GEZİ NOTLARI –II-
6 Ekim Çarşamba;
Sabah 06 gibi İskenderiye limanına giriş yaptık. Erkence
kalkıp güverteye çıktık. Tarihi verilere göre; Bir zamanlar, liman’ın sağ
tarafında MÖ. 3. yüzyılda o dönemde, Makedonya hanedanı olan ve Mısır’ı ele
geçirdikten sonra, gerçek birer firavun gibi davranan Kral I. Ptoleme ve oğlu II. Ptoleme zamanında bitirilen Pharos Kulesi (İskenderiye Feneri) yer
alırmış. İskenderiye Feneri Pharos Adası
üzerine kurulmuştu. Bugün kullandığımız "fener", "far"
kelimeleri bu adanın isminden geliyor. Üç katlı fener kulesinin yüksekliği, 140
metre. Dikdörtgen tabanını çevreleyen terasın uzunluğu da 340 metreyi
buluyormuş. Tabanın genişliği 30, uzunluğu ise 61 metre. Birinci katın
yüksekliğinin 71 metre olduğu tahmin ediliyor. Kulenin ikinci katını oluşturan
merkez gövde ise sekizgen biçiminde ve 34 metre yüksekliğe sahipmiş. Asıl fener
görevini gören üçüncü kat ise bir silindiri andırıyor ve bu bölümü koni
biçiminde bir çatı örtüyormuş ve bunun üzerinde de bir Zeus heykeli
bulunuyormuş. Fenerin içinde ta tepeye kadar çıkan taş bir merdivenden odun
yüklü iki yük hayvanı rahatlıkla çıkabiliyormuş. Fenerin ateşi, bu hayvanlarla
taşınan reçineli odunlarla besleniyordu. Bir başka varsayıma göre de,
Mısırlıların o dönemde petrolü bildikleri ve kullandıkları sanılıyor... Üstelik
bu petrolü yukarı kadar taşımayıp, hidrolik pompalarla aşağıdan yukarıya
pompaladıkları ileri sürülüyor. Eski tarihçiler fenerin ateşinin ışığının,
çeşitli aynalarla artırılıp 30 mil uzaklıktan rahatlıkla görüldüğünü
yazmışlardı.
1000 yıl kadar
kullanıldığı sanılan bu gökdelen MS. 700 ve MS. 1100 yılında tüm Kuzey
Afrika'yı yerle bir eden büyük bir depremle sulara gömülüyor. 15. yüzyılda
Mısır'da hüküm süren Memluklar,
fenerin bulunduğu yere bir kale ve cami inşa ediyorlar. Dörtgen bir sütun
biçimindeki minaresiyle Arap ülkelerinde görülen cami tiplerinden ayrılan bu
yapı, bugün Müslüman Afrika ülkelerindeki camilere örnek oluşuyla hatırlanıyor.
Şimdilerde limanın sağında ada değil bir yarım ada ve
üzerinde bir saray ve dört köşe minareli bir cami var Burasının Pharos adası
olduğu kanısına vardık.
Yine MÖ. 3. yüzyılda kral Ptoleme tarafından kurulan
İskenderiye kütüphanesinde 150.000 kitap bulunduğunu yazıyor tarihçiler.
Sonraki yıllarda Paganlar tarafından yıkılıp yakılan bu kütüphane 2002 yılında
yeniden inşa edilerek bir müze - kütüphane olarak hizmete girmiş. Bunu da görme
arzumuz ve şansımız yok. Rıhtımda 30 kadar otobüs bizleri beklemekte. Biz
Kahire ve piramitlere gideceğiz.
12 numaralı otobüse
biz Türkler, az sayıdaki, Yunanlar ve İtalyanlar dışında bir Fransız beyin
teşkil ettiği küçük gurubumuz kapıda mahallî tur şirketince ellerimize verilen
bir kese kağıdındaki meyve ve aperatif yiyeceklerin olduğu kumanyalarımızla
yerleştik. Her otobüse silahlı sivil polisler bindi. Ve ancak onar otobüslük
konvoylar halinde önde eskort polis motosikletleri ile hareket ettik. Kahire’ye
kadar çölü böyle konvoy geçecekmişiz. Birkaç yıl evvel turist guruplarına
yapılan bombalı terörist saldırılardan sonra böyle tedbirlere gerek
duyuluyormuş.
Üç
saattir yarı çöl bir topografyada yol alıyoruz. Arada eski Anadolu köylerini
çağrıştıran köyler, ekili alanlar, palmiye ve hurma bahçeleri ve etrafı duvarla
çevrelenmiş içlerinde malikâne tarzı yapılar olan çiftlik olduğunu sandığımız
yerler var. Bu malikâneler dâhil irili ufaklı evlerin damlarında minare tarzı
beş altı metrelik kuleler var. Üzerleri sıra sıra deliklerle donatılmış. Bu
kulelerin onlarcasıyla doldurulmuş tarlalar da var. Bunlar yenilmek üzere
üretilen güvercin kafesleri imiş. Bu arada bir yerel rehber çok teferruatlı
Mısır tarihini anlatıyor. Yollarda bir yerde durma olanağı yok. Bu yüzden
otobüsün temiz olduğu rehberce iddia edilen pis tuvaletine işiyoruz. Sonunda
Kahire’nin batı yakası varoşlarına girdik. Kahire Nil deltasında 25 milyon
nüfusu ile Afrika’nın en büyük ve Mısır’ın başkenti. Nil’in bir kolu kenti
ikiye bölüyor. Batısı Giza, doğusu
Kahire. Piramitleri Kahire'den sonra saatlerce gidilen çölün ortasında bir yer
olarak düşünmeyin. Piramitlerin bir ucu neredeyse şehrin ucunda, bu bölüm tahta
paravanla ayrılmış binalardan. Piramitler sahasının girişindeki ofisten
rehberimiz giriş biletlerimizi aldı. Kurak, taşlık bir arazide bir iki
kilometre giderek bir kuru tepeye park etti otobüslerimiz. Buradan piramitler
sahası bütün olarak görülebilmekte. Temaşa ve fotoğraf çekimi içim bir süre
verdiler. İndik. Etrafımızda çok sayıda turist otobüsü. Binlerce turist ve
bunlara - tabii bizlere de- at sineği gibi saldıran, yapışan, her yaştan, Çin
malı hediyelik eşya, keyfiye-akel, serigraf baskı güya papirüsler ve bir sürü
zıvır satmaya çalışan yüzlerce seyyar satıcı.
Sahayı gezdirmeyi öneren tek atlı brıçkalar, üzerine bindirip resminizi çektirmek
isteyen deveciler ve tabii develer. Çok sayıda beyaz üniformalı polislerin
bunlara ciddi bir müdahalesi yok. Kazara
bir satıcı ile göz teması kurmayın, yandınız. Kurtulmanız nerede ise olanaksız. Firavun mezarlıklarının sayısı, o da
belirlenen 106 imiş. Ancak bunların büyük çoğunluğu yıllar boyunca talan
edilmiş. Parçalanmış. İçinden çıkanlar yağma edilmiş. Bir tek Tutankamun'un dışında. Onun mezarında
kazı yapan iki İngiliz arkeolog sayesinde, 2019 parça eşya çıkarılmış ve bunlar
Kahire müzesinde özel bir bölümde sergileniyormuş. Tutankamun dokuz yaşında
Firavun olmuş. Ancak on sekiz yaşına geldiğinde başına aldığı bir darbe ile
hayatı sona ermiş. Tutankamun'un önemi ise, yaşadığı dönemde yaptığı
yönetiminden değil, mezarı korunarak çıkarılan tek Firavun olmasından
kaynaklanıyor. Mumyası halen Luksor
şehrinde. Daha yakından görebilmek için
otobüslerle üç piramidin yanına indik. Tahmini olarak MÖ 3000 yıllarında eski
krallık döneminde yapıldığı zannedilen Giza piramitleri üç tane olarak biliniyor.
Aynı karmaşa, pislik, seyyar satıcı tacizi burada da hâkim. Dünyadaki en büyük piramitlerden olan bu üç
piramit Keops, Kefren, Mikerinos;
isimlerini aldıkları firavunlar tarafından yaptırılmışlar. Keops Piramidinin
yanında biraz daha küçük olan Kefren ve Mikorinos piramitleri bulunmakta. Büyük
Piramit olarak da adlandırılan Keops Piramidi, MÖ. 2800 yıllarına doğru hüküm
süren Mısır'ın 4. Sülale devri hükümdarlarından Keops’un mezarı. Piramitte
2.300.000 adet taş blok kullanılmış ve bir taşın ortalama ağırlığı 2,5 ton.
Toplam ağırlık yaklaşık olarak 6.000.000 ton ve yükseklik (140 m.) Keops
hakkında bilgilerimiz oldukça az. Arkeologlar incelemeye gelmeden önce mezarlar
soyulmuş. Piramit hakkındaki bilgiler, içindeki nesneler vasıtasıyla
öğrenilmiş. İkinci büyük piramit, Keops'un kardeşi olan ve o öldükten sonra
firavun olan Kefren'e ait. Küçük piramit ise; MÖ. 2500'lü yıllarda hüküm süren
Mikerinos'a ait. Ayrıca Burada içlerinde prenseslere ve firavunun en yakın
yardımcılarına ait mumyaların bulunduğu beş piramit daha var. Rehberimiz Semih
Bey bizi önceden uyardığından bizden kimse istemedi ama ek bir ödeme ile içine
girilebilen Kefren’e bir tek Yunanlı genç çift talip oldu. Ve pişmanlıkla
döndüler. Dar alçak, yokuş bir tünelde bir süre gidip dönmüşler. Hepsi o kadar.
Büyük piramidin güney tarafında barakamsı bir binada 1982 yılında taşlar
arasında bulunan, ip ve çivilerle şaşırtıcı şekilde tutturulmuş ahşap bir kayık
sergilenmekte imiş. Tabii görmeyi hiç düşünmedik. Aşırı sıcak, sıkıcı hava ve
şartlar nedeni ile verilen süre dolmadan herkes otobüse geri döndü. Belma ile
ortak kanımız; “piramitleri yakın çekim görmenin hiçbir özelliği ve cazibesi
yok, belleğimizdeki TV görüntüleri ve hayal dünyamızda kalması daha iyi.
Otobüsler bizi bir Km. kadar daha güneye indirdi. Burada yeniden park etik.
Kuzeyimizde Firavunlar vadisine giden taş kaplı yokuş ve hemen başında ünlü Sfenks. Burada da aynı turist ve seyyar
satıcı kalabalığı, polisler, sıcak, karmaşa… Ansiklopedik bilgilere göre; bu
muhteşem görünümlü sembolik hayvan Piramitlerin önünde sanki onların sahibi ve
koruyucusu gibi, granit tepede yere uzanmış vaziyette durmakta. Yüzü doğuya
bakmaktadır. Bazı kayıtlar bu insan hayvan karışımı dev yapıtın, insanın
tanrısal ve hayvansal ya da göksel ve yersel iki yönünü ifade ettiğini de
söylerler. Büyük Sfenks'in boyu topraktan baştaki saçının en yüksek noktasına
kadar 19,97 m' dir. En geniş eni ise 4,15 m.dir. Cephesi 5 m, kulağı 1,79 m,
ağzı 2,32 m.dir. Kuyruktan ön ayaklara kadar vücudun toplam uzunluğu 72 m.dir.
Tek bir parça granitten oyulmuştur. Aslan pençeli bir boğa bedeninden bir insan
başı çıkmış ve o kartallara özgü kanatlarını böğürlerine bakışlarını göğe doğru
dikmiş bir ifade taşır. Yüz metre
mesafede, ön cephesinde tahta platformlar ve koltuklar yerleştirilmiş.
Hazırlanmakta olan büyük bir sahnede eski Mısır figürlü dekorlar yer alıyor.
Ses ve ışık düzeni kuruluyor. Birkaç gün
sonra burada Aida operası icra edilecekmiş.
Yandaki plastik sandalyelerin dizildiği alanda ise yine ışıklandırılmış
Sfenks’e karşı geceleri gösteriler yapılıyormuş. Otobüse bindik. Nehri geçip
Kahire’nin içine yol alıyoruz. Geçtiğimiz caddelerde yıpranmış, kötü yapılı
binalar, kılıksız insanlar, kenarlarda
çöp yığınları. Üç katlı modern bir hediyelik eşya mağazasının önünde durduk. Giriş katında papirüs yapımı gösterisi adı
altında kısa bir Show sunuluyor. Sonra papirüs tezgâhlaması. Üst kat mücevher
ve diğer hediyelik eşya departmanları. Çok sayıda lisan bilir satıcılar, kazık
fiyatlar ve değişmeyen, itimat edilmez Mısır satış prensipleri. Rehberimiz
seyyar satıcılarda pazarlıktan sonra verdiğimiz para üstünün asla geri
alınamayacağı yolunda uyarmıştı bizleri. Burada bile aynı anlayış hâkim.
Adaşlarımızın başına geldi. Bir başka uyarı da resminizi çekivermeyi teklif
edenlere kameranızı vermeme yolundaydı. Alıp kaçarlarmış. Tabii her türlü
kapkaç ve hırsızlık da var. Bindik, Kahire içinden Kaleye yol alıyoruz.
Yıpranmış, harap, bakımsız, natamam, sıvasız, çatısız binalar, pis
caddeler. Hele milyonlarca insanın
yaşadığı, gecekondudan daha kalitesiz kilometrelerce süren, fakirliğin hüküm
sürdüğü mahalleler. Buraların bir kısmı “Ölüler şehri adını alan” eski Memluk
mezarlığının bulunduğu yerler. Mezarlar,
kapısı penceresi ve odaları olan evler biçiminde yapılırmış. Yakınları ölüyü
evin alt katına gömdükten sonra, üst katta kalarak taziyeleri kabul ederlermiş.
Bugün evsiz çok sayıda Mısırlı bu üst mezarları mesken olarak kullanıyor. Yol
boyunca yüzlerce çömlekçi atölyesi ve sergisi... Kale kireç taşı kitlelerin
üzerindeki Mukattam Tepesinde. Kale
dışına park ettik. Yine satıcı karmaşası ve aşırı sıcak; 39 derece… Mısırda
camiler küçük olsun, büyük olsun düz çatılı, bazen üzerlerinde küçük bir kubbe
var. Minareler kısa ve kare piramit, genelde, üstü kapalı balkon şerefeli. Kale
içinde Kavalalı Mehmet Ali
Paşa’nın yaptırdığı bir cami var. Mısır’daki tek büyük ve çok
kubbeli cami. Osmanlı mimari tarzında ve Sultanahmet camisinden esinlenerek
yaptırılmış. Revaklı büyük bir dış
avlusu var. Daha dış avluda ayakkabılarınızı çıkarttırıyorlar. Tarz Osmanlı
olmakla birlikte dış duvar ve iç mekândaki, kubbedeki tezyinat Arabesk. İçeride
tadilat var, halılar bir kenara toplanmış, rulo yapılmış, üzerine oturmuş
makineli tüfekli sivil polisler. Cami önündeki terastan kirli, gri Kahire’yi
kuş bakışı görmek olası… Mehmet Ali Paşa, bu camiyi kendisi için bir anıt
olarak inşa ettirmiş ve buraya gömülmüş. Konumlanışı ve anıtsal dış görünüşü
nedeniyle kentin simgesi haline gelen cami halk arasında “Kaymak Taşı Camii” olarak da biliniyor.
Mısır Hıdivi Mehmet Ali
Paşa: Kavala'nın Kondova
köyünde dünyaya geldi. Napolyon'un Mısır'ı
işgaline karşı Osmanlı tarafından Mısır'a gönderilen orduda görev aldı ve kısa
zamanda komutanlığa yükseldi. Vali Hüsrev Paşa'ya karşı düzenlenen ayaklanmadan
yararlanarak 1805'te
Mısır
valisi oldu. Mısır'ın kalkınması için çeşitli ıslahatlar yaptı. Avrupa'dan getirttiği hocalarla kendine güçlü bir ordu
kurdu. Vehhabi ayaklanmasını bastırdı. Mısır'daki Memlük
egemenliğine kesin olarak son verdi. Mora'da patlak veren isyanı
bastırmakta güçlük çeken Osmanlı Devleti Mehmet Ali Paşa'dan yardım istedi. Bu
başarısına karşılık Mora
ve Girit
valilikleri sözü verildi. Mora, Yunanistan'a verilince Kavalalı Mehmet Ali Paşa bu sefer de Suriye
valiliğini istedi ve Filistin’e yürüdü ve Akka Kalesi'ni ele
geçirdi. Osmanlı hükûmeti Mehmet Ali Paşa'nın üstüne ordu gönderdiyse de
Osmanlı ordusu Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır
kuvvetleri tarafından bozguna uğratıldı. Mısır
Kuvvetleri Halep,
Şam
ve Adana'yı
ele geçirdiler. Konya'da
Sadrazam Reşit Paşa'nın kuvvetlerini de yenip Kütahya'ya
kadar ilerlediler. Mısır,
Suriye
ve Girit
valilikleri Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya, Cidde ve Adana valilikleri de oğlu İbrahim Paşa'ya verildi. Londra
antlaşmasıyla Mısır Kavala’lı Mehmet Ali Paşa ve soyundan gelenlere bırakıldı. 1845'te İstanbul'a gelip
padişaha bağlılığını bildirdi. 1849'de Kahire'de öldü. Hanedanı, Cemal Abd-ülnâsır tarafından
devrilen kral Faruk’a kadar devam etti.
Sıcaktan
hamal gibi terlemiş vaziyette otobüse zor attım kendimi, çamaşır değiştirdim.
(sağ olsun Belma hiçbir tedbiri ihmal etmez.) Gurubumuzun toplanmasının
ardından saat 15 gibi ayrıldık kaleden. Gene iptidai Kahire caddeleri ve
nihayet Nil Nehrinin doğu kıyıları. Buralar kovboy kasabası gibi tek sıra
yapılarla mamur. Gökdelenler, rezidanslar, iş merkezleri, beş yıldızlı oteller,
apartmanlar. Nil kıyısındaki özel iskelesine bağlanmış nehir gemisine geldik.
Pullmantur’un öteki otobüsleri de art arda gelmekte. Abartılı, Mısır medeniyeti objeleri ile
süslenmiş bir iskele lokantasının iki yanına demirlemiş bir çift nehir gemisine
yerleştik.
Geniş
gövdeli, yine Mısır ve Arabesk motiflerle donatılmış, geniş pencereli bir
mekân. Ortada selfservis istasyonları, masalar örtülü ve temiz. Balık, et,
sıcak yemekler, salata, tatlı büfeleri. Bir kenarda Arap müziği yapan otantik
kıyafetli saz heyeti. Yemeklerimizi aldık biraz sonra tekneler art arda
ayrıldı. Nil’de bir saat kadar ileri geri yol aldık. Yemeğimizi bitirip
güverteye çıktık biz. Aşağıda oryantal
dans gösterisi yapan dansöz ve eteklikli köçek yerine mamur Nil kıyılarını
seyretmeyi yeğledik. Teknenin iki
tarafında tüfekli personeliyle polis motorları devamlı eşlik etmekte.
Artık
dönüş vakti geldi. Gemimiz Port Said’e gelmiş olmalı, biz oradan
bineceğiz. Mutlaka Kahire’de görülmesi gereken başka yerler de vardır. Kahire
müzesi, camiler, kapalı çarşı, El Halil
pazarı vs, ama yeter ve hiç de gereği yok. Karanlıkların ve nerede ise
ışıklandırılmamış küçük yerlerim birimlerinin hâkim olduğu güzergâhta, sıkışık
akşam trafiğinde kamyon ve ağır vasıtaların en soldan ve kuralsız seyir ettiği
yarı otoban yolda ancak dört saatte Port Said’e ulaştık. Bu dönüş bayağı sıkıcı
ve bıktırıcı oldu. Yarı yoldaki
İsmailiye kentinin sadece ışıklarını gördük uzaktan. Mısırın önemli
illerinden biri olan bu kent Süveyş kanalını korumakla görevli askeri
birliklerin konuşlandığı, daha çok bürokrat ve üniversite mensuplarının olduğu
bir yerleşimmiş.
Geçtiğimiz caddelerde gördüğümüz
kadarı ile Port Said çok daha mamur ve düzenli, apartmanlar, ışıklı mağazalar…
Liman girişi ve kaldırımlar yine seyyar satıcıların işgalinde. Zenith
gelmiş. Evimize gelmiş gibi sevindik. Nil’in bir kolunun denize ulaştığı
yerdeki liman bir hayli büyük. Doğu tarafından Süveyş Kanalı da limana
katılıyormuş ama karanlıkta seçmek olası değil. Vakit bir hayli geç oldu,
yorgunuz, salonda yemek yerine açık büfeyi yeğliyoruz; limanı ve ayrılışı
izleyerek. Rotamız Ashdod; “Vira
Bismillah”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder