Dal, Arapça çıplak, yalın anlamındadır. Önüne geldiği kelime ile tamlandığında sıfat tamlaması olur. Daltaban= çıplak ayak, dalkılıç= yalın kılıç, dalkavuk= kavuksuz yani çıplak başlı anlamındadır. Batı saraylarında Saray Soytarıları bulunurdu. Osmanlı saraylarında ise Dalkavuklar...
Dalkavuk deyimi günümüzde yalaka, yağcı, çıkarcı olarak kullanılsa da
Osmanlılarda dalkavukluk, tabi olduğu kişiyi eğlendirmek, fıkra ve nüktelerle
efkârını dağıtmak, bazen ağır şakalarına katlanmak zorunda olunan; kâhyaları,
nizamnameleri, ücret ve bahşiş tarifeleri, hatta narhları bulunan bir meslek
dalıdır. Bu konuda Topkapı Sarayı arşivlerinde çok sayıda belge bulunmaktadır.
Kadı sicilnamelerinde ise dalkavuklara zulüm edenler ve bunların ödemek zorunda
olduğu tazminatlar hakkında kayıtlar vardır.
Topkapı Sarayı'ndaki bir belgenin içerisinde dalkavukluk ücret tarifesi yer
almaktadır. Bu listede en ucuz bedensel şaka; dalkavuğun burnuna fiske vurmak, fiske başına 20 para
ve en pahalısı kuyruğu dışarıda kalmamak üzere bir fındık faresini ağzının
içine kapatma; 400 paradır.
Sadece saraylarda değil, paşaların varlıklı kişilerin konaklarında da
kadrolu veya toplantılara ve davetlere çağırılan gezici dalkavuklar da olurdu.
Dalkavuklar hane sahibi olan kişinin mizaç ve tabiatına uygun şekilde konuşmak
meclise neşe vermek, keder verici, iğrenç sözlerden ve küfürlerden sakınmak
zorundaydı. İyi bir dalkavuk efendisi ne söylese tasdik eder ve asla aykırı söz
etmezdi.
Bir gün padişah, patlıcan yemeği yiyormuş. “Bu
patlıcan ne güzel” demiş. Huzurda bulunan dalkavuk, başlamış konuşmaya: “Hakk-ı
âliniz var efendim. Patlıcan öyle güzel bir nimettir ki...” Bir başka gün,
padişahın sofrasında yine patlıcan yemeği varmış. Padişah bu sefer hiç
beğenmemiş patlıcanı. “Bu patlıcan çok kötü bir şey” demiş. Huzurda bulunan
dalkavuk yine almış sözü. “Hakk-ı âliniz var efendim. Bu patlıcan yararsız,
kötü bir nimettir vs...” Padişah, dalkavuğun anlattıklarını dinlemiş. “bre
mendebur” demiş, “sen değil miydin geçen gün patlıcanı yere göğe sığdıramayan.
Şimdi niçin yerin dibine sokuyorsun nimeti?” Dalkavuk, cevaplamış soruyu: “Hakk-ı
âliniz var padişahım. Ben patlıcanın değil, sizin dalkavuğunuzum.” Bunun hangi
padişah olduğunu bilmiyoruz ama doğum yeri Çin ve Hindistan olan patlıcanın
ancak 16. Asırdan sonra ülkemize girdiğini biliyoruz.
Sultan III. Murat dalkavuğun meclisteki latifelerinden memnun kalır, “bugün
sana ne ihsan edeyim” der. Dalkavuk 100 sopalık falaka ister. Sultan III. Murat
bu isteğinin sebebini sorar. Dalkavuk "50 sopa vurulmadan nedenini
söylemem." cevabını verince, hemen orada falaka hazırlanır ve 50 sopa vurulur.
Sonra sebebini izah eder.
"Sultanım buraya gelip de size her hizmet ettiğimde görevli kapı ağası; “bu da benim hakkım diyerek verdiğiniz altınların yarısına el koyuyor. Madem benim bugünkü hakkım dayaktır, kalan 50 sopa da kapı ağasının hakkıdır." Derhal kapı ağasına da 100 sopa vurulur.
"Sultanım buraya gelip de size her hizmet ettiğimde görevli kapı ağası; “bu da benim hakkım diyerek verdiğiniz altınların yarısına el koyuyor. Madem benim bugünkü hakkım dayaktır, kalan 50 sopa da kapı ağasının hakkıdır." Derhal kapı ağasına da 100 sopa vurulur.
Günümüzde Veliefendi Hipodromunun
bulunduğu alan padişah III. Mustafa tarafından Şeyhülislam Velyüddin Efendiye
hibe edilen, ucu Marmara’ya kadar uzanan çok büyük bir arazinin çok küçük
parçasıdır.
İşte bu Veliefendi bir kış günü yanına dalkavuğunu da alarak tek atlı brik
arabasına binmiş, içinde dereler, bağlar bostanlar ve köşkünün de bulunduğu
araziyi dolaşmaya çıkmış. Canı biraz eğlenmek istemiş. Dalkavuğuna; “üzerindeki
latayı çıkar sana bir akçe, ardından, mintanına bir akçe, çakşırına, gömleğine,
sonunda içdonuna kadar soymuş adamı. Poyraz ta Karadeniz’den kopup üzerlerinde
patlıyor, at arabası hızla yol almakta. Kürkler içindeki Veliefendi; “yahu” demiş,
“hava çok soğuk, burnum dondu.” Dalkavuk cevaplamış:
“Kulunuzun da bir tek sıcak yeri kaldı. Sokun oraya ısınsın efendimiz!”