18 Kasım 2019 Pazartesi

GEZİ NOTLARI –IV-




8 Ekim Cuma;

Yine erkenden kahvaltı ve güverte. Zenith, Hayfa’ya yanaşıyor.  Şehir limanın gerisinde yeşil bir tepeye yaslanmış. 
Önceden çıkardığım notlara göre; İsrail'de yoğun olarak Arap nüfus barındıran bir kent. İbraniler, Romalılar, Araplar, Haçlılar, Osmanlılar Hayfa'yı yönetimlerinde tutmuş. Kutsal Kitaplarda adı geçen Kermil Dağında Hıristiyanlık, Müslümanlık -ve son olarak Bahailik- için kutsal  olan İlyas Peygamberin mağarası var. Ayrıca bu dağ yamaçlarında Bahai Dininin güzelliğiyle tanınmış bahçeleri ve terasları bulunur.   II. Dünya Savaşı'ndan sonraki Arap-İsrail çatışmasının en şiddetli bölümü burada geçmiş.
Karmel Dağı'ndan bakınca muazzam görünen ova Lübnan sınırına kadar uzanıyor. Hayfa'nın en turistik caddesi Alman Kolonisi Caddesi. Sağlı sollu eski taş binaların restore edildiği bu cadde, 1850'lerde Hayfa'ya gelip yerleşen Almanların yaşadığı bölge. Bugün Alman Kolonisinin olduğu cadde şık ve kaliteli restoranlarla dolu, şehrin ortasından geçerek bir ucunda İngilizlerin limanıyla diğer uçta Bahaî Bahçelerini birleştiriyor.
Bahaîler için en kutsal şehir. 19 terastan oluşan bahçenin tam ortasında bir ibadethane var. Bahai dininin peygamberi Mírzá Husayn-Alí (1817–1892) kendine daha sonra Tanrı'nın Zaferi anlamına gelen Bahaullah adını koymuş bir İranlı. Yeni bir dinin taşıyıcısı olacağını iddia ettiği için hapis yatan Bahaullah daha sonra Bağdat'a sürülmüş sonra da peygamber olduğunu ilan etmiş. Sürgünlüğü Bağdat'tan İstanbul'a, İstanbul'dan Edirne'ye ve sonunda da Akka'ya ve Hayfa'ya kadar getirmiş onu. Takipçisi Abdul-Baha da Bahaullah'ınkine benzer bir yaşam sürmüş ve 40 yıl süren hapis hayatı boyunca baktığı tepeden bugünkü Bahaî Bahçeleri'nin olduğu tepeyi görmüş. Bu nedenle Bahaîler buraya son derece bakımlı Bahaî Bahçeleri'ni yapmışlar. Dünyanın dört bir yanında toplam 5 milyona yakın inananı olan bu dinin mensupları sadece bu çok özenli bahçenin bakımını yapmaya geliyor ve bir yıldan fazla kalmıyor burada. Parlamentoları ve kütüphaneleri de bu bahçenin içinde. Alman Kolonisi'nin ana caddesinin arkasında Hayfa'nın kaynayan kazanı Wadi Nisnas var. Burası çoğunlukla Arapların oturduğu mahalleler ve eski evlerle dolu. İsrail'in Wadi Nisnas'ı Yahudileştirme, Arapları yavaş yavaş bu bölgeden uzaklaştırma amaçlı kentsel çalışmaları var.
Tur otobüslerimiz hazır. Biniyoruz,  yine bizim karma küçük gurubumuz.  Otobanda fevkalade bakımlı, sulamalı, ekili tarlaları, meyve bahçelerini, aralarda modern yapılı küçük yerleşimleri izleyerek bir saat kadar yol alıyoruz.
Geldiğimiz kent yine Arap mimarisi ve karmaşasını taşıyan Hazareth. (İncil’de İsa’nın doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği yer olarak Nasara geçer ve Nasara’lı İsa olarak anılmasına rağmen Doğum yeri Kudüs-Betlehem olduğuna inanılır.)  Çarşı içindeki bir meydana park ederek dik yokuşu tırmanıyoruz. Sağımızda içinden kapısındaki hoparlörden Kur’an yayını yapılan bir cami ve hemen bitişiğinde Avlu içinde yeni yapılmış (1969), modern mimari tarzlı bir kilise. Avlu duvarları ve revaklar büyük boy mozaik panolarla süslenmiş. İncil’den kıssaları ve Hristiyanlık tarihi resimlerini taşıyan bu panolar dünyanın her yöresindeki şehirlerden armağan edilmiş. Meryem’e babasız bir çocuk doğuracağı müjdesi Cebrail tarafından burada verilmiş. O yüzden Müjde (Annuncation) Kilisesi olarak anılıyor.  Giriyoruz, ahşap görünümü verilmeye çalışılmış çatı kasnak ve hatılları ile yükseltilmiş bir çatı. İkinci kata çıkan merdivenler. Binanın ortasında MS 4. yüzyılda Bizans İmparatoru Kostantin’in annesi Kutsal Helen tarafından yaptırılan ilk kilisenin antik kalıntısı.
Bizans resmen Hıristiyanlığı din olarak kabul eder ve Kostantin 325 yılında annesi Helen’i Yahudilik ve Hristiyanlığın kutsal kalıntılarını bulması göreviyle ve çok geniş yetkilerle Kutsal Topraklara yollar. Kıyamet Kilisesi dâhil birçok kutsal mekânın, yerleri Helen tarafından tespit edilerek Üzerlerine ilk binalar inşa ettirilir.
  Helen, ayrıca çarmıha gerilmede kullanılan çivileri bulmuştur. Kudüs ve doğu vilayetlerini terk edip Roma'ya dönmüştür. Kutsal Haç'ın büyük parçaları ile diğer kutsal emanetleri yanında getirmiş ve bugün hala görülebilen saraydaki özel şapelinde muhafaza etmiştir. Bu yüzden azize ilân edilmiştir.  Sarayı daha sonra “Kudüs'ün Kutsal Haçı” Bazilika'sına çevrilmiştir.
Ben üst kata çıkmadım ama gurup üst kat kapısından çıkarak kilisenin biraz ilerisindeki bir başka kiliseye gittiler. Burası da yine Helen tarafından bulunup, Meryem’in kocası Yusuf’un marangoz dükkânı veya evi üzerine inşa dilmiş eski kilise harabelerinin üzerine yapılmış.  Evvelce bu mekân Yahudiler tarafından vaftiz törenleri için kullanılırmış. Yahudi kızların ilk adetleri ve evlilik öncesi adetlerinde burada yağmur suyu ile vaftiz edilmeleri şartıyla evlenmelerine izin verilirmiş.
Yeniden otobüs, Kuzeye doğru yol alıyoruz. Yine bakımlı ziraat arazileri, köyler, çiftlikler. İsrail’in birçok yerinde yol kenarları Begonvillerle kaplı ama bu yöredekiler kadar büyük ve güzellerin ilk kez görüyoruz. Rubi,  kırmızı, oranj, sarı ve beyaz renkleri ile yan yama geniş kümeler. Buralar İsrail’in 6 gün savaşları sonrası Ürdün’ den ele geçirdiği Galille (Celile) toprakları. İsa’nın ilk vaazlarını verdiği, mucizelerini gösterdiği yerler.
İlk durağımız, korumalı kapısından girdiğimiz botanik parkı gibi çok güzel bir sahanın ortasındaki otel. Acıkmış karınlarımızla yemeğe geldiğimizi sanıyoruz. Ama yanıldık. Bu çiş molası. Üzerinde olduğumuz tepeden bakınca görüntü nefis; aşağılarda Galille (Celile= Taberiye) gölü ardında Ürdün Vadisi ve Golan Tepeleri.   Bahçede diğer turist guruplarının yürüdüğü yöne yöneliyoruz. Küçük bir platform. Üstteki otele çıkan merdivenler ve karşımızda sekizgen yapılı modern mimarili bir şapel.  İçeri giriyoruz. Sekiz sütunun arası cam duvarlar, mekân ortaya doğru birkaç basamak alçalıyor, çepçevre cilalı tahta sıralar. Ortada şık bir altar. Genç bir rahibin idaresinde genç bir ziyaretçi cemaat gurubu ilahiler söylüyor. Bina İsa’nın ilk vaazlarını verdiği yere yapılmış.  Hristiyanlığın sekiz umdesini de ilk kez burada açıklamış. Bu sebeple bina sekizgen.  Rehberler cep boyu İncillerden bu sekiz umdeyi okuyor guruplarına.  Celile’deki diğer noktalar gibi burası da Helen tarafından belirlenmiş.
Yeniden tırmandığımız tepelerden sonra ikici ziyaret; Tabgha. Burası İsa’nın aşağıdaki gölde balık tutmaya çabalayan iki kişiye balık tutmayı öğrettiği ve mucize göstererek 2adet balık, bir parça ekmeği 5000 kişiyi doyuracak çokluğa eriştirdiği yer. Antik kiliseden sadece yerdeki mozaik kaplama kalmış. Üzerindeki şapel de yeni yapı Yarım daire bir mihrabı ve önünde mermer, dört bacaklı masa gibi bir atlar var. Altında yine antik bir kalıntı. Duvarlar tek sıra oturma düzeni ile çevrili. İçerisi çok sıcak, ortasında balık havuzu olan küçük iç avlu ve hediyelik eşya dükkânı da öyle.
Üçüncü mekân dördüncü yüzyıldan kalma bir sinagog ve bitişiğinde altıncı yüzyıldan kalma kilise harabeleri Daha doğrusu temel duvarları kalıntısı. Ören yeri tel örgüyle çevrelenmiş, İki katlı bir yönetim binası ve bilet gişesi, tuvalet var. Kazıdan çıkan kırık sütunlar, sütün başlıkları, tavan alınlıkları bahçede sıralanmış. Rehber bu taşların üzerindeki kabartmalar hakkına uzun anlatımlarda. Bilirsin bu teferruatı hiç sevmem, lodoslu hava, kırk derecenin üzerindeki sıcak dayanılır gibi değil. Otoparka kadar zor yürüyüp kendimi otobüse attım. Birazdan Belma da kaçmış geldi. Anlatımlardan aklında kalan; taş kabartmalardaki Davut yıldızı ve nar motifleri. Bir narda değişmez 613 tane bulunduğu ve 613’ün Tevrat’ta Yahudilerin yapması ve yapmaması gereken, zorunlu 613 emirlerin sayısı olduğu.
Gurubumuz toplandı, artık geciken yemek zamanı ve beklediğimiz yağmur geldi.  Galille gölü kenarına iniyoruz. Yine Kudüs’te yemek yediğimiz oteller zincirinin buradaki kompleksine geliyoruz. Turist guruplarının doldurduğu büyük salon, masalarımız ayrılmış, açık büfe, yemekler güzel.
Yemek sonrası göl kenarını takiben Tiberias Şehrine geldik. Yol boyu ve kentte çok yıldızlı oteller, plajlar göl kenarına sıralanmış.
Galille (celile gölü) gene İsrail işgalindeki bir bölge. Göl deniz seviyesinin altında dünyanın derindeki ve en büyük tatlı su gölü. 53 km. kıyı şeridi var, eksi 209 metre derinliğinde. Doğusu Ürdün. Kuzey doğusu Golan tepeleri. Buralardan inen Ürdün (Şeria-Jordan) nehri gölü besliyor, güneyinden devam ederek sularını Ölü Deniz’e (Lût gölü) boşaltıyor. Buranın aksine yine deniz seviyesi altındaki Ölü Deniz çok tuzlu, tuz oranı %30
İsrail, nehrin Ölü Deniz’e çıkışını kapatmış. Göldeki tatlı suyu arıtarak bütün ülkeye içme suyu sağlıyor, sulamada kullanıyor.  Tiberias’ta yine Kapris firmasının satış ve teşhir merkezine götürülüyoruz.  Yerel Tur şirketleri ve rehberlerin dünyanın her yerindeki komisyon tezgâhı…
Celile’deki son durağımız Ürdün nehri kıyısındaki Babtism (Vaftiz) Yardenit Sitesi. Düzenli ve yeşillik içesindeki otoparktan kontrollü girilen tek katlı büyük bir yapı. Girişte koltukların yerleştirilmiş olduğu soğutulmuş bir lobi. Karşıdaki kapıdan nehir kenarına çıkılıyor. İnce uzun bir teras, ağaçlıklı, çiçekli. Nehir yatağı üç-dört metre kadar aşağıda. Merdivenle inilen ikinci bir terasta kırk elli kişilik, karışık yaşlardan bir gurup, kahverengi harmaniyeli, genç bir rahibin çaldığı gitar ve el çırpmaları eşliğinde bazen ilahiler, bazen pop söylüyor ve dans ediyor.  Nehirde ve merdivenlerde yalınayak, Üzerlerinde sadece, yakasız, beyaz elbiseler olan kadınlı erkekli kalabalıklar.  Bunlar merdivenlerden nehre iniyor, kollarına giren kendileri gibi iki kişi ile birlikte bir takım dualar ediyorlar. Bu yardımcılar elleriyle göğüs ve karın bölgelerini ovuşturuyorlar. Sonra kişi bir eliyle burnunu kapatıyor, yardımcılar omuzlarından tutup sırt üstü bütünüyle suya daldırıyorlar. Bence çok hisli bir ritüel. Vaftiz  olan kişilerden birçoğu bu anı bir vecd içinde idrak ediyor, cezbe geliyor, hıçkırıklarla ağlıyor kısa fenalıklar geçiriyorlar. Sahne karşısında biz de duygulandık, gözlerimiz doldu. Kâbe’de his etiğimiz duygular tazelendi. İsa, peygamberliğinden sonra 27 yaşında iken Vaftizci Yahya tarafından burada vaftiz edilmiş. Otobüsümüzden bir İtalyan ve bir Yunanlı genç Hamım da vaftiz oldular. Kutladık onları, Belma da bu suya hiç değilse ayaklarını soktu.  
Sitede bir de büyük bir market var. Hediyelik eşyalar, yörenin bal, hurma pekmezi ve benzeri ürünleri, Galille menşeli krem ve güzellik müstahzarları satılıyor. Meğer kadın milleti bunu bilirmiş zaten. Tören kıyafeti elbiseler de buradan alınıyor veya kiralanıyor ve özel kabinlerde giyiliyor. Islanınca şeffaflaşması nedeniyle bazı hanımlar hazırlıklı olarak içlerinde mayo ile gelmişler.
Ancak hava karardıktan sonra Hayfa’ya gelebildik ve şehri görmek mümkün olmadı. Sadece Alman Caddesinden bir tur alarak gemiye döndük. Bahaî Bahçelerinin ise sadece güverteden ışıklarını görebildik. Tura katılmayan Muğla’lı arkadaşlarımız alışveriş umuduyla şehre çıkmışlar hiç bir şey bulamamışlar, yakın zannıyla limana kadar yürüyerek dönmüş ve perişan olmuşlar. Böylece gün bitti.

9 Ekim Cumartesi;
Bugün son destinasyon, Limasol. Güney Kıbrıs daha geceden puştluğunu yaptı. Gemiye gelen bir faks yeşil pasaportlularda Shengen vizesi olmayanların karaya çıkamayacağını bildiriyormuş. İkinci puştlukla daha limana girerken karşılaştık.  Sadece bizimkiler değil, hiçbir ülkenin cep teflonunun Türküye ile iletişim kurması olanaksız, hatlar bloke edilmiş.14 kişinin sekizi yeşil pasaportlu, iki kişi istemedi sadece Belma ve ben karaya çıktık. Rehberimiz Semih beyle birlikte limandan bindiğimiz bir şehir otobüsüyle deniz kıyısından Limasol’un ucuna kadar gidip döndük, Kıyıda oteller, tatil köyleri, İngilizlere satılmış, villalar ve siteler, plajlar var. Hava çok rüzgârlı, deniz dalgalı, cazip hiçbir yanı yok. Dönüşte eski limanda inip çarşıyı şöyle bir dolaştık. Birer kahve içtik. Limasol bu kadar. Gördüğümüz tek enteresan yer büyük bir deniz mahsulleri mağazası oldu. Çok sayıda, her cinsten deniz hayvanları kabukları, denizatı, denizyıldızı ve benzerleri. Bir taksiye atlayıp gemiye döndük.
Öğleden sonrayı biraz yatarak, biraz bavullarımızı toparlayarak geçirdik. Gece yarısı bavullarımızı kamara kapısına çıkarmamız gerekli.  Bu gece 12’den sonra gemi aşçılarının hazırladığı, meyve, sebze ve ekmeklerden oluşan “Muhteşem Büfe” var ama çok güzelini Fantazya gemisinde gördüğümden “ben almayayım”.  Erkenden yatıp uyudum: Belma beklemiş ve resimlemiş.
10 Ekim Pazar;

Marmaris; sabah, pasaportlarımızı teslim aldık,  08’de yanaşıp, biraz sonra karaya çıktık. Bitti, Allah’a şükür kazasız, belâsız, sorunsuz bitti.  Hiç tahmin etmediğim halde her yere yürüyebildim, tırmanabildim.  Volteren sağ olsun.  Türkiye’de hava çok soğumuş, kaloriferler yanmış, Uludağ’da kar kalınlığı 55 santime ulaşmış. Bu durumda birkaç gün daha Marmaris'te kalma programı yatar. Otelden Yaris’i aldık,  münavebeli kullanarak ver elini Bursa.
Sevgili Şart;
Hepsi bu kadar, bir daha nereye kısmet olur, ne zaman olur bilemem, sana yazabilir miyim? Onu da bilemem.
Kal sağlıcakla. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...