ESKİ BURSA’DA ÇARŞI KÜLTÜRÜ
Romalılar yeni bir kent kuracakları zaman seçtikleri arazinin merkezine büyük bir haç çizerlermiş. Haçın merkezi kentin de merkez meydanı olur, doğu- batı, kuzey-güney ekseninde caddeler ve mahalleler gelişirmiş. Türk İslâm devletlerine ise yeni kurulacak şehirler, varsa mevcut kalenin eteklerinden (Taht-el kale = kale altı = Tahtakale) başlayarak ovaya uzanan yapılarla oluşurdu. İlk yapılar Sultan’ın inşa ettirdiği cami, çevresinde hamam, medrese, imarethane ve bu yapıları yaşatacak akaretlerdir. Bunlara önce dükkânlar sonra ikametgâhlar eklenerek şehir vücut bulur veya genişlerdi.
Bursa Çarsı da bu çerçevede vücut
bulmuştur. Fetih sonrası Orhan Gazi’nin yaptırdığı cami, hamam, medrese, imaret
ve mektepten oluşan külliyeye gelir temini için Emir Han inşa edilmiş ve
günümüze kadar uzanan Bursa çarşısı bu başlangıçla zaman içersinde Tahtakale, Çakırhamam,
Reyhan, Kayhan (Kayahan), Gökdere Boğazı ekseninde gelişmiştir.
Selçuklular döneminde esnaf
üzerinde bir Sivil Toplum Kuruluşu olarak nitelendirilebileceğimiz, daha çok dinî
ve tasavvufi yapıya sahip Ahilik Teşkilatı, Osmanlılar döneninde esnaf kitlesi
içinde çok sayıda gayri Müslim’in yer alması sonucunda daha lâik bir yapıya
Lonca Teşkilatına dönüşmüştür.
Vücuda geliş özelliği ve uygulanması
yüzyıllar süren Lonca umdeleri Bursa Çarşısında bugün bile etkisini
hissettirmektedir. Örneğin. Lonca düzeninde dükkân sahibi olmakla, işletme
hakkına sahip olmak farklı olaylardır. İş kurabilmek ölüm veya sair sebeplerle
bir yerin boşalması ve Kethüda veya Yiğitbaşı’nın onayını gerektirir.
Kalfalıktan ustalığa ve gediğe sahip olmanın bir kısa yolu ölen ustanın dul
karısı ile evlenmektir. Bir dükkân tapusunda mal sahibinin hakkı “Zemin” ve işleticisinin hakkı “gedik” olarak
kayıtlıdır. Günümüz tapuları hala bu kaydı taşımaktadır.
Osmanlı çarşıları Arasta düzeninde
oluşurdu. Yani belirli esnaf ve zanaatkârlar bir sokak veya bir bölüm içersinde
toplanır, barındırdığı meslek gurubunun adı ile anılırdı. Evliya Çelebi
seyahatnamesinde 1640 yılını “Cümlesi 9000 dükkândır. Kale gibi dört kapılı bir
bedestan-ı azîmi vardır. Üç yüz dolaptır.
Bedestan’ın dört çevresindeki Kuyumcular Çarşısı bir ulu yolun dört
tarafında vaki olmuş serapa kâgir binalardır. Gazzazlar (ipekçiler) Çarşısı, Kavukçular Çarşısı, İplikçiler,
Bezzazlar (Manifaturacılar), Hallaçlar Çarşısı ...” diye anlatır.
Eski çarşılar sadece dükkânlardan ibaret değildir. Binaları, sahipleri, patronları, tezgâhtar, kalfa ve çıraklarıyla, gazete müvezzileri, esnaf lokantaları, şaşmaz bir saat düzeniyle geçen seyyar mutfakları, bekçileri, kadrolu(!) dilencileri, tufeylileri, garipleri ve meczuplarıyla bir geniş ailedir.
Eski çarşılar sadece dükkânlardan ibaret değildir. Binaları, sahipleri, patronları, tezgâhtar, kalfa ve çıraklarıyla, gazete müvezzileri, esnaf lokantaları, şaşmaz bir saat düzeniyle geçen seyyar mutfakları, bekçileri, kadrolu(!) dilencileri, tufeylileri, garipleri ve meczuplarıyla bir geniş ailedir.
Elli yıl ticaret yaptığım Bursa
Çarşısına 1956 yılında girdiğimde bu düzen aynen yaşıyordu.
Atatürk Caddesinin açılması
sırasında bir kısım işyerleri yıkıma uğradığından Tahtakale çarşı aksından
koparak bağımsız bir hüviyete bürünmüştü. Gıda maddeleri satıcıları ve dağ
köylülerinin ürünlerine bir Pazaryeri olma dışında dağ köylülerinin binek ve
çekim hayvanlarına donanım sağlayan semerci, saraç ve mutaf esnafının yoğun
olduğu bir bölgeydi. Çok sayıdaki köylü hanları avlusunda yine bu esnaf yanında
nalbantlar, sıcak demirciler, yemcileri barındırırdı.
Ulucami batısında Çakırhamam karşısında
başlayan çarşı; sokak veya bölümlerde keresteciler, tornacılar, doğramacılar, köfüncüler (küfeciler), çıra pazarı, tuzcular, yırtımcılar,
bakırcılar, şekerciler, çaycılar adlarını alarak Çarşı Başı’na ulaşırdı. Burası
Bursa Çarşısının kalbi olan Uzun Çarşının Kapalı (Örtülü) Çarşı batı girişidir.
Sırasıyla sahaflar ve kırtasiyeciler, aktarlar, ince saraçlar, çantacılar,
kunduracılar, ibrişimciler, kuyumcular bedesteni, havlucular, yorgancılar, mobilyacılar. Kunduracılardan başlayıp kapalı kısmın Koza
Hanı’na yakın bitim noktasına kadar, nerede ise tamamını tuhafiyeciler, hazır
giyim ve çamaşırcılar, yazmacılar ve ekseriyetle manifaturacılar paylaşmıştı.
Çarşının en ışıklı bu kesimi kumaş, yaz günleri naftalin kokardı. Bu kadar çok manifaturacı (yırtımcı= bezzaz)
bulunması doğaldır. O yıllar Konfeksiyon
sanayii yok gibiydi. Hazır elbiseler ısmarlamadan daha pahalıya gelirdi. Ev hanımları ve mahalle terzileri kadın,
erkek bütün hane halkının dikişini diker veya kumaş satan mağazalar pijama ve
gömlek dikişini birlikte çalıştıkları ev hanımlarına aktarmada aracı olurlardı.
Yaz aylarında Bursa’ya gelen banyocular, bayram ve yılbaşı tatillerinde şehri
dolduran misafirler dönüşlerinde hem kendi ihtiyaçları için hem de hediyelik
olarak, havlu ve kumaş alıp götürürlerdi.
Böyle olunca da bu dükkânlarda çok geniş bir çeşit satışa sunulurdu.
Spor giyim modası, kot kumaşların ütü istemez rahatlığı, triko ve penyenin
üretim hızı ve nevresimden çamaşıra, eşofmandan ti-şörte uzanan kullanım
sahası, yatağın, yorganın fabrikasyon olarak arzı, çocuk bezlerinin kâğıda
dönüşmesi bu mağazalarda satılan kalemleri birer birer yuttular. Bu ana arter
üzerinde az sayıda farklı meslek sahipleri vardı. Birkaç kuyumcu, sarraf bir saatçi, kolonyacı
ve bir antikacı hatırlayabildiklerim. .
Koza Han karşısında Fidan Han
(Asıl ismi Mahmut Paşa Han olmakla beraber mevsiminde avlusunda fidan satıldığı
için bu adı taşırdı), Ticaret Odası aralığı ve oradan bağlanan Cumhuriyet Caddesi
ipekli kumaş toptancılarının mekânıydı. Koza Handan doğuya devam edersek yine
manifaturacılar, tuhafiyeciler yoğunluğuyla Açık Çarşı veya Tuz Pazarı adıyla
anılarak Pazaryerine gelinirdi. Pazaryeri bu günde aynı düzeni
sürdürmekte. Devam edersek gıda
toptancıları, nalburlar, tornacılar, saraçlar, hazır elbiseciler, bıçakçılar, kavaflar
grupları ve bu isimleri alan sokakları, bölümleriyle Okçular.
İnönü Caddesi (Yeni Yol)
kesintisiyle Kayhan Çarşısı; Bat (Bit) Pazarı, sıcak demirciler, sobacılar
Irgandı Köprüsüne yaklaşınca Tephirhane ile biterdi. İllerde ve ilçelerde
belediyelerin böyle bir görevi daha vardı. Burada belirli periyotlarla
hamamların havlu takımları, dilencilerin, evsizlerin ve askere alınanlara yeni
elbise verilemeyecek ise kullanılmış asker giysileri, yün ipliği fabrikalarına sev
edilecek çorap eskisi balyaları kızgın buhar ile dezenfekte edilirdi.
Çakırhamam Sobacılar aksına
paralel olarak Cumhuriyet Caddesi ve Atatürk Caddesi de Bursa çarşısı idi ama
şehrin imarı ile sonradan açılan caddeler üzerinde vücut bulmuş, bireysel çeşitlerin satıldığı mağazalar
dizisiydi. Atatürk Caddesi kozmopolit ve daha lüks mağazalardan oluşmuştu. Anladığımız çarşı kültüründen yoksun farklı
mekânlardı. Zira kentlerin mahalleleri, caddeleri olur. Caddeler zaman içinde
mimarileri, yerleşim şekilleri, trafik düzeni, yaşayanları ile devamlı değişime
uğrar, parlarlar, sönerler... Çarşılar ise; yüzyılların kültür birikimini,
örflerini, tarzlarını bağnaz bir sadakatle koruyan, tarihin kalıtlarını kendine
has sesler ve kokularla yoğurup, sergileyen, ait olduğu kentin kişiliğini
yansıtan canlı kesimler olurlar. Caddelerin gece gündüz durmaksızın sürebilen
hareketliliğine karşı, çarşılar hep “Yeni gün - yeni rızk” felsefesindeki sakinleri
gibi sabahın erken saatlerinde uyanıp akşamla kabuklarına çekilen, uykuya dalan
tutarlı, mazbut mekânlardır. Eski şehirlerin genellikle merkezinde kurulmuş ve
iskân mahallerinden soyutlanmış üniteleridir. Evler altında dükkân anlayışı
sadece kendi yakın çevresine acil gıda maddeleri satan ya da basit tamir
hizmetleri veren nadir iş yerleri ile sınırlıdır. Yeni tarz yapılaşmada bina
altlarının iş yerleri olarak plânlanması ile kentlerin her yeri alışveriş
mekânları olmuş ama Çarşı olamamışlardır.
Benim elli yılımı geçirdiğim Bursa Çarşısı da
uzun yıllar bu özellikleri ve bu kültürü taşıdı. Binaların mülkiyeti çoğunlukla
kişilerde olup mülk sahibi olsun, kiracı olsun esnaf pek sık değişmezdi.
Genelde babadan oğula veya patrondan uzun yıllar çalışmış kalfaya devirler
olur, herkes müşterisini tanır, ayartma veya mal kötüleme gibi fiiller çok
ayıplanırdı. Patron, usta, kalfa, çırak düzleminde saygıya dayalı bir hiyerarşi
hâkimdi. Özellikle Kapalı Çarşılı olmak
bir ayrıcalık, bir meziyetti. İş yeri sahipleri mutlaka takım elbiseli, kravatlı
olurlardı. Sabah namazı sonrası dükkân açama ısrarını yaşatanlar ve cenaze
malzemesi satıcılarını saymazsak dükkânlar erkence kalfalarca açılır,
kendilerine henüz anahtar verilmeyen çıraklar kapı önlerinde kalfaların gelişin
beklerdi. Kış aylarında gaz sobası olmayanlar mangallarını yakar, övdürürdü.
Sabah temizliği yapılır, Kapı önleri yıkanır, büyük kıymet verilen ilk siftah
(günümüzde bu ritüeli de yitirdik) ve patron beklenirdi. 1970’li yıllardaki elektrik kesintileri sabah
08-10 arasına rastlayınca bu erkencilik alışkanlığı yok oldu. Çarşıların
müşterisi büyük oranda hanımlardan oluşurdu. Onların alışverişe çıkış saatleri
ise sabah ev temizliklerini, yemeklerini yapma sürecine bağlı olarak öğle
saatlerine doğu kayardı. Tabii o yıllar televizyon olmadığı için sabah
programları ve diziler bu süreçte etken değildiler.
O yıllar öğle tatili kavramı vardı. Dükkânlar
yazın bir buçuk, kışın bir saat kapatılırdı.
Yemeğe gitmeyecekler ışıklarını kapatır, kepenklerini yarıya indirir
veya vitrin önüne çıkarılmış malları bir çarşafla örterek, kapı önüne bir sırık
veya metre dayayarak satış yapmadıkları mesajını veridi. Seyyar, börekçiler,
pilavcılar, ciğerciler, kuzu çevirmeciler, kelleciler, su muhallebiciler, Şam,
tulumba tatlıcılar dolaşmaya başlar veya belli köşelerinde kuyruk olmuş
müdavimlerine servis sunarlardı. Yazın dondurmacılar, şerbetçiler, ayrancılar, sucular kışın bozacı, salepçi,
kestane kebapçılar temizlik ve lezzetleriyle renk katardı çarşıya. İkindi
saatleri poğaçacı, tuzlu çubukçu, simitçi hasretle beklenirdi. Akşam kışın saat
altı yazın yedide kapanırdı dükkânlar.
