14 Kasım 2017 Salı

1950-60'LI YILLAR BURSASI -I-

             GRİ BURSA’DAN HOŞNUTSUZLUK O KADAR ARTTI Kİ; YEŞİL BURSA’YI HİÇ TANIMAYAN KARDEŞLERİME BİLGİ, AKRANLARIMA HATIRLATMA VESİLESİ OLUR DİYE ESKİ BİR SÖYLEŞİMİMDEN BİR BÖLÜM AŞIĞIDADIR. 


                       



1954 YILI BAŞLARINDA ÇEKİRGE SELVİLİ CADDEDEN BURSA OVASI


 
                                                                                                                                                    VE AYNI AÇIDAN 2002 YILI BURSA OVASI                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                           










                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                               Merhabalar ;          
(…)Sizleri yaklaşık yarım yüz yıl gerilere götürmek istiyorum.     1950-60’lar Bursa’sı nüfusu ancak 100 binleri bulabilen bir huzur kentidir. Eski deyimle abu-havası (havası suyu) latif, sebzesi, eti lezzetli ve ucuz.   Nüfusun yerli halktan sonraki büyük bir bölümünü 93 Osmanlı Rus harbinden sonra yerleşen ve devam edip gelen Balkan, Kafkas, Kırım göçmenleri ve her dönemden emekliler oluşturur. Asker emeklileri, sivil emekliler, sanatçılar, aydınlar. İstiklal harbi ile Rum ve Ermeni azınlık şehri terk etmiş. Sadece Altıparmak’ta geniş bir mahallede Sefaret Yahudileri var.
Şehir; Uludağ eteklerine yaslanmış olarak Yıldırım, Emirsultan, Mollarap, Temenyeri, Maksem, Muradiye, Beşikçiler, Stadyum, Merinos evleri (Şimdiki Darmştat caddesi), Şehreküstü, Reyhan, Atpazarı (Gökdere Bulvarı civarı), incirlik sınırları ile bir elips çizer. İpekiş, Merinos fabrikaları, elektrik santralı, Fomaro binası (ki yabancı kökenli bir tütün firmasının deposudur), hâl binaları ovaya, Askeri Lise yamaçlara çıkmış uzantılardır. Çekirge ve 1950 Bulgaristan göçmenleri için yapılan Hürriyet ve İstiklâl Mahallesi ana şehrin çok dışında farklı yerleşim noktalarıdır. Gerisi, doyumsuz güzellikte ve yeşillikte Bursa Ovası. İlkbaharda pembe beyaz şeftali ve erik çiçekleri,  sonbaharda sarı ve kahverenginin bütün tonları ile bezeli. Aralarına Tanrısal bir mozaik gibi serpiştirilmiş, beyaz minareli, kırmızı kiremit damlı köyler.
Ben, kırmızı kiremitli köylerle Bursa’da tanıştım.   Bu gün bu şirin köyler büyük şehrin, doymaz iştahı ile yutulmuş, birer mahallesi ve beton yapılar, sıvasız duvarlarla doldurulmuş. Kavak yükseltileri küflü demirli, kolon filizleri ile yer değiştirmiş durumda. Ve ben bundan rahatsızlık duyuyorsam lütfen anlayışla karşılayınız.  
Evliya Çelebi “Velhasıl Bursa sudan ibarettir” diye yazar. Anlatmaya çalıştığım yıllarda da Bursa bir su şehri idi. Kentin ortasından üç dere geçerdi ve yaz ve kış iri dere taşlı yatağından coşkun şırıltılarla akardı. Setbaşı’ndaki Gökdere kış aylarında aktif.  Molaaraptan gelip Yeşil caddesini kat ederek ona karışan kolu yok oldu. Muradiye’den inerek Stadyum yanından ovaya uzanan Cilimboz deresi kurudu, üstü kapatıldı, kanalizasyon deşarjı haline geldi.  Evlerdeki su şebekesinin dışında Pınarbaşı’ndan başlayıp evden eve geçerek Reyhan’dan sonra ovaya açılan Pınarbaşı suyu vardı.  Bu su bir yer altı sistemi ile evden eve geçerek bazılarında bahçe çeşmesi, bazı evlerin salonlarında şadırvan olarak devamlı akardı. Ve kullanımında kirletilmemesine aşırı bir özen gösterilirdi.  Mahalle aralarında sokak başlarında sebil ve hayır çeşmeleri vardı. Belediye oluşumundan sonra köşelere yerleştirilmiş Fransız yapımı demir döküm çok şık çeşmeler vardı. Setbaşında içme suyu olarak evlere taşınan Devrengeç suyu vardı. Ayrıca dağdan mahallelere yönlendirilmiş akarsular vardı. Çekirge’de ise Romalılardan beri hizmet veren hamamlarda, otellerde ve birçok evde bulunan doğal sıcak sular. Ovayı kat eden, içilecek temizlikteki Nilüfer, Panayır, Balıklı, Hacivat, Deliçay dereleri. 
