlük gazeteler iç sayfaları
dağılmasın diye ince çıtalardan veya kamıştan yapılmış gazete boyundaki özel
kıskaçlarla ortalarından sabitlenerek masalara dağıtılır veya bu orijinal
kıskacın ucundaki bir çengel yardımı ile duvardaki yerlerine takılırdı. Bazen
Mahfel’de de gördüğüm bu etkinlik yakın zamanlara kadar İstanbul’da Babıali
yokuşundaki Meşrutiyet Kıraathanesinde ve Tepebaşı’ndaki Teşkilat-ı esasi
Kıraathanesinde yaşamına devam etti.
Kahvehanenin
bir köşesinde gazete okuma alışkanlığı her zaman her mekânda vardı. Diğer
müşteriler bu kişilere saygı göstererek çok gürültü çıkarmamaya gayrete
ederlerdi. En sakin saatlerden birisi de
Öğlen, akşam ve gece radyoda haber saatleridir. İşletmecinin masası arkasındaki
rafta duran radyo bu saatlerde açılır ve herkes oyunu bırakarak “Ajans”
dinlerdi. Hele sansasyon haberlerin olduğu günlerde…
Yaz
ayları dereye bakan geniş, giyotin camlarının açılıp, renkli, çizgili branda
tentelerinin indirilmesi ile sağlanan gölgelik ve Gökdere esintili Ferah
Kıraathanesi bir anlamda Mahfel’de oturabilme aşamasının bir önceki
basamağıydı. 1950’li yılların sonunda yıkılarak yerine belediyece bir pasaj
inşa edildi. İnşaat tam bitmişti ki 24 Ağustos1958’de büyük Kapalıçarşı yangını
vuku buldu. Yangınzede şekerciler cadde üzerine, ayakkabıcılar alt katlara
yerleştirildiler. Üst kattaki salon ise küçük bölmeler halinde kuyumcu ve
sarraf esnafına tahsis edildi. Daha sonraları bu bölüm nikâh dairesi, köfteci
gibi çeşitli hizmet birimlerine ev sahipliği yaptı şimdilerde İl Kütüphanesi
olarak hizmet vermekte.
Ferah’tan
önceki basamak ise Mahfel’in aralığındaki, Parmaksız Süleyman’ın i Akınspor
Kulübünün lokalidir. Çocukluktan gençliğe adım atanlar ilk kahvehane kültürünü
burada edinirlerdi!
Bursa’nın
isim yapmış kahvehanelerini sayarken Çakırhamam’daki Kadifeli Kahve’yi anmamak
mümkün mü? Duvarında bir sıra kahverengi kadife kaplı sedirle döşenmiş bu mekân
daha çok esnaf sınıfının kahvesiydi. Belirli meslek gruplarının toplandığı, bir
anlamda o sınıfın değişmez adresi olan kahveler vardı. Atatürk Caddesi, Emlâk
Kredi Bankasının (günümüzde Ziraat Bankası)aralığında (İnebey Caddesi) Usta
Kahvesi vardı. Her türlü yapı ustası burada bulunurdu. Zaten hemen aşağısındaki
çınarın dibinde Amele Pazarı kurulurdu. Tahtakale’deki hanlarda geceleyen
gurbetçiler sabah erkenden burada toplanır, seyyar poğaçacıdan doyurucu
“ayıboğan” poğaçasıyla, ilk doyumunu yapar, rızık beklerlerdi. Gündelik işçiye ihtiyacı olanlar veya usta
kahvesinden iş alarak elde zembili ile çıkan ustalar gerekli amelesini buradan
alırlar, saat dokuz, onlara kadar iş bulamayan ertesi günü beklemek üzere
buruk, Tahtakale hanlarının kahvelerine dönerlerdi.
Kuş
besleyenler ve sevenler yine Tahtakale aralığındaki Kuşçular Kahvesi’nde (kanarya sevenler Derneği) buluşur, pazar
günleri burada Kuş Pazarı kurulurdu.
Benzer bir başka mekân Tuzpazarı manavlar çarşısının dibinde Âşıklar
Kahvesi’ydi. Uludağ yolu üzerindeki Âşıklar Kahvesi ile karışmasın. Orası kahve
adı taşımakla beraber Çekirge’deki Hüsnügüzel, Selvinaz gibi çay bahçesi
tarzındaydı. Yeşil Kahvesi’ de kısmen bu havadadır. Tuzpazarı’ndaki Âşıklar
Kahvesi saz şairlerinin ve gezici âşıkların buluşma yeridir. Günümüzde bile bu
işlevi devam etmekte. Yakın zamana kadar Tahtakale Camii’nin köşesindeki
kahvede mevlithanlarla kontak kurulurdu. Atpazarı’ndaki Çalgıcılar Kahvesi,
Davulcular Kahvesi keza meslek kahveleriydi. İstanbul’da Yeşilçam Sokaktaki
Figüranlar Kahvesi ise Türkiye çapında en tipik örnektir.