Artık “Esnaf Şeyhi” veya “Kethüdası”
kalmamış olsa da çıraklar kepenk sopalarını kancalara takar bu görevi
sahiplenmiş Mustafa Amcanın polis düdüğünü beklerdi. Düdük sesi ile bir anda
abartılı bir cızırtı ve gürültü kopar, farklı kepenklerin farklı yataklarından
kaynaklanan bir senfoni (!) yankılanırdı tavandan. Mustafa Amca bu iş için
hiçbir yerden yetki ve görev almamıştı. Ama emirlerine kesinlikle uyulurdu.
Demir kepenkler ara sıra yağlanmazsa zor işlemesi bir yana kulak tırmalayıcı
metalik bir ses verirler. Bütün
Türkiye’de bu yağlama işi gerçek adını kimsenin bilmediği Marshal’ın tekelinde
idi. O belirli periyotlarla Edirne’den Ardahan’a bütün kent ve kasabaları
dolaşır tek sermayesi, dar boya fırçasının ucuna çaktığı çıta, kente gelişinde
bir konserve kutusuna doldurduğu yanık yağla izin gereği duymadan dükkân
kepenklerini yağlar ve karşılığında aldığı 25-50 kuruşla geçimini sağlardı.
Çarşı bekçileri ortaya çıkar, kapı kilitlerini yoklar, ara sokakların tahta
kepenklerini dizelerdi ve onların dışında çarşı uykuya dalardı.
Çarşılarda alışveriş mevsimler, aylar ve
günlerle bağlantılıydı. Meselâ Cuma günleri hanımlar ya çarşıya çıkmaz veya
namazdan sonraki saatlere kayarlardı. Cumartesi günleri her ilde olan hafta
sonu hareketinin dışında Bursa çarşısında İstanbullu tekstil tüccarlarının
yoğunluğu yaşanırdı. Zira o gün İstanbul toptancı piyasasının kapalı olması
dışında dokuma, emprime ve boya fabrikalarının mal teslimi Cumartesiye
rastlardı, satıcılarda çeşit bol olurdu. Çarşının komisyoncuları müşterilerini
körfez yerlerdeki satıcılara yönlendirirdi.
Esnaf lokantaları ve kebapçılar,
köftecilerde yer bulmak sorun olurdu. Daha sonraki yıllarda Anadolu tüccarları
da Bursa’ya mal mubayaasına gelir olmuşlardı. Koza Han; Emir Han, Ticaret Odası
aralığı, Cumhuriyet Caddesi akşam saatlerinde emanetçi hararlarından
geçilemeyecek hale gelirdi.
Emanetçilik Bursa Çarşısına has bir meslek
dalıydı. Bu işi yapan fevkalade emin kişiler veya firmalar mallarınızı paket
veya hiç ambalajsız olarak teslim alır, brandadan hararlara doldurur, kamyonlar
gece yol alır sabah İstanbul veya başka illerdeki iş yerleri açılmadan
yüklerini alıcı dükkânların kapısı önüne bırakırlardı. Hiçbir ek ücret almadan
para, çek, senet taşımacılığı da yaparlardı. Tekstilcilerin, kunduracıların,
hırdavatçıların, kuyumcuların emanetçileri farklıydılar. Özellikle kuyumcu
emanetçileri ellerindeki çantalarla yapardı bu hizmeti ve hizmet bedeli haftalık
veya aylık olarak ödenen çok makul rakamlardı. Nakliye şirketleri, kargo
kuruluşları bu meslek dalını da yok ettiler.
Yaz ayları tüm ülkede çarşılar hareketini
kaybeder. Yerleşikler deniz, dağ, yayla, kaplıca bölgelerine taşınır. Köylü
mahsulünü idrak peşindedir. Eski söylemle “zürra kırdadır”. Ama Bursa Çarşısı
bu durgunluğu yaşamak bir yana en hareketli dönemini geçirirdi. Kaplıca kenti
olma özelliğini Gönen’e kaptırmamıştı. Banyo mevsiminde Çekirge otellerinde yer
bulunmazdı. İstanbul ve Anadolulu varlıklı aileler birkaç hafta süreyle kalır.
Öğleden sonra çarşıya inilir. Hacı Baba özellikle patronun masasına oturtulur,
hanım bütün sülalenin ihtiyacı kumaşları ve hediyelikleri seçer, akşam kumaş
veya havlu paketleri çıraklarca otellerine götürülür, bahşişleri kabul
edilirdi. Tabii bu arada çarşı kahvecisinin yaptığı koruk şerbeti ikram edilirdi.
Mevsiminde bu şerbeti içmek için özellikle Bursa’ya gelenleri hatırlarım. Şişeli
meşrubatın hâkimiyetiyle bu nefis içecek de yakın tarihin derinliklerine
gömüldü gitti.
Yalnız banyo mevsimi mi? Milli ve dini bayram
tatillerinde yine aynı yoğunluğu yaşardı Bursa ve çarşısı. Tatil arifelerinde otel
ayırtma talebi ile karşılaşacağımız dost telefonlarını endişeyle beklerdik.
Banyo mevsiminin öncesinde
koza (Beyaz Altın) zamanı vardır.
Üreticilerin küfeleri sabah erkenden çarşı boyunca Koza Han kapısına
kadar dizilir, handa açık Koza Borsası kurulurdu. Mağazalardan lokantalara,
seyyar satıcılara, arabacısından sırt hamalına, geçici işçilerden “tezkere kırıcıları”na,
“badelciler”e kadar çarşıya bereket akardı. Kozayı satın alan tüccarlar bunun
bedelini ertesi gün öderdi. Bir gün beklemeyi yeğlemeyen satıcı elindeki kıymet
yazılı alım tezkeresini bu işi yapan kırıcılara -genellikle öğrenci gençlere-
verir yüzde bir eksiğine parasını alır, alışverişe çıkardı. Dört haftalık çok
meşakkatli bir uğraş olan koza üretimi
(Tohum açmak) genelde kadınların iş gücü ile olurdu. Ve gelenek gereği
koza parası kadının harcamasına bırakılır, o da giyim, takı, çeyiz, dikiş
makinesi gibi çeşitlere yatırırdı bu parayı. Bu harcamada badelciler girerdi
devreye. Ayak komisyoncusu bu adamlar tanıdıkları veya yanaştıkları köylüleri
alışveriş için kendi tanıdıkları dükkânlara yönlendirir, alış veriş bitiminden
sonra bir ara uğrayıp komisyonunu alırdı. Ardından sünnet, evlenme düğünleri
mevsimi gelir, sonbaharda torak mahsullerinin hasadı ile çarşıda hareket ve
bereket hiç kesilmezdi. Haç zamanının gelişi ve hacıların dönüşü ayrı bir
hareket kaynağıydı.
İnsanların olduğu gibi
kentlerin ve çarşıların kaderini değiştiren olaylar vardır. Yüz yıllar boyu
yangınlar, depremler, işgaller, yağmalar, özellikle 1801’deki büyük yangın ve
halkın küçük kıyamet diye andığı 1854 depremi, kapalı tuz pazarı kesimini
açıkta bırakan 1927 yangını ve iki bine yakın iş yerini ve hanların birçoğunu yok
eden 1958 yangını Bursa çarşısının arasta düzeyini bozamamıştı. Ama 1970’li
yıllarda kronikleşen enflasyon altını ziynet eşyası olmaktan çıkarıp günlük
yatırım enstrümanları arasına soktu. Altın lira ve kuyum ürünlerinin çok sık el
değiştirmesi, iş sahibine hem alışta hem satışta para kazandıran farklı ticaret
yapısı kuyumculuk mesleğini patlattı. Döviz alım satımının serbest bırakılması
ile döviz büfeleri de bu furyaya katıldılar. Anarşik nedenlerle Güney-doğudan
Bursa’ya göçen birikim sahiplerinin mekânlara ödeyebildiği yüksek bedel ve
kiraların cazibesi, AVM’lerin devreye girmesi, manifaturanın yok olma süreci
ile birleşince ana caddedeki iş yerleri hızla kabuk değiştirdi. Ve 1990’ların
sonuna gelindikde ne tarih kaldı, ne arasta düzeni. Sadece havlucular yeni bir
arasta oluşturdu. Eski kültürden devam eden hemen tek etkinlik her yıl
düzenlenen toplu sünnet şöleni.
Çarşı her zamankinden daha
varlıklı, daha hareketli. Ama varlık kültür hazinelerinde, kozanın dört
haftalık fedakâr ömründe değil; altının acımasız zenginliği dövizin ruhsuz
dünyasında. Eski komşuluklar kalmamış, ne eskiye saygı var, ne de geçmişe vefa,
gelenekler örfler büyük ölçüde hasara uğramış, çarşı olma kimliği ve hasletleri
yok gibi.
Yeni bir dünya ve yeni bir
yaşam bu. Değişim rüzgârlarına hangi ağaç dayanabilmiş ki?
ayaklar baş başlar ayak oldu her şeyimiz bitti
YanıtlaSil