Resmi daireler dışında sadece Heykelden Setbaşı yönünde yeni açılmış cadde üzerinde ve dağınık mahallerde yapılmış 3 katı geçmeyen apartmanlar dışında, evler Osmanlı ve Ermeni mimari tarzında, genellikle iki üç katlı, büyük giyotin pencereli, çıkmalı, ahşap veya yarı kâgir ama mutlaka büyük bahçeli idiler. Hâl binası karşısındaki Çingene Mahallesi dışında gecekondu hemen yok gibiydi.   Bahçelerden meyve, özellikle dut ve asma dalları sarkar, manolya kokuları taşardı. Bu kadar çok su ve ağaç olunca da bir o kadar kuş olurdu. Mevsimine göre, saka, karatavuk, bülbül ve gugucuk terennümleri dinlerdik.  Sonra yap-satçılar geldiler,  bu güzelim konaklarla birlikte, ağaç köklerini ve anıları da moloz kamyonlarına yükleyip götürdüler. Sular kurudu, kuşlar yok oldular. Yeşil Bursa’da gri Bursa oldu.       
Şehrin nabzı üç noktada atardı; Atatürk Caddesi, Kapalıçarşı ve Çekirge.  Dört tane kapalı, üç dört tane yazlık bahçe sineması, evvelce Halkevi iken 1957 yılından sonra Ahmet Vefik Paşa Devlet Tiyatrosu, Oda Tiyatrosu, Şehir Kulübü, Dağcılık Kulübü iki tane pastane, muhallebici salonları, tatlıcılar kahve ve kıraathaneler, bir iki otel, bankalar, postane. Evlerin alt katlarında her gün bir yenisi ilâve olan mağazalar hep burada toplanmıştı.  Tabii resmi dairelerde.  Böyle olunca bütün sosyal faaliyet Atatürk Caddesinde oluşurdu. Mesainin bitimi ile caddede turlama başlardı.  Dairelerinden çıkmış memurlar, okul talebeleri, çarşı esnafı, emekliler ve caddenin değişmez müdavimleri ikili üçlü guruplar halinde kol kola Postane, Setbaşı arsında ileri geri yürür, aşina yüzler devamlı birbirleri ile selâmlaşırdı. Tabii bütün şehri tanımak mümkün değildir. Ama yabancıları hemen fark ederdik. Aileler sinema evveli çay bahçelerinde, tatlıcılarda oturur, gece 12’ de biten son otobüs seferleri ile birlikte cadde de uykuya dalardı. Hafta tatilinin başladığı Cumartesi öğlen ve bittiği Pazar akşam saatlerinde Belediye Bandosu caddede gösteri yapardı. 
Bursa çarşısı Çakırhamam ile Bat Pazarı, Sobacılar aksında ve buna paralel Atatürk Caddesi, Cumhuriyet Caddesi arasında uzanırdı. Şehrin başka yerlerinde rastlayabileceğiniz sadece bakkal dükkânları, kundura tamircileri ve mahalle berberleridir.   Çarşılar hâlâ daha arasta düzenini korumakta; şekerciler, kavaflar, aktarlar, sarraflar, havlucular, manifaturacılar, yorgancılar, mobilyacılar, bıçakçılar, demirciler, sobacılar kendi isimlerini taşıyan bölümlerde yoğunlaşmıştı. Atatürk Caddesi kozmopolit ve daha lüks mağazalardan oluşmuştu. Çarşının en hareketli bölümü kapalı kısımdır. Burada ağırlıklı olarak havlucular ve manifaturacılar bulunur ve yalnız Bursa’nın değil civar illerin ihtiyaçlarına da cevap verirdi. Özellikle yaz ayları, yılbaşı ve bayram tatilleri, Bursa dışından gelenlerle dolardı. Banyo ve tatil için gelen bu kesim havlu ve ipekli kumaş ihtiyaçları ve hediyelik eşya alımları ile şehir ekonomisine önemli katkıda bulunurdu. Özellikle koza mevsimi Koza Handa açık koza borsası kurulur, çarşıya bereket akardı.
 Kentte her yaş ve sosyal sınıfın toplanma alanları farklı idi. Aileler Belediye önündeki Dağcılık Kulübü ve Halkevi bahçesinde, (Şimdi güzel sanatlar galerisi) Tophane saat kulesi altındaki bahçede, Yeşil kahvelerinde, Temenyeri’nde  ve Çekirge’deki Hüsnügüzel, Selvinaz, Kükürtlü bahçelerinde, Havuzluparkda  otururdu. Ve genelde Uludağ gazozu içilirdi. Köylü kesimi kendi adlarını taşıyan hanlarda veya Tahtakale kahvelerinde, esnaf sınıfı Çakırham'daki Kadifelikahve’de, memur ve emekliler özellikle asker emeklileri Setbaşı'ndaki Mahfel’de, gençlik Mahfel’in bilardo salonu ve önündeki sette, şimdi İl Kütüphanesi olan yerdeki Ferah Kıraathanesi’nde veya Akınspor lokalinde barınırdı. Merinos Fabrikası mensupları içine kapalı olarak kendi sosyal tesislerinde, elit sınıf ise Çelikpalas Otelinin salonlarındadır.
 İnsanlar giyimine özen gösterirdi. Şehirli hanımlar, başörtüsü ile yetinirdi. Genç hanımlar ve çalışanlar tayyör-eteği yeğlerdi.  Erkekler yaz kış mutlaka kravatlı ve ceketli olurdu.  Ceket yakalarında, meslek, okul, kulüplerini belirten rozet taşırlardı.    Orta yaşa gelmiş olanların kısa kollu gömlekle gezmesi ayıptı. Ve genelde fötr şapkalı olurlardı. Yaz ayları hasır Panama şapkalarına geçilirdi. Orta öğrenim öğrencileri kız erkek okul kasketi giymek zorunda idi. Liseler sarı, Ticaret Lisesi kırmızı, Meslek Liseleri yeşil şerit taşırdı kasketlerinde.  Nedense bu kasketleri pardösü içine saklayarak bu mecburiyeti delmeye çalışırdık. Kızlar da biraz yukarı kaldırdıkları şemsiperin altından kâküller çıkartırlardı. Kız okulların dağılma saatinde Mavi Köşe dondurmacısı önünde veya Basak Caddesinin başında beklerdik, sadece platonik sevgililerimizle bakışmak ve arkaları sıra evlerine kadar yürümek için.   Yüksekokula başlar başlamaz da büyük bir hevesle fötr şapka edinir ve bıyık bırakırdık.   İlkokullar dışında iki özel kolej, iki resmi Orta Okul, Kız Lisesi, Erkek Lisesi, Ticaret Lisesi, Askeri Lise, Kız Sanat ve Erkek Sanat Enstitüleri, Ziraat Okulu, Kız öğretmen Okulu tekli öğrenimle yeterdi genç nüfusa. Ticaret Lisesi dışında okullar karma olmadığından çaylar ve okullar arası sosyal etkinliklerde Erkek Lisesi Kız Lisesi ile, Askeri Lise Kız Öğretmen Okulu ile, Ticaret Lisesi, Kız Enstitüsü ile iş birliği yapar, Erkek Sanat Okulu sanırım yalnız kalırdı. Ziraat Okulu ise esasen uzaklarda ve lokalize idi.
Çekirge,Yıldırım ve Hürriyet Mahallesi dışındakiler okullarına ve iş yerlerine  yürüyerek ulaşırdı. Böyle olunca da sayısı ancak on adedi bulan Belediye Otobüsleri bütün şehre yeterdi.  Merinos ve İpekiş fabrikaları dışında servis diye bir şey yoktu, minibüste. Dolmuş ile 1959’da Santral Garajın yapılması ile tanıştık. Evvelce Çakırhamam önünde bekleyen ve eşyası olanları Çekirgeye taşıyan sadece iki tane dolmuş vardı. Kazalardan ve başka illerden gelen otobüsler, Ulucami Meydanı, Yeniyol, Heykel önündeki yazıhanede yolcu alır bırakırdı. Caddelerin belli yerlerinde durakları bulunan faytonlar ve yük arabaları bu insanları evlerine taşırdı. Taksi yazıhaneleri özellikle Mudanya ve Yalova’ya dolmuş yapar, az sayıda taksi şehir içinde kullanılırdı. Özel otomobil sayısı elliyi geçmezdi ve bu arabaların kimlere ait olduklarını bilirdik. Böyle olunca da park ve trafik sorunu yoktu. Gürültü sorunu da.  Bir tanesi Belediye Önü, bir tanesi Valilik önünde iki tane sabit trafik noktası vardı. Yılbaşı akşamları araba sahiplerince bu noktalara hediye paketleri bırakılırdı.  İki ciple hizmet veren motorize polis ekibi ve semt karakolları asayişi sağlamada yeterli idiler. Bir tek Valinin bir adım gerisinde yürüyen makam polisi bir de Cumhuriyet Savcısının makam kapısında sembolik olarak polis memuru bulunurdu. Koruma orduları nedir bilmiyorduk. Gece bekçileri karakolları değil mahalle ve çarşıları korurdu.
Belli meslekler dışında seyyar satıcı yoktu. Simitçi ve şerbetçiler dışındakiler genellikle mahalle aralarında dolaşırdı. Dondurmacılar, iki kişilik saz takımı ile macuncular, yoğurtçular, atlı ve arabalı manavlar, hallaçlar, kalaycılar, at ve eşeksırtında odun satıcıları, baltalı, bıçkılı odun yarıcıları ve sırtı çuvallı eski alıcıları.
Deniz modası yoktu. Sadece gençler pazar günleri Mudanya’ya yüzmeye giderdi.  Çok sınırlı bir kesimin Mudanya ve Burgaz köyünde yazlık evleri vardı.     Yaz ayları barakalar, çadırlar, kamplarla Uludağ’a çıkılırdı.  Dağda Kayakevi ve Büyük Otel dışında sadece Beceren’in basit tesisleri vardı.
 Kışın kayakçılar otobüslerle ulaştıkları dağdan tepelere skileri ile tırmanır, dönüşte de Bursa’ya kadar kayarak inerlerdi.
Kış kışlığını yapar, daha fazla kar yağar, daha uzun süre kalırdı. Geceleri kadınlı erkekli guruplar Namazgâh, Maksem, ipekçilik yokuşlarından merdivenle kayarlardı.   Böyle zamanlarda caddelerde atlı kızakları ve kuş göçü mevsiminde, kentin en ışıklı kesimi heykel önünde bıldırcın yağmurlarını anımsarım.
Çok eski yıllardan bu yana var olan koza çekme,  ipek dokuma ve emprime fabrikaları,  boyahaneler, havlu tezgâhları mahalle aralarına dağılmıştı ve  birçoğu ev ekonomisi düzeyinde idiler. 1950’lerden sonra bu tezgâhlar motorize olmaya başlamıştı. 1960’lardan sonra ciddi sanayi kuruluşlarına dönüşmeye başladılar.  Tercihlerin kara yoluna kayması neticesi at arabası imal eden atölyeler kamyon şasileri üzerine otobüs karoseri imaline başladılar.  Bir çekiç bir el örsü yardımı ile çarpık arabaları düzelten maharetli ustalar yetişti. 1957’den sonra ülkenin girdiği ekonomik dar boğazla birlikte ithali zorlaşan oto parçalarını, dayanıklı ev gereçlerini imal eden atak müteşebbisler çıktı. Tarım ürünlerinin katma değerini artırıp dış satıma sunan kuruluşlar oluştu. Sanayi hamleleri iç göçü tetikledi.  İki otomobil fabrikasının Bursa’da yapılanması bu göçü hızlandırdı. 1959’da santral garaj açıldı. Yeni Yalova ve İzmir yolları yapıldı. Yerleşim alanlarını şehrin kuzeyine yönlendiren bu oluşumlar ovaya doğru imarsız arsa pazarını ve plânsız yapılaşmayı doğurdu. 1960’larda yapılan Organize Sanayi Bölgesi bu yapılaşmayı batıya da taşıdı.
Altıparmak’ta Haşim İşcan ilkokulunda öğrenime başlayan Eğitim Enstitüsü zamanla Üniversiteye dönüştü. Kente ek nüfus,  ekonomiye etkinlik katan bu oluşum yaşantımıza genç neslin cıvıltısı ve renkli yaşamı ile birlikte ek sorunlar da getirdi. Özellikle kampüsleşme oluşumuna kadar.
1980’li yıllarda terör nedeni ile doğudan, ardından asimilasyon gerekçeli Bulgaristan’dan toplu göçler oldu. Köylerden şehirlere akım arttı. Kontrol altına alınamayan imarsız ve çarpık yapılaşma, genişleyen alanlarla merkez arasındaki ulaşım rasyonel yönlendirilemeyince, eski kente yeni yollar açılamayınca ve sanayi yoğunlaştıkça hava kirliliği, çevre kirliliği, ses kirliliği, ışık kirliliği arttı.  Baca gazlarının etkisi ile iklim bile değişti.
Ve bu günkü milyonlar nüfuslu Bursa’ya geldik.  Artan nüfusla birlikte şehirlerin yatay veya düşey veya her iki yönde birden genişlemeleri kaçınılmaz bir olgudur. Ama gönül isterdi ki; büyük şehrin nimetleri, küçük şehrin tarihini, kültürünü, doğasını, peyzajını, birçok değerlerini toptan yok etmese idi. Hiç değilse eski şehrin bir bölümünü yeni kuşaklara tarih mirası olarak intikal ettirebilse idik. Ve sizler bu güzellikleri slaytlardan izlemek, orta yaşlı amcalardan masal dinlemek zorunda kalmasa idiniz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...