Ulucami
köşesinde Çınarlı Kahve vardı, bir başka Çınarlı Kahve de Vilayet binasının ve
Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosunun (o zamanlar Halkevi idi) karşı köşesindeydi.
Celâl Bayar cumhurbaşkanı seçilip ilk Bursa ziyaretinde, valilikten çıktıktan
sonra bu kahvede oturup eski arkadaşları ile bir süre sohbet etmiş diye
anlatılırdı.
Bir
de ismi ile müsemma semt kahveleri vardı.
Devlet Hastanesi altında Yıldız Kahve, Meydancık Kahveleri, kabadayıları
ile ünlü Kuzgunluk Kahveleri, Çekirge’de Kemal Efe’nin kahvesi. Santral Garajın
yapımından sonra Garaj Kahvesi de eklendi bu listeye.
Garaj
Kahvesi’nin bir başka özelliği de Sabahçı Kahvesi olmasıdır. Sabahçı kahveleri
genelde tren istasyonları, iskeleler ve daha sonraları otobüs terminalleri
civarında oluşurlar. Gece geç saatlerde kente gelen yolcular ve yatacak yeri
olamayan bi-mekân takımı, garibanlar buralarda gün ağarana kadar barınırlar.
Özellikle kış geceleri çok gerekli bir hizmettir bu… Kolunu masaya dayayarak
uyuklayan ve bir bardak çayla sabahı etmek isteyen bu güruha garsonların sık
sık demli çay getirerek dürtüp önlerine sürdükleri, hiç olmazsa böylece üç beş
kuruş bırakmaları yolundaki ya da uyuklarken kolunun altına sürdükleri çay
bardağının kırılması ile bardak parası talep ettikleri hikâyeleri
anlatılagelir.
Oysa
söylemlerimizde “daha fincanın soğumadı kardeş” deyimi vardır. Daha lonca döneminden
kalma bir kuraldan kaynaklanır bu söz. O kurala göre; garson fincan veya bardak
soğuyana kadar boşu kaldırmakla yükümlüdür. Bu süre içinde müşteri kazayla
bardağı kırarsa bedelini öder. Bu süre geçtikten sonra kırılanlar için ise bir
şey ödemek zorunda değildir, bu garsona fatura edilir.
Köylü
hanlarının kahveleri dışında Yeniyol ve Atatürk Caddesindeki otellerin altında
da kahveler olurdu. Örneğin, Lucapalas, Bosna Oteli kahveleri gibi…
Köylerde,
her mahallede bir veya daha ziyade kahve vardı.
Particilik bölünmelerin yaşadığı dönemlerde bu kahveler sadece aynı
parti mensuplarının toplandığı yerler oldular. 1960 İhtilâli sonrasında yüksek
tahsilde bulunduğum İzmir civarında birçok köy dolaşmıştık. Anayasa ve
ihlâlinin ne olduğunu anlatmak gayesiyle yaptığımız bu ziyaretlerde hangi
partinin kahvesine misafir olacağımız seçiminde çok sıkıntılar çekmiştik. Hangi
kahveye girsek karşı partinin mensupları oraya gelmezdi.
Köy
ve mahalle kahvelerinde samimiyet hâkimdir. Küçük büyük herkes ya akraba ya çok
samimi arkadaştır. Ortak bir özellik olarak buralarda ve han kahvelerinin bir
köşesinde berber de bulunur. Çekirge’de
yıkılıp yerine Anatolya Oteli yapılana değin o köşedeki kahvenin bir köşesinde
berber hizmeti vardı. Akşam saatlerinde önündeki sandalyelere oturarak
Havuzlupark’taki seans saatini bekleyen devrin meşhur saz üstatlarını
anımsıyorum.
Klasik
kahvehane olmanın, otel kahveleri, dernek ve kulüp lokalleri, çay bahçeleri,
nargile kahvelerinden, kumarhane, batakhane, bitirimhane ve benzerlerinden
farkı kahvehanede içki içilmediği ve kumar oynanmadığıdır.
Tavla,
domino, dama (o zamanlar okey yoktu) ve iskambil oyunları için oyun araçları
ile birlikte bir çay tabağı içinde iki adet bayat lokum, daha sonraları paketli
bisküvi gelirdi. Bunlar yenilmezler, oyun seansı bitince geri alınırlar. Adına
kesme denilen bu yiyecek için belirli bir para ödenir ve bunu oyunda yenilen
öder. Oyun devam ederse her seans için yediden kesme gelir. Bu kesme
karşılığında isterseniz hemen, isterseniz cebinize alarak başka bir zamanda
para ödemeden çay, kahve ve meşrubat içebilirsiniz. Bazı kahvehanelerde oyun
araçlarına belirli bir saat ücreti alındığı da olurdu. İskambil kâğıtları ile
oynanan oyunlarda beraberinde bir de Taştahta ve sünger gelir. Bu defter
sayfası boyunda, tahta bir çerçeveye alınmış, kayrak taşından yapılmış, kara
bir levhadır. Özel kalemi ile çizilerek bu taş üzerine yazılan skor, ıslak
süngerle, bazen tükürülenmiş parmakla silinerek temizlenir.
Prafa
oyunda skor, taştahta üçe bölünerek ve nedendir bilmem, mutlaka eski Türkçe
rakamlarla tutulurdu. Zaten prafa 32 kartla oynandığından istenirken “ver bir
otuz iki” denilerek sipariş edilir veya başka oyunlar için 52 talep edilirdi…
Kumarhanelerde
masada dönen paradan bir kısmı (mano) işletmeciye ayrılır. Bu kanunen yasak
olmasına karşın hiçbir zaman tam önlenememiştir.
Tavla
istendiğinde yanında bir küçük tebeşir parçası ile birlikte gelirdi. Sayı
yapanın tarafına, tavla kutusu kenarına bir çizik atılarak skordaki anlaşmazlık
böylece garantiye anılırdı. Zar tuttuğu bilinen kişiler tavla ile birlikte
fincan da talep ederlerdi. Böylece zar bir fincanın içinde çalkalanarak atılır…
İddialı
kişiler arasında paraya, kolundaki saate, tarlaya, arsaya, hâttâ kata karşılık
tavla partileri bu anlatımın dışındadır. Onlar için farklı bir mekâna gerek
yoktur ki…
Sabahçı
kahvesi ruhsatlılar dışında kahvehaneler belediye nizamları ile gece belli bir
saatte kapanırlar. Kapanma saatine yakın
oyunu uzatan bir iki masanın etrafında dolaşan garsonlar sandalyeleri
toplayarak, yerleri süpürerek, ikaza
çalışırlar bu inatçıları. Mahalle kahveleri ve köy ve han kahvelerinde bu iş
daha kolaydır. İşletme sahibi yakından tanıdığı, nazı geçen müşterilerini
nazikçe kovabilir. Genelde oranın
temizliği karşılığı kahvede yatan bir gariban her zaman vardır. Kahve sahibi
için yüksek sesle “Hadi gari Memet yatcek” savı her zaman geçerlidir.
Bölgesel
ve yöresel adetler, örfler her zaman farklıdır. Mahalle ve köy kahvelerinde
oraya gelen misafirlerden ve yabancılardan kesinlikle çay kahve parası alınmaz.
Bazı Anadolu köy kahvelerinde kahveye ilk gelen kendisinden sonra gelenlerin
çay kahve ücretlerini gece boyu karşılar.
Halkevi
orta avlusundaki, belediye binası önündeki dağcılık kulübü, Tophane bahçesi,
üst Çekirge’deki çay bahçeleri, daha sonraları Kültürpark içindeki çay
bahçeleri özellikle, karakteristik Recep Özgen çay bahçesi kahvehane tarzının
ve konumuzun dışında kalırlar.
Ülkemizde
ilk kahvehane 1554 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde açılmış. Zaman
içinde olumlu olumsuz safhalar geçirmiş. Üçüncü ve Dördüncü Murat dönemlerinde
yasaklara uğramış.
Size
naklettiklerim bekârlığa ve kahvehaneye veda ettiğim nerede ise altmış yıl
evveline dayanan tespitlerim. O günden bu yana bir kahvehanede oturmadım.
Şimdilerde tarzlar, usuller, ritüeller ne haldedir bilemem ama televizyonun
kahvelere de girmesinden sonra özellikle maç olduğu geceler arttık onun
hâkimiyetin sürdüğünden eminim. Her yönden cep telefonlarının çeşit melodilerle
çaldığından da…
Bir
Çin bedduası; “Dilerim değişimlerin olduğu zamanda yaşarsın” der. Bizim
kuşağımız değişimlerin yoğun ve hızlı olduğu zamana rastladı.
“Önce
ekmekler küçüldü”, sonra aşevleri lokanta, restoran oldular, bakkallar market,
oteller hotel, dükkânlar butik oldular. Kahvehaneler
kafe...
“Uykum
geldi esnerim.
Kafeste
bülbül beslerim.
Kahvem
size afiyet olsun,
Ben
fincanımı isterim.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder