BURSA’LI OLMAK
Geçtiğimiz Pazartesi gecesi Uğur Mumcu salonlarında
bir etkinlikte bulundum. Sivil Gündem
Platformu- Fark
yaratanlar 2019 yılı ödül törenini
izledik.
Gecenin tertibine, evvelindeki çalışmalarına ilgi
duyanlar detaylarını Sivil Gündem Platform ve sevgili Canan Ekinci Yılmaz’ın
bol resimli internet sayfasından izleyebilirler.
Ben bu muhteşem organizasyondan bahis etmeyeceğim.
Salon nerede ise tamimiyle Bursalılarla doluydu. Bursalı olmak Bursa’da doğmakla mümkün
değildir. Bursalı olmak; Bursalı olmayı
benimsemek ve kenti sevmekle olur.
Günümüzde
nüfusu üç milyonu aşan Bursa, daha Osmanlılar döneminde göç alan ketlerden bir
tanesidir. 1877-1878 Osmanlı-Rus harbi ardından Balkanlar ve Kafkasya’dan toplu
göçmenlerin Bursa’ya iskânı ve takip eden yıllarda ayni yörelerden parçalanmış
aile guruplarının Bursa’yı tercihleriyle başlayan süreç o günden bu yana
periyotlarla süregelmiştir. 1950 ve 1980’li yıllardaki toplu Bulgaristan
göçmenleri 1960’lı yıllardaki sanayi atılımları sonucu Anadolu illerinden gelen
yeni yerleşikler, Bursa’nın kasaba ve köylerinden büyük şehre olan yönlenme ile
kent nüfusu çok hızlı arttı. Artık eski cazibesini yitirmiş olsa da
Cumhuriyetin ilk yıllarından yakın zamana kadar, havası, suyu, tabiat güzelliği
ve huzur ortamı ile Bursa bir emekliler cennetiydi. Onları da ekleyiniz bu
rakama ve son yıllarda güney ve güney-doğudan göçenleri...
Eskiden babalar kızını gelin ederken nasihat da
bulunur; “Gittiğin evin bir gözü körse,
sen de bir gözünü yum” derlerdi.
Eski göçmenler de geldikleri yeni şehrin kültürüne ve yaşam tarzına uyum
gösterme gayretinde bulunurdu. Umursamaz davranışlardan, kıyafeti, hareketleri,
tavırları ile sırıtmaktan kaçınırdı.
Kendi yöresinin kültür ve alışkanlıklarını empoze etme ısrarları
olmazdı. Hemşerilik duygularını ve ilişkilerini korumakla birlikte “Doğduğu
değil, doyduğu şehirli” olma önceliğine önem verilirdi.
Bu gün üzülerek görüyoruz ki üç milyonluk kitlede “Bursalı olma” nosyonu yok denecek kadar az.
Bursa’yı sevmek, Bursa’ya sahip çıkmak, bu kentte yaşamakla övünmek, gurur
duymak o kadar unutulmuş ki... Bursa için bir şeyler yapmak şuurunu yeniden
uyandırma projesini alkışlamak ve katkıda bulunmak, kentin nimetlerini kullanan herkesin görevi
olmalı.
Kente sahip olma, yerel yönetimlerin öncülüğünde
başlar ve gelişir. Günümüzde şehir sınırların çok genişlemiş olması, yerel
yönetimler ve devletten daha fazla hizmet bekleme doymazlığı büyük zorluk.
Şehriler küçükken bazı şeyler daha basit ve kolaydı. Çocukluğumdan hatırlıyorum; Belediye Başkanları ve üst düzey yardımcıları
kenti adım adım dolaşır, küçük sorunlarla bile ilgilenmek şansına sahip
olurlardı. Zabıta memurları (o zamanlar
adı Belediye Çavuşuydu) bakım, tamir isteyen sokak ve kaldırımları, temizliği
ihmale uğramış yerleri her gün tespit edip ilgili birime ulaştırırdı. Bir
görevli gece bütün sokakları dolaşır, yanmayan sokak lambalarını belirlerdi. Bu
görevle mahalle ve çarşı bekçileri de yükümlüydü.
Bugün
kaldırımlarda, yollarda bozulmuş veya başka hizmet birimleri tarafından kazılıp
öylece kaderine terk edilmiş o kadar çok yer var ki... Pahalı araçlar ve şoför marifetiyle
dolaşan müdürlerin, şeflerin bunları görme şansı yok. Hepsi telsizli kalabalık ekiplerde ise iş
emri almadığı noktalara müdahale inisiyatifi… Asfalt tamir aracının park ettiği
noktadan bir metre ilerisindeki çukura -içindeki görevliden ricama rağmen- bir kürek asfalt atıvermek zahmetinde
bulunmaması da bir başka gerçek. Yerel yönetimlerin hizmet birimlerine telefon
veya e-posta ile yapılan başvurulara ne derece cevap alınabildiği tartışılır.
Hizmetin yoğunluğu buna bahane olamaz. Tüm kademelerde çalışanlarda “KENTE
SAHİP OLMA” düsturunun yerleştirilmesi çok önemli. Eskiden, o yılların
anlayışıyla, ruhsatsız yapılaşmalar ve proje ihlâlleri ciddi takibe uğrardı.
Prost’un şehir planına göre; Çekirge asfaltının kuzeyinde yapılacak binaların
çatı yüksekliği asfalt kotunu geçemez kuralı vardı. Mimar mühendis olan rahmetli dayım 1953
yılında, İntamlar’ın tam karşısında, Kükürtlü bahçesinin bitişiğinde -yakın
zamanda yıkıldı.- bir bina yapmıştı.
Bina yüksekliği ön görülen kotu bir metre geçtiği için iki yıl meslekten men
cezası almıştı ve bu süreyi askerlik görevini yaparak değerlendirmişti.
Şehirler küçükken yerel basın kentin küçük sorunları
ve kentlilikle daha çok ilgilenirdi. Bu gün bir iki gazetemizdeki “Dert Babası” esprili köşelerle yetiniyor
olmak dışında yazılı ve görsel medyaya bu yeni projede çok görev düşüyor.
“BURSA’LI OLMAK”
bir imtiyaz.
Bu eksikliğin en büyük nedeni ilin hızlı ve sürekli
göç alması, yeni yerleşiklerin kendi kültürleri ve çevreleri kapsamında,
hemşerilik bağlarını daha ön planda tutarak bir birleri ile kaynaşma arzuları
ve alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır.
Kişilerin doğdukları, büyüdükleri, ata mezarlarının,
aile toprakları ve mülklerinin bulunduğu yöreleri unutmaması tabii ki çok
önemli ve doğal haklarıdır. Oraların kültürünü, folklorunu, örflerini ve
bağlılıklarını koruması da. Ama “doğduğu
yer değil, doyduğu yer” inde üzerinde hakkı vardır. Bunu sahiplenmek “Bursalı” olmaktır. Allah’ın her türlü
doğal ve fiziki imkânı cömertçe sunduğu bu il benimsenmek ve savunulmağa
fazlasıyla lâyıktır.
Bugün nüfusu üç milyona yaklaşan kentimizde kendisini
bırakınız ana-babasının, nine- dedesinin Bursa doğumlu olduğu kişi sayısı her
halde çok azdır. Ben bu kente 1956’da yerleştim. O zamanlar şehrin nüfus ancak
yüz bin civarındaydı. Ve yerleşiklerin neredeyse tamamı bir birini tanırdı,
aşinaydı. Atatürk Caddesinde gezerken o günün modası olan fötr şapkamızı
başımızda tutmak olanaksızdı. Şapka çıkartarak selâmlaşma gereği yüzünden her
adım başında iner kalkardı kolumuz. Şimdi aynı caddeyi bir baştan öbürüne kat
ettiğimde bir tek kişi ile selâmlaşmıyorum. Cadde üzerindeki işyeri sahip veya
çalışanlarından hiç birini tanımıyorum. Bu ilde neşredilen magazin içerikli
dergiler veya günlük yerel gazetelerin magazin eklerinde yüzlerce fotoğrafın
altındaki isimlere bakıyorum; tanıdığım birkaç soyadı var ama ismiyle tanıdığım
hemen hiç kimse yok.
Benim tanıdıklarım ile karşılaşmak bir eski Bursalının
cenaze töreniyle sınırlanmış. Tabii ki bunda benim konservatif, sosyal
etkinliklerden uzak bir yaşam sürme tercihim var. Ama karşılaştığım eski
dostların birçoğundan benzer tespitleri dinliyorum.
Kabul etmek gerekir ki; bu biraz da yaşlılığın
gereğidir ve yaşlılıkta en zor şey akransız kalmaktır. Önce büyükler, bazen
sırasız olarak küçükler, ardından yaşıtlar birer birer eksilirler. Yaşayanlar
ya sağlık sorunları ile uğraşmaktadır ya da iletişim fonksiyonları günden güne
zayıflar. Karşılaşmalarda müşterek mevzularınızın artık tükenmiş olduğunu
üzülerek görürsünüz. Sokaklarda selâm verecek kimseler hızla azalır. Sizi tanıyıp selâmlayan gençler olsa da siz
onları bilemezsiniz. Caddeler, binalar, insanlar değişir, anıları aplike
edeceğiniz mekânlar yok olurlar.
Eski kentlerde değişimin en az olduğu yerler
mezarlıklardır. Yaşlı ağaçlar ve yaşlı mezar taşları kendilerini inanılmaz bir
direnişle korurlar. Aralara eklenen yeni hece taşları hep bildiğiniz,
tanıdığınız isimlerdir. Yaşamdaki aşinalar hızla azalırken buradaki aşinalar
aynı hızda artarlar. Ataların, babaların
yanlarına eklenen çocukların, torunların isimleri ile aile hatta mahalle
kolonileri oluşur. Oralarda bildiklerinin nüfus hareketlerini bile takip etme
olanağı vardır.
Gönül Bursa’yı ve Bursalılığı mezarlarda değil yaşamda
bulmak ve görmek istiyor. Bunu başaracak birileri olmalı bu koca kentte.
Birçok Osmanlı ilinde kadılık görevinde
bulunmuş olan Nazik Abdullah Efendi,
henüz on iki yaşındayken babasıyla İstanbul’a
giderler. Rumeli kazaskeri, Bursalı
Kara Çelebizâde Mahmud Efendi ile görüşürken Mahmud Efendi çocuğa lâtife
ederek İstanbul’u fazla metih edince, Abdullah eline kalemi alarak: “Gerçi
dersiz dehr (dünya- cihan) içinde yoktur İstanbul’umuz Dursun
İstanbul’unuz, Bursa bizim makbulumuz “beytini
irticalen yazmıştır.
İşte “Bursalı olmak dediğim budur.” Geçen akşamki etkinlik ve buradaki bağlılık, zaafa
uğrayan umutlarımı tazeledi. Sırf bunun
için teşekkürler Sayın Sivil Gündem Platformu mensupları.
Ankaray'da( bilmeyenler icin Ankara'daki rayli sistem) benden cok genc kuzenimle gidiyoruz. Yaslandigimiz vagon kapisinin kucuk vidalarindan birinin dusmek uzere oldugunu fark ettim.Varis istasyonunda inince hemen gorevlilerden birine anlattim sorunu.
YanıtlaSilKuzenim "cok komiksin "dedi bana.
Iste zaman icinde oradan bir vida buradan bir civi bu hale geldik.
Ipekciligin sembol sehrinde ipek uretiminin bitmesinden rahatsizlik duymadigimiz gibi bir de bunu Koza Han in girisine kocaman harflerle HINT IPEGI yazarak ilan etmekte beis gormuyoruz. Bu tur konularda da bir ilke olmasi gerekmez mi? Puntolarin boyu, icerigin dukkanin bulundugu tarihi mekanla uyumu vb gibi kent kimligini yasatacak kriterler yok mu? Bursa bildigim kadari ile Tarihi Kentler Birligi uyesi bir sehir.Eski bir baskent.Bunlarin gerektirdigi bazi ilkeler yok mu?