7
Ekim Perşembe;
Sabahları çok
erken uyanıyoruz. 06 gibi güneş doğuyor, 07’de limanlara giriş yapılıyor. Bu
sabah da öyle oldu. Limanda tur otobüsleri hazır. Çıkışı bekliyoruz. İsrail'e
hiçbir şekilde yiyecek içecek sokmamız gereği için uyarıldık. Tabii en çok Vildan
Hanım üzüldü. Dışarılarda sadece yanında taşıdığı zeytin ve ekmeği yiyor.
Gemi çıkışında
İsrail görevlileri pasaport ve bazılarının el çantalarında arama yaptılar.
Pullmantur’la mahalli tura çıkanların otobüsleri art arda hareket etti. Biz 14
Türkü alması gereken minibüs ortalarda yok. Semih bey elde telefon oradan oraya
koşturuyor. Müslüman olmayanlar Mescidi aksa alanına giremiyor. Bu yüzden
bizler için yerel bir şirketten özel tur ayarlanmış ama bu şirketin araçları
deklare olamadığından limana giremiyor, bizlerin de yaya olarak liman sahası
dışına çıkmamıza izin verilmiyor. Sonunda çözüm limana giriş serbestîsi olan
taksilerle bir hayli de uzak olan liman dışına çıktık. Bu sefer minibüsü bir
süre beklemek zorunda kaldık. Çok sıcak bir gün.
Nihayet hareket
edebildik. Yollar güzel, etraf yeşil ve
bakımlı. Ekili tarlalarda sulama sistemleri göze çarpıyor. Yerel rehber bir Arap, uzun uzun Filistin
İsrail ve tarihini anlatıyor, Semih Bey tercüme ediyor. Turun adı “Kutsal
Topraklar” Konu İsrail ve hedef üç dinîn koordinatlarının kesiştiği Kudüs
olunca bu bölgenin geçmişini ve semavi dinler tarihi hakkındaki bilgilerimizi
tazelemek gerekli zaten.
Eski Musevi
yazımları ve Ahdi Atik’deki (Tevrat) bilgilerin değişime uğramış ve
esatirlerden etkilenmiş olduğu dikkate alınarak ve Kuran’a göre özetle şöyle
ki:
Babil’de doğan
ve yaşayan Hz. İbrahim Nuh’un oğlu Sam neslinden gelir. Babası Azer veya
Taruh’dur. Peygamberlikle şereflendirildikten sonra halkı tek Allah’a secdeye
davet etmesi ile devrin kralı Nemrut’la ters düşer. Nemrut tarafından ateşe
atılarak cezalandırılmak istendi ise de Allah’ın takdiriyle ateş İbrahim’i
yakmaz. Yoğun ateş gül bahçesine döner. Günümüzde Urfa’da Halil-ül Rahman gölü
ve içindeki balık şekline dönüşmüş odunların bu ateşin olduğu yer olduğuna
inanılır. 38 yaşındaki İbrahim Babil’i terk ederek eşi Sara ile birlikte önce
Şam veya Filistin’e sonra Mısır’a hicret eder. Çocukları olmamaktadır. Bu
yüzden Fravun’un azatlı kölesi Hacer ile evlenir. Hacer’den oğlu İsmail doğar.
Allah Hacer ve küçül İsmail’i uzak bir yere bırakmasını emreder. İbrahim onları
Mekke’ye getirerek terk eder. Burada Zemzem kuyusunun bulunuş ve ardından 12
yaşındaki İsmail’in Allah’a kurban edilmesi hikâyeleri girer semavi kitaplara.
Mısır’a geri dönen İbrahim 120 Sara 99 yaşlarında iken Allah’ın takdiri ile
ikinci oğulları İshak doğar. Bu yıllarda İbrahim’in tekrar Mekke’ye gelerek
İsmail ile birlikte Kâbe’yi inşa etmeleri olayı anlatılır semavi kitaplarda.
Arap kavimleri İsmail’den, Yahudi nesli
İshak’tan gelir. İshak’ın oğlu Yâkûb’a yaşadığı Kenan diyarında (Finike, Sayda,
Sur şehirleri) Allah tarafından peygamberlik tevcih edilir. Yâkûb babasının
ölümü üzerine Harran’da bulunan dayısının yanına gider ve onun kızı Leyâ ile
sonra da onun küçük kardeşi ile evlenir. Yeniden Kenan diyarına yerleşir.
Çeşitli evliliklerden 12 çocuk sahibi olur.
Bu on iki çocuklardan en küçükleri, anneleri ölmüş Bünyemin ve Yusuf,
babaları tarafından en çok sevilmekte ve durum diğer kardeşler tarafından
kıskanılmaktadır. Özellikle Yusuf’tan
kurtulmak isteyen ağabeyleri onu çölde bir kuyuya atarlar. Fakat kervancılar
tarafından kurtarılıp Mısır’a getirilir. Burada devrin maliye nazırına köle
olarak satılır. Sarayda özenle büyütülen Yusuf, babalığının ölümünden sonra
Mısır’a maliye nazırı olur. Ağabeylerini af ederek onları ve Yusuf acısı
yüzünden gözlerini kayıp etmiş olan babasını Mısır’a getirtir.
Tevrat’a göre
göç esnasında Tanrı Yâkûb’a görünerek adını İsrail olarak değiştirir. Ardından
Mısır’a göç eden halkına ve Yâkûb’un soyuna İsrail Oğulları denilir. Bu on iki oğuldan bir olan Yehuda kabilesinin
adı sonraları tüm İsrail Oğulları için kullanılır olmuştur. Batı dillerinde
Jue, juie, jude gibi yaklaşık söylemlerde kullanılır
MÖ. Bininci
yıllarda Mısır ve civarında hâkimiyet kuran bu kavimleri Davut bir araya
toplayarak Kudüs merkezli, bağımsız Yahudi krallığını kurar. Ölümünden sonra
oğlu Süleyman başa geçer MÖ 931’de Süleyman’ın ölümü üzerine Yahudi krallığı
ikiye ayrılır. Kudüs Yehuda krallığı tarafında kalır. MÖ 588’de Babilli’ler
Yahudi krallığını işgal ve Yahudileri sürgün ederler. MÖ 537’de Babili yenen
Pers kralı Yahudilere özerklik verir. Çeşitli devletlerin işgalleri ardından
nihayet MS 135’de Roma imparatorluğu Mısır ve bu arada Kudüs’ü de işgal eder,
Yahudileri esir ve köle olarak dünyanın çeşitli yerlerine ve özellikle Avrupa
ülkelerine dağıtır.
Bu arada Mısır’da kalan İsrail Oğulları köle
olarak Firavunların zulmü altında yaşamaktadır. Gittikçe artan nüfusları yerli
halk Kıptiler tarafından hoş karşılanmamaktadır. Bir gün bir kâhin Firavun
Kabus’a İsrail Oğullarından gelecek bir çocuğun Mısır devletinin batmasına
sebep olacağını bildirir. Paniğe kapılan Kâbus doğan bütün İsrail Oğullarının
öldürülmesini buyurur. Bu sırada doğan İmran oğlu Musa annesi tarafından bir
sepete konularak Nil nehrine bırakılır. Sepet Firavunun eşi Asiye tarafından
bulunarak çocuk evlat edinilir. Sarayda büyüyen Musa Meyden şehrinde Şuayip
peygamberin kızı Safura ile evlenir. Eşi ile birlikte Mısır’a dönerken Tur
Dağında Allah ona görünür ve kendisine Peygamberlik tevcih edilir. Firavun’u ve
Kıptileri Hak dinine davet eder, bu meyanda bir takım mucizeler gösterir ki en
önemlisi Firavunun büyücülerine karşı gösterdiği “asa mucizesi”dir.
Musa, İsrail
Oğullarını alarak Mısır’dan çıkma teşebbüsünde bulunur. Onları takip eden
Firavun ve ordusu yarılan “Kızıl Deniz mucizesi” ile yok olurlar. Musa, İsrail
Oğullarını tekrar özgürlüğüne kavuşturur ve Tur dağı civarına yerleştir. Burada kendisine Tevrat vahiy edilir. Kavmiyle
beraber Lût gölü güneyine ve Şeria nehrine kadar ilerler ve 120 yaşında Kenan
diyarı yakınlarında vefat eder. Bu yıl Âdem Peygamberden 3868 ve Mısırdan
çıkışından 40 yıl sonradır.
İsrail
Oğulları Musa’dan sonra yeniden Hak yolundan çıkarlar. Allah onlara İsa
Peygamber'i gönderir İsa’nın doğum, yaşam peygamberlik ve çarmıha gerilmesi,
dirilip göğe yükselmesi olaylarını, onun ölümünden 70 yıl sonra havarileri
tarafından yazılan, İnciller çok farklı anlatırlar. O kadar ki olayların
gerçekliği şüphe bile yaratır. Kabul
gören kanıya göre annesi Meryem bakire olduğu halde önceden Cebrail tarafından
kendisine babasız bir çocuk doğuracağı müjdelendiği üzere hamile kalır.
Dedikodular üzerine gene Cebrail’in marangoz Yusuf’a görünerek onu ikna etmesi
neticesi Yusuf ile evlenir Bugün Batı Şeria’da kalan Kudüs’e 9 km. uzaklıktaki
Beytüllahim (Bethlehem) kentinde bir mağarada kendi başına doğurur. İsa’ya
Romalılardan, Tiberrus’un iktidarı döneminde 30 yaşındayken peygamberlik gelir
ve İncil indirilir. Önce Celıle'de sonra Kudüs'te insanları hak dine davet
eder. Mucizeler gösterir. Yahudiler Hz. Hazret-i İsa'ya inanmazlar ve çok
eziyet ederler. İsa’yı, dönemin Romalı
Kudüs valisi Pontus Pılatus'a şikâyet ederler. Havarilerin içinden Yahuda,
birlikte yedikleri son akşam yemeğinin ardından ihanet ederek yerini bildirince
yakalanır.
Muhakeme edilir ve çarmıha gerilerek
öldürülür. Allahütealâ tarafından
Hazret-i İsa'nın göğe çıkarılmasından sonra Romalılar Kudüs üzerine hücum
ederek Yahudileri dağıtırlar. Bir kısmını esir edip, bir kısmını da öldürdüler.
Kudüs'ü yağma ve tahrip ederler. Bu suretle dağılan Yahudiler bir yerde
toplanıp bir daha devlet kuramazlar, dünya üzerindeki lânetli sürgün
yaşamlarına devam eder.
Yahudi
diasporasının yüz yıllar süren bağımsız devlet kurma idealleri, hatta
Abdülhamit tarafından reddedilen, Osmanlı devletinin bütün dış borçlarının
ödenmesi karşılığı Filistin’de yurt edinme teklifleri dâhil mücadeleleri ve
kutsal topraklara (Filistin’e) toplu göç hamleleri nihayet 1948 yılında sonuç
verir.
İkinci
Dünya Savaşının müttefiklerin galibiyetiyle bitmesinden sonra, İngiltere
Amerika'nın da yardımını sağlayarak 1920 yılından beri elindeki Filistin
meselesini Birleşmiş Milletlere götürür. Birleşmiş Milletler 1947 Kasımında
Filistin'in biri Yahudi öteki Arap olmak üzere iki devlet arasında
paylaşılmasına karar verir. Kudüs şehrine ise Birleşmiş Milletler denetiminde
milletler arası bir bölge statüsü tanınır. 1948 yılı 14 Mayısında İngiliz
mandasının sona ermesi üzerine David Ben Gurion, bağımsız İsrail Devletinin
kurulduğunu açıklar. Bu çözüm Arapları tatmin etmez. Filistin iç savaşı başlar. İsrail Devleti
kurulur kurulmaz; Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları İsrail üzerine
saldırıya başlalar. Bu savaş bir yıl kadar sürer. İsrail yetmiş beş bin kişilik
bir ordusu olmasına rağmen beş Arap devletini yener. Birleşmiş Milletlerin
çabasıyla yapılan anlaşma sonunda, İsrail toprakları çok genişler. Daha sonraki
yıllarda Mısır, Suriye ve Filistin Kurtuluş Teşkilatı Ordusunun her savaş
teşebbüsü -1973’de Mısırın Süveyş’e
saldırısındaki başarısı dışında- İsrail’in galebesi ve İsrail’in Kudüs'ün
tamamını, Sina Yarımadasını ve Suriye'nin güneybatı kesimini ele geçirmesiyle
sonuçlanır Arap ülkeleri ve İsrail arasındaki gerginlik hâlâ devem etmektedir
“Filistinliler
Ülkesi" olarak da adlandırılan Filistin (Paletsin)
toprakları, Güneyde, Akabe Körfezi'nden başlamak üzere Akdeniz ile Şeria
Nehri'nin batısı arasında kalan, en eski
yerleşimlerinden birdir. Eski Yunanlıların kıyı bölgeleri için kullandıkları bu
isim. Yahudiler tardından Yahudiye veya Kenan olarak adlandırılır. Bilinen ilk yerleşikleri MÖ. 2000’de Sicilyalılar,
Makedonlar, Araplar daha sonraları Hitit’li ve Mısırlılar dır. Musa
öncülüğündeki İsrail Oğulları da buraya yerleşirler. Bölge MÖ 64’te Roma
hâkimiyetine girer. İşgal ve sürgünlerle geçen yüz yıllar boyunca Yahudiler bu
toprakları yurt edinmek hayallerinden vazgeçmezler.
BM’lerce
İsrail’e verilen toprakların büyük kısmı Necef Çölündedir. Savaş ve
işgallerle Çölün büyük bölümünü ele geçiren İsrail, çöl topraklarını verimli
duruma getirmek için 500 km uzunluğunda beton boruyla su getirerek sulamaya
başladı. Hızlı bir ağaçlandırma çalışmalarına başlandı. Bugün burada tahıl tarımı ve meyvecilik
yapılmaktadır. Çok eski zamanlardan beri bilinen bakır, petrol, fosfat ve
manganez yatakları bulunup işletilmeye başlandı. Necef Çölü ekonomik yönden
İsrail için önemli bir kaynaktır
Uzun
ve dar bir şekle sahip olan İsrail, 470 km uzunluğunda, en geniş bölgesi
yaklaşık 135 km'dir. Sınırları ve ateşkes hatları içerisinde kalan toplam
yüz ölçümü 27.817 km²'dir. İsrail, yaklaşık 7.282.000'luk nüfusuyla eşitli din,
kültür ve sosyal geleneklere sahip insanları bir araya getirmiştir. Para birimi
Yeni İsrail Şekeli'dir. Bir Dolar yaklaşık 3–3,5 şekel
değerindedir. Teknoloji alanında İsrail ekonomisi dünyanın en hızlı gelişen
ülkesidir, yüksek teknolojik araç gereç üretimi, tarım, sanayi, elmas
işlemeciliği ve turizme dayalıdır. Sanayi sektörlerinin başlıcaları; ilaç,
optik, elektrik malzemesi, elmas işletmeciliği, silah sanayiidir.
Kişi
başına düşen milli gelir, Avrupa ortalamasına yakındır. Kibutz
adı verilen kommünal tarım çiftlikleri gıda üretiminin tamamına yakınını
gerçekleştirerek ülkenin gıdada kendi kendine yetmesini sağlar. İsrail’de
sulama şebekesi çok gelişmiştir. 400.000 hektardan büyük bir alan
sulanabilmektedir. Ana tarım bölgesi Eşdraelon, sahil ovaları vadiler kadar
verimlidir. Yetiştirilen başlıca tarım ürünleri; tahıllar,
turunçgiller,
şekerpancarı, muz, kivi, şeftali, üzüm
ve vişnedir.
Otlakların az olması sebebiyle hayvancılık gelişmemiştir. İsrail’de sığır ve
koyun yetiştirilir, kümes hayvanları çoktur. Hayvanlardan elde ettiği ürünler
kendi ihtiyacını karşılar. Balıkçılık çok gelişmiş olup, Atlas Hint
ve Okyanusu'na çıkardığı gemilerle yapılan avcılık ile yılda 25.000
tondan fazla balık avlanır.
Devlette
Yahudi nüfus için kast sistemi geçerlidir. Yahudi ırkı geldiği göç bölgelerine
göre sosyal sınıflara ayrılır. En imtiyazlı sınıf Amerika ve Avrupa Yahudileri,
sonrakiler Rusya’dan göçenler, üçüncü olarak Arap kökenliler ve en alt sınıf,
nerede ise köle muamelesi gören birçok yere, hatta hastanelere bile sokulmayan
Afrika kökenlilerdir.
Bir
başka sınıf da Ortodoks Yahudilerdir. Siyah fötr şapka, siyah takım elbise
veya pardösü giyip, saç ve sakallarını tıraş etmeyen, Favorilerini lüle yaparak
dikkat çeken bu kitle; hiçbir işte çalışmaz, askere gitmez, başıboş dolaşır,
günlerinin çoğunu Ağlama Duvarında geçirir, sadece yapabildiği kadar fazla
çocuk yapmakla meşgul olurlar. Geçim kaynakları Amerikan dinî fonlarının kişi
başına her ay verdikleri 1200 dolar maaştır.
İsrail’de
hafta sonu tatili Cuma öğlede başlıyor. Zira Müslümanlar için tatil günü,
Cumartesi Yahudilerin Şabat Günü. Resmi tatil olması bir yana o gün hiçbir
mağaza iş yeri açılmaz, toplu taşım araçları bile çalışmaz. Buna karşın Pazar
tatil değil ama o da Hıristiyanlar için ibadet günü.
Şart,
bu kadar tarih yeter. Bir saatlik
yolculuk sonunda nihayet Kudüs’e vasıl olduk. Yeruşalayim, Jerusalem, Uruşelim,
Yerusalim, Makdis, Beyt-ül-Mukaddes, Beytül-Makdis, İlya ve Eyliya isimleriyle
de anılan Kudüs dünyanın eski şehirlerindendir. Bugün Kentin doğu yakası
Arapların batı yakası İsraillerin kontrolünde. Arada bir sınır yok. Bizim şehre
giriş yaptığımız kuzey doğu kesimi mimarisi, yerleşikleri ve pisliğiyle hemen
kendini belli ediyor. Sur dibinde yarı çöplük bir otoparka park ederek Müslüman
mezarlıkları arasından dik bir yokuştan inerek Kuzey kapısından Mescid-i Aksa
alanına girdik.
Duvarla çevrili çok büyük avlunun bu kapısında
Müslüman görevliler oturmakta ve Müslüman olmayanların avluya dahi girmelerine
izin vermemektedir. Pasaport ibraz etmek ve Kelime i şahadet getirmek suretiyle
imtihana tabi tutuluyorsunuz.
Gurubumuzdaki kadınların bir gün evvelden uyarılmış olmalarına rağmen
Belma ve bir emekli vali ve hanımı dışında hiçbiri bu kapıyı geçemediler. Kapı
dışındaki bir dükkandan beyaz, desenli bir nevi çarşaf satın almak zorunda
kaldılar. Biz Belma ile avluda onları ve kocalarını bir saat kadar beklemek
zorunda kaldık. Girişteki bu bölümde eski yapı bir okul, daha doğusu avluya
açılan gözlerden oluşan bir medrese var. Teneffüs zamanı olmalı ki; öğrenciler
bahçede voleybol oynamakta. Ağaçların arasından önümüzdeki tepedeki Kubbet-üs
Sahra ve pırıl pırıl parlayan, altın olduğu iddia edilen büyük kubbesini
görüyoruz. Ağır adımlarla kırk kadar basamak tırmanarak tepeye ulaşıyoruz.
Bulunduğumuz
büyük saha İsrail Oğulları’nı monarşik bir yapıda toplayan ilk İsrail Kralı
Davut tarafından MÖ. 1000 yıllarında inşasına başlanan ve Oğlu Hz. Süleyman
tarafından bitirilen Yahudilerin ilk tapınağı Süleyman mabedinin yeri.
Süleyman’a bu muhteşem tapınağı inşa eden Hiram Abiff isimli bir mimar veya
taşçı ustasıdır ki masonluğun kurucusu olarak bilinir. Tapınak Mö. 588 yılında
Kudüs’ü işgal eden Babilli’ler tarafından yıkılır Ardından Persler Kudüs’ işgal
eder, tapınağın yediden inşasına izim verir ki; bu ikinci tapınak olarak
adlandırılır. Bu tapınak da MÖ. 70’de Romalılarca yıkılır.
Arapçada
Cami yerine mescit kelimesi kullanılıyor, secde edilen yer anlamında. İslam’da
üç kutsal mescit var. Mescidi Haremeyn yani Mekke’de Kâbe etrafı ve Medine’de
Peygamber mescidi. Üçüncüsü burası, Arapçada “en uzaktaki mescit” anlamına
geliyor. Hicret'in ikinci yılına kadar Müslümanların kıblesi iken Kâbe’nin
kıble olarak kabul edilmesiyle, tüm Müslümanlar namazlarını Mescid-i Aksa
yerine Kâbe’ye dönerek kılmaya başlamışlardır. Ki bu vahiy bir ikindi namazının
ortasında gelmiş ve Peygamber ve cemaat namaz esnasında kıble
değiştirmiştir. Ve bu olayın yaşandığı
Medine’deki cami Kıbleteyn (iki kıbleli
) olarak isimlendirilmiştir.
Kefeki
taşı kaplı geniş bir platform. Yaklaşık 150 dönüm kadarmış. Ortasında İslâm mimarisinde
bilinen ilk kubbeli yapı olan, sekizgen Mescid-i Aksa=(Kubbet-üs Sahra). Emevi
Halifesi Abdülmelik devrinde 687-691
yılları arasında inşa edilmiş. Bir dönem Haçlılar tarafından ele geçirilerek
kilise olarak kullanılmış, Selâhaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethi ile yeniden cami
olarak ibadete açılmış. Tadilat dolayısı ile sadece batı kapısı açık. Belma burada ikinci bir sınava tabi
tutuluyor, kelime-i şahadet yerine ezberden Yasin okuyarak ve fakat verilen
eşarbı pantolonun beline sarması şartıyla bina içine girebiliyor. Binanın iç
yüzeyi ve kubbesi Kur'an
sureleri ve çeşitli
arabesk motiflerle süslü. Tarih boyunca bölgeye hâkim olan Müslüman hükümdarlar
Kubbet-üs Sahra'ya büyük saygı göstermiş, binanın bakımı ve tamiri ile yakından
ilgilenmişler. Bölge Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı
topraklarına katılmış. Kanuni Sultan Süleyman Kubbet-üs Sahra'yı köklü
biçimde tamir ettirmiş, binanın dış cephesini çinilerle kaplatmış. Sonraki bütün Osmanlı padişahları da bakım ve
tamire devam etmiş. Tavandaki muhteşem avize ve yerdeki İran halıları II.
Abdülhamid’in hediyesi.
Binanın ortasında dünyanın temeli olduğuna,
Müslümanlar tarafından havada durduğuna inanılan. Muallâk Kayası bulunuyor.
Bu kayanın en geniş yeri 18 metre, en dar yeri ise 13,5 metre imiş. Hz. Muhammet de Miraca çıkarken bunun üzerinden hareket etmiş. Bakım dolayısıyla etrafı tahta perdeyle çevrili. Bir kenarında içinde Peygamberin saçı olduğuna inanılan metal bir kafesin altına el sokularak buna temas etme ritüeli var. Muallâk kayasının altındaki mağaraya on basamakla iniliyor. Küçük bir mekân, tavanda bahis mevzu kayanın altı görünüyor. Ortası delikmiş ve yukarıyı görmek mümkünmüş. Ama orasını bir aydınlatma globu kapatıyor. Yahudi inanışına göre (İsmail yok sayılarak) İbrahim, oğlunu bu kaya üzerinde kurban ederken Cebrail tarafından koyun getirilir. Ve kesilen koyunun kanı bu delikten akar. Yerde yekpare halı seccade yayılı. Birkaç kişi namaz kılıyor. Günümüzde onlar için de kutsal olan bu mekâna Yahudilerin girmesine izin verilmemesi ağlama nedenlerinden birisi imiş. Sadece senede bir gün dini bir bayramlarında bir Haham’ın tüm kavim adına burasını ziyaretine izin veriliyormuş.
Bu kayanın en geniş yeri 18 metre, en dar yeri ise 13,5 metre imiş. Hz. Muhammet de Miraca çıkarken bunun üzerinden hareket etmiş. Bakım dolayısıyla etrafı tahta perdeyle çevrili. Bir kenarında içinde Peygamberin saçı olduğuna inanılan metal bir kafesin altına el sokularak buna temas etme ritüeli var. Muallâk kayasının altındaki mağaraya on basamakla iniliyor. Küçük bir mekân, tavanda bahis mevzu kayanın altı görünüyor. Ortası delikmiş ve yukarıyı görmek mümkünmüş. Ama orasını bir aydınlatma globu kapatıyor. Yahudi inanışına göre (İsmail yok sayılarak) İbrahim, oğlunu bu kaya üzerinde kurban ederken Cebrail tarafından koyun getirilir. Ve kesilen koyunun kanı bu delikten akar. Yerde yekpare halı seccade yayılı. Birkaç kişi namaz kılıyor. Günümüzde onlar için de kutsal olan bu mekâna Yahudilerin girmesine izin verilmemesi ağlama nedenlerinden birisi imiş. Sadece senede bir gün dini bir bayramlarında bir Haham’ın tüm kavim adına burasını ziyaretine izin veriliyormuş.
Platformdan
merdivenlerle inilen gene çok geniş alanın ucunda iki minareli, bir cami var ki
asıl ibadete açık olan yer burası. Abdülmelik’in oğlu tarafından yaptırılmış.
Öğle ezanı vakti olduğundan bir girip çıktık. Ama uzun süre Arap rehberin
cemaatle namazının bitmesini bekledik dışarıda. Cami'in güney duvarı yüksek kale
duvarları üzerinde son buluyor.
Topluca,
Mescid-i Aksa avlusunun batı kapısından çıkarak Kudüs’ün dar sokaklı, çarşısına girdik. Hemen 300-400 metre ilerisi
Yahudilerin kutsal mekânı Ağlama Duvarı.
Yüksek
bir noktadan aşağıdaki Ağlama duvarını izliyor ve resim çekiyoruz. Bulunduğumuz
yerin altında tahta perdeler ve iskelelerle çevrili bir kazı alanı var. Burada
Yahudi, Hristiyan çeşitli kuruşların arkeolojik kazı adı altında Yahudilerin,
Lâhit Sandığını veya İsa’nın son yemeği kaplarını aradıkları iddia
ediliyor. Taş kaplı büyük bir alandan
sonra tam karşımızda ağlama duvarı.
Büyük bir kalabalık, bir kısmı normal kıyafetli, bir kısmı Yahudi
Kippa’lı, büyük çoğunluğu özel kıyafetleri ile Ortodoks Yahudiler. Sallanarak
ve hızlı sesle dua etmekte, duvara el sürmekte. Sağ tarafta tahta bir köprü-
platformla sınırlandırılmış bölge Kadınlara ait. Buradan tempolu alkışlar ve
şen çığlıklar yükseliyor zaman zaman.
Sonradan öğreniyoruz ki Yahudilerin nişan, evlilik, doğum, özellikle Bar
Mitzvah (dini görev yüklenebileceği 13 yaşına giren, Yahudi erkek çocuklarının
ergenlik veya kızların bir nevi sosyeteye takdim törenleri) olduğunu öğreniyoruz. Belma bir nevi nişan sepetinin alkışlarla
açılışını izledi ve ikram edilen keki yedi. İsrail askerlerinin X-Rey cihazlı
kontrolünden geçerek kırk basamak aşağıdaki alana iniyoruz. Sol tarafta yamaca
oyularak kemerli bir yapılaşmayla tuvaletler ve kafe-restoran yapılmış.
Devamında iç içe yine toprak altına oyulmuş, tünel gibi mekanlar. İçerisi özgün
ibadetlerini yapan Ortodoks Yahudilerle dolu. Gerçekte bu oyuklar hemen üzerindeki,
içine giremedikleri Kubbet üs Sahranın altına bari girip, eski tapınaklarına ve
Muallâk kayasına yaklaşabilmek için açılmışlar.
Alanın
kuzey güney doğusu Süleyman mabedinden kaldığına inanılan Duvar. Ansiklopedik
bilgiye göre; Yaklaşık 485 m uzunluğunda olan Ağlama Duvarı, toprak seviyesinin üstünde yirmi dört büyük taş
sırası ile yer altında kalan on dokuz taş sırasından meydana gelir. Yüksekliği
toprak seviyesinden itibaren 18 m olup 6 metresi mabet alanının seviyesini
aşmaktadır. Taşlardan bazılarının uzunluğu 12 m, yüksekliği 1 m, ağırlığı ise
100 tondan fazladır. Hemen üzeri, Kubbet üs sahra’nın avlusu, bir anlamda onun
istinat duvarı gibi.
Sol
tarafımız otopark ve bariyerli çıkış kapısı.
Buradan çıkıyoruz. Çıktığımız noktanın altı dik bir yar ve bu yara
tırmanan asfalt yol. Kaldırımlarda Duvardaki törenlerden çıkmış her yaştan ve
fevkalade şık Yahudi kalabalığı