18 Kasım 2019 Pazartesi

GEZİ NOTLARI –II-


GEZİ NOTLARI –II-



6 Ekim Çarşamba;

Sabah 06 gibi İskenderiye limanına giriş yaptık. Erkence kalkıp güverteye çıktık. Tarihi verilere göre; Bir zamanlar, liman’ın sağ tarafında MÖ. 3. yüzyılda o dönemde, Makedonya hanedanı olan ve Mısır’ı ele geçirdikten sonra, gerçek birer firavun gibi davranan Kral I. Ptoleme ve oğlu II. Ptoleme zamanında bitirilen Pharos Kulesi (İskenderiye Feneri) yer alırmış. İskenderiye Feneri Pharos Adası üzerine kurulmuştu. Bugün kullandığımız "fener", "far" kelimeleri bu adanın isminden geliyor. Üç katlı fener kulesinin yüksekliği, 140 metre. Dikdörtgen tabanını çevreleyen terasın uzunluğu da 340 metreyi buluyormuş. Tabanın genişliği 30, uzunluğu ise 61 metre. Birinci katın yüksekliğinin 71 metre olduğu tahmin ediliyor. Kulenin ikinci katını oluşturan merkez gövde ise sekizgen biçiminde ve 34 metre yüksekliğe sahipmiş. Asıl fener görevini gören üçüncü kat ise bir silindiri andırıyor ve bu bölümü koni biçiminde bir çatı örtüyormuş ve bunun üzerinde de bir Zeus heykeli bulunuyormuş. Fenerin içinde ta tepeye kadar çıkan taş bir merdivenden odun yüklü iki yük hayvanı rahatlıkla çıkabiliyormuş. Fenerin ateşi, bu hayvanlarla taşınan reçineli odunlarla besleniyordu. Bir başka varsayıma göre de, Mısırlıların o dönemde petrolü bildikleri ve kullandıkları sanılıyor... Üstelik bu petrolü yukarı kadar taşımayıp, hidrolik pompalarla aşağıdan yukarıya pompaladıkları ileri sürülüyor. Eski tarihçiler fenerin ateşinin ışığının, çeşitli aynalarla artırılıp 30 mil uzaklıktan rahatlıkla görüldüğünü yazmışlardı.

 1000 yıl kadar kullanıldığı sanılan bu gökdelen MS. 700 ve MS. 1100 yılında tüm Kuzey Afrika'yı yerle bir eden büyük bir depremle sulara gömülüyor. 15. yüzyılda Mısır'da hüküm süren Memluklar, fenerin bulunduğu yere bir kale ve cami inşa ediyorlar. Dörtgen bir sütun biçimindeki minaresiyle Arap ülkelerinde görülen cami tiplerinden ayrılan bu yapı, bugün Müslüman Afrika ülkelerindeki camilere örnek oluşuyla hatırlanıyor.

Şimdilerde limanın sağında ada değil bir yarım ada ve üzerinde bir saray ve dört köşe minareli bir cami var Burasının Pharos adası olduğu kanısına vardık.

Yine MÖ. 3. yüzyılda kral Ptoleme tarafından kurulan İskenderiye kütüphanesinde 150.000 kitap bulunduğunu yazıyor tarihçiler. Sonraki yıllarda Paganlar tarafından yıkılıp yakılan bu kütüphane 2002 yılında yeniden inşa edilerek bir müze - kütüphane olarak hizmete girmiş. Bunu da görme arzumuz ve şansımız yok. Rıhtımda 30 kadar otobüs bizleri beklemekte. Biz Kahire ve piramitlere gideceğiz.

    12 numaralı otobüse biz Türkler, az sayıdaki, Yunanlar ve İtalyanlar dışında bir Fransız beyin teşkil ettiği küçük gurubumuz kapıda mahallî tur şirketince ellerimize verilen bir kese kağıdındaki meyve ve aperatif yiyeceklerin olduğu kumanyalarımızla yerleştik. Her otobüse silahlı sivil polisler bindi. Ve ancak onar otobüslük konvoylar halinde önde eskort polis motosikletleri ile hareket ettik. Kahire’ye kadar çölü böyle konvoy geçecekmişiz. Birkaç yıl evvel turist guruplarına yapılan bombalı terörist saldırılardan sonra böyle tedbirlere gerek duyuluyormuş.

Üç saattir yarı çöl bir topografyada yol alıyoruz. Arada eski Anadolu köylerini çağrıştıran köyler, ekili alanlar, palmiye ve hurma bahçeleri ve etrafı duvarla çevrelenmiş içlerinde malikâne tarzı yapılar olan çiftlik olduğunu sandığımız yerler var. Bu malikâneler dâhil irili ufaklı evlerin damlarında minare tarzı beş altı metrelik kuleler var. Üzerleri sıra sıra deliklerle donatılmış. Bu kulelerin onlarcasıyla doldurulmuş tarlalar da var. Bunlar yenilmek üzere üretilen güvercin kafesleri imiş. Bu arada bir yerel rehber çok teferruatlı Mısır tarihini anlatıyor. Yollarda bir yerde durma olanağı yok. Bu yüzden otobüsün temiz olduğu rehberce iddia edilen pis tuvaletine işiyoruz. Sonunda Kahire’nin batı yakası varoşlarına girdik. Kahire Nil deltasında 25 milyon nüfusu ile Afrika’nın en büyük ve Mısır’ın başkenti. Nil’in bir kolu kenti ikiye bölüyor. Batısı Giza, doğusu Kahire. Piramitleri Kahire'den sonra saatlerce gidilen çölün ortasında bir yer olarak düşünmeyin. Piramitlerin bir ucu neredeyse şehrin ucunda, bu bölüm tahta paravanla ayrılmış binalardan. Piramitler sahasının girişindeki ofisten rehberimiz giriş biletlerimizi aldı. Kurak, taşlık bir arazide bir iki kilometre giderek bir kuru tepeye park etti otobüslerimiz. Buradan piramitler sahası bütün olarak görülebilmekte. Temaşa ve fotoğraf çekimi içim bir süre verdiler. İndik. Etrafımızda çok sayıda turist otobüsü. Binlerce turist ve bunlara - tabii bizlere de- at sineği gibi saldıran, yapışan, her yaştan, Çin malı hediyelik eşya, keyfiye-akel, serigraf baskı güya papirüsler ve bir sürü zıvır satmaya çalışan yüzlerce seyyar satıcı.   Sahayı gezdirmeyi öneren tek atlı brıçkalar, üzerine bindirip resminizi çektirmek isteyen deveciler ve tabii develer. Çok sayıda beyaz üniformalı polislerin bunlara ciddi bir müdahalesi yok.  Kazara bir satıcı ile göz teması kurmayın, yandınız. Kurtulmanız nerede ise olanaksız.    Firavun mezarlıklarının sayısı, o da belirlenen 106 imiş. Ancak bunların büyük çoğunluğu yıllar boyunca talan edilmiş. Parçalanmış. İçinden çıkanlar yağma edilmiş. Bir tek Tutankamun'un dışında. Onun mezarında kazı yapan iki İngiliz arkeolog sayesinde, 2019 parça eşya çıkarılmış ve bunlar Kahire müzesinde özel bir bölümde sergileniyormuş. Tutankamun dokuz yaşında Firavun olmuş. Ancak on sekiz yaşına geldiğinde başına aldığı bir darbe ile hayatı sona ermiş. Tutankamun'un önemi ise, yaşadığı dönemde yaptığı yönetiminden değil, mezarı korunarak çıkarılan tek Firavun olmasından kaynaklanıyor. Mumyası halen Luksor şehrinde.  Daha yakından görebilmek için otobüslerle üç piramidin yanına indik. Tahmini olarak MÖ 3000 yıllarında eski krallık döneminde yapıldığı zannedilen Giza piramitleri üç tane olarak biliniyor. Aynı karmaşa, pislik, seyyar satıcı tacizi burada da hâkim.  Dünyadaki en büyük piramitlerden olan bu üç piramit Keops, Kefren, Mikerinos; isimlerini aldıkları firavunlar tarafından yaptırılmışlar. Keops Piramidinin yanında biraz daha küçük olan Kefren ve Mikorinos piramitleri bulunmakta. Büyük Piramit olarak da adlandırılan Keops Piramidi, MÖ. 2800 yıllarına doğru hüküm süren Mısır'ın 4. Sülale devri hükümdarlarından Keops’un mezarı. Piramitte 2.300.000 adet taş blok kullanılmış ve bir taşın ortalama ağırlığı 2,5 ton. Toplam ağırlık yaklaşık olarak 6.000.000 ton ve yükseklik (140 m.) Keops hakkında bilgilerimiz oldukça az. Arkeologlar incelemeye gelmeden önce mezarlar soyulmuş. Piramit hakkındaki bilgiler, içindeki nesneler vasıtasıyla öğrenilmiş. İkinci büyük piramit, Keops'un kardeşi olan ve o öldükten sonra firavun olan Kefren'e ait. Küçük piramit ise; MÖ. 2500'lü yıllarda hüküm süren Mikerinos'a ait. Ayrıca Burada içlerinde prenseslere ve firavunun en yakın yardımcılarına ait mumyaların bulunduğu beş piramit daha var. Rehberimiz Semih Bey bizi önceden uyardığından bizden kimse istemedi ama ek bir ödeme ile içine girilebilen Kefren’e bir tek Yunanlı genç çift talip oldu. Ve pişmanlıkla döndüler. Dar alçak, yokuş bir tünelde bir süre gidip dönmüşler. Hepsi o kadar. Büyük piramidin güney tarafında barakamsı bir binada 1982 yılında taşlar arasında bulunan, ip ve çivilerle şaşırtıcı şekilde tutturulmuş ahşap bir kayık sergilenmekte imiş. Tabii görmeyi hiç düşünmedik. Aşırı sıcak, sıkıcı hava ve şartlar nedeni ile verilen süre dolmadan herkes otobüse geri döndü. Belma ile ortak kanımız; “piramitleri yakın çekim görmenin hiçbir özelliği ve cazibesi yok, belleğimizdeki TV görüntüleri ve hayal dünyamızda kalması daha iyi. Otobüsler bizi bir Km. kadar daha güneye indirdi. Burada yeniden park etik. Kuzeyimizde Firavunlar vadisine giden taş kaplı yokuş ve hemen başında ünlü Sfenks. Burada da aynı turist ve seyyar satıcı kalabalığı, polisler, sıcak, karmaşa… Ansiklopedik bilgilere göre; bu muhteşem görünümlü sembolik hayvan Piramitlerin önünde sanki onların sahibi ve koruyucusu gibi, granit tepede yere uzanmış vaziyette durmakta. Yüzü doğuya bakmaktadır. Bazı kayıtlar bu insan hayvan karışımı dev yapıtın, insanın tanrısal ve hayvansal ya da göksel ve yersel iki yönünü ifade ettiğini de söylerler. Büyük Sfenks'in boyu topraktan baştaki saçının en yüksek noktasına kadar 19,97 m' dir. En geniş eni ise 4,15 m.dir. Cephesi 5 m, kulağı 1,79 m, ağzı 2,32 m.dir. Kuyruktan ön ayaklara kadar vücudun toplam uzunluğu 72 m.dir. Tek bir parça granitten oyulmuştur. Aslan pençeli bir boğa bedeninden bir insan başı çıkmış ve o kartallara özgü kanatlarını böğürlerine bakışlarını göğe doğru dikmiş bir ifade taşır.  Yüz metre mesafede, ön cephesinde tahta platformlar ve koltuklar yerleştirilmiş. Hazırlanmakta olan büyük bir sahnede eski Mısır figürlü dekorlar yer alıyor. Ses ve ışık düzeni kuruluyor.  Birkaç gün sonra burada Aida operası icra edilecekmiş.  Yandaki plastik sandalyelerin dizildiği alanda ise yine ışıklandırılmış Sfenks’e karşı geceleri gösteriler yapılıyormuş. Otobüse bindik. Nehri geçip Kahire’nin içine yol alıyoruz. Geçtiğimiz caddelerde yıpranmış, kötü yapılı binalar, kılıksız insanlar,  kenarlarda çöp yığınları. Üç katlı modern bir hediyelik eşya mağazasının önünde durduk.  Giriş katında papirüs yapımı gösterisi adı altında kısa bir Show sunuluyor. Sonra papirüs tezgâhlaması. Üst kat mücevher ve diğer hediyelik eşya departmanları. Çok sayıda lisan bilir satıcılar, kazık fiyatlar ve değişmeyen, itimat edilmez Mısır satış prensipleri. Rehberimiz seyyar satıcılarda pazarlıktan sonra verdiğimiz para üstünün asla geri alınamayacağı yolunda uyarmıştı bizleri. Burada bile aynı anlayış hâkim. Adaşlarımızın başına geldi. Bir başka uyarı da resminizi çekivermeyi teklif edenlere kameranızı vermeme yolundaydı. Alıp kaçarlarmış. Tabii her türlü kapkaç ve hırsızlık da var. Bindik, Kahire içinden Kaleye yol alıyoruz. Yıpranmış, harap, bakımsız, natamam, sıvasız, çatısız binalar, pis caddeler.  Hele milyonlarca insanın yaşadığı, gecekondudan daha kalitesiz kilometrelerce süren, fakirliğin hüküm sürdüğü mahalleler. Buraların bir kısmı “Ölüler şehri adını alan” eski Memluk mezarlığının bulunduğu yerler.  Mezarlar, kapısı penceresi ve odaları olan evler biçiminde yapılırmış. Yakınları ölüyü evin alt katına gömdükten sonra, üst katta kalarak taziyeleri kabul ederlermiş. Bugün evsiz çok sayıda Mısırlı bu üst mezarları mesken olarak kullanıyor. Yol boyunca yüzlerce çömlekçi atölyesi ve sergisi... Kale kireç taşı kitlelerin üzerindeki Mukattam Tepesinde. Kale dışına park ettik. Yine satıcı karmaşası ve aşırı sıcak; 39 derece… Mısırda camiler küçük olsun, büyük olsun düz çatılı, bazen üzerlerinde küçük bir kubbe var. Minareler kısa ve kare piramit, genelde, üstü kapalı balkon şerefeli. Kale içinde Kavalalı Mehmet Ali                                                                                                                                                                         Paşa’nın yaptırdığı bir cami var. Mısır’daki tek büyük ve çok kubbeli cami. Osmanlı mimari tarzında ve Sultanahmet camisinden esinlenerek yaptırılmış.  Revaklı büyük bir dış avlusu var. Daha dış avluda ayakkabılarınızı çıkarttırıyorlar. Tarz Osmanlı olmakla birlikte dış duvar ve iç mekândaki, kubbedeki tezyinat Arabesk. İçeride tadilat var, halılar bir kenara toplanmış, rulo yapılmış, üzerine oturmuş makineli tüfekli sivil polisler. Cami önündeki terastan kirli, gri Kahire’yi kuş bakışı görmek olası… Mehmet Ali Paşa, bu camiyi kendisi için bir anıt olarak inşa ettirmiş ve buraya gömülmüş. Konumlanışı ve anıtsal dış görünüşü nedeniyle kentin simgesi haline gelen cami halk arasında “Kaymak Taşı Camii” olarak da biliniyor.

 Mısır Hıdivi Mehmet Ali Paşa:  Kavala'nın Kondova köyünde dünyaya geldi. Napolyon'un Mısır'ı işgaline karşı Osmanlı tarafından Mısır'a gönderilen orduda görev aldı ve kısa zamanda komutanlığa yükseldi. Vali Hüsrev Paşa'ya karşı düzenlenen ayaklanmadan yararlanarak 1805'te Mısır valisi oldu. Mısır'ın kalkınması için çeşitli ıslahatlar yaptı. Avrupa'dan  getirttiği hocalarla kendine güçlü bir ordu kurdu. Vehhabi ayaklanmasını bastırdı. Mısır'daki Memlük egemenliğine kesin olarak son verdi. Mora'da patlak veren isyanı bastırmakta güçlük çeken Osmanlı Devleti Mehmet Ali Paşa'dan yardım istedi. Bu başarısına karşılık Mora ve Girit valilikleri sözü verildi. Mora, Yunanistan'a verilince Kavalalı Mehmet Ali Paşa bu sefer de Suriye valiliğini istedi ve Filistin’e yürüdü ve Akka Kalesi'ni ele geçirdi. Osmanlı hükûmeti Mehmet Ali Paşa'nın üstüne ordu gönderdiyse de Osmanlı ordusu Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır kuvvetleri tarafından bozguna uğratıldı. Mısır Kuvvetleri Halep, Şam ve Adana'yı ele geçirdiler. Konya'da Sadrazam Reşit Paşa'nın kuvvetlerini de yenip Kütahya'ya kadar ilerlediler.  Mısır, Suriye ve Girit valilikleri Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya, Cidde ve Adana valilikleri de oğlu İbrahim Paşa'ya verildi. Londra antlaşmasıyla Mısır Kavala’lı Mehmet Ali Paşa ve soyundan gelenlere bırakıldı. 1845'te İstanbul'a gelip padişaha bağlılığını bildirdi. 1849'de Kahire'de öldü. Hanedanı, Cemal Abd-ülnâsır tarafından devrilen kral Faruk’a kadar devam etti.

Sıcaktan hamal gibi terlemiş vaziyette otobüse zor attım kendimi, çamaşır değiştirdim. (sağ olsun Belma hiçbir tedbiri ihmal etmez.) Gurubumuzun toplanmasının ardından saat 15 gibi ayrıldık kaleden. Gene iptidai Kahire caddeleri ve nihayet Nil Nehrinin doğu kıyıları. Buralar kovboy kasabası gibi tek sıra yapılarla mamur. Gökdelenler, rezidanslar, iş merkezleri, beş yıldızlı oteller, apartmanlar. Nil kıyısındaki özel iskelesine bağlanmış nehir gemisine geldik. Pullmantur’un öteki otobüsleri de art arda gelmekte.  Abartılı, Mısır medeniyeti objeleri ile süslenmiş bir iskele lokantasının iki yanına demirlemiş bir çift nehir gemisine yerleştik.
Geniş gövdeli, yine Mısır ve Arabesk motiflerle donatılmış, geniş pencereli bir mekân. Ortada selfservis istasyonları, masalar örtülü ve temiz. Balık, et, sıcak yemekler, salata, tatlı büfeleri. Bir kenarda Arap müziği yapan otantik kıyafetli saz heyeti. Yemeklerimizi aldık biraz sonra tekneler art arda ayrıldı. Nil’de bir saat kadar ileri geri yol aldık. Yemeğimizi bitirip güverteye çıktık biz.  Aşağıda oryantal dans gösterisi yapan dansöz ve eteklikli köçek yerine mamur Nil kıyılarını seyretmeyi yeğledik.  Teknenin iki tarafında tüfekli personeliyle polis motorları devamlı eşlik etmekte.
Artık dönüş vakti geldi.  Gemimiz Port Said’e gelmiş olmalı, biz oradan bineceğiz. Mutlaka Kahire’de görülmesi gereken başka yerler de vardır. Kahire müzesi, camiler, kapalı çarşı, El Halil pazarı vs, ama yeter ve hiç de gereği yok. Karanlıkların ve nerede ise ışıklandırılmamış küçük yerlerim birimlerinin hâkim olduğu güzergâhta, sıkışık akşam trafiğinde kamyon ve ağır vasıtaların en soldan ve kuralsız seyir ettiği yarı otoban yolda ancak dört saatte Port Said’e ulaştık. Bu dönüş bayağı sıkıcı ve bıktırıcı oldu. Yarı yoldaki İsmailiye kentinin sadece ışıklarını gördük uzaktan. Mısırın önemli illerinden biri olan bu kent Süveyş kanalını korumakla görevli askeri birliklerin konuşlandığı, daha çok bürokrat ve üniversite mensuplarının olduğu bir yerleşimmiş.
            Geçtiğimiz caddelerde gördüğümüz kadarı ile Port Said çok daha mamur ve düzenli, apartmanlar, ışıklı mağazalar… Liman girişi ve kaldırımlar yine seyyar satıcıların işgalinde. Zenith gelmiş. Evimize gelmiş gibi sevindik. Nil’in bir kolunun denize ulaştığı yerdeki liman bir hayli büyük. Doğu tarafından Süveyş Kanalı da limana katılıyormuş ama karanlıkta seçmek olası değil. Vakit bir hayli geç oldu, yorgunuz, salonda yemek yerine açık büfeyi yeğliyoruz; limanı ve ayrılışı izleyerek. Rotamız Ashdod; “Vira Bismillah”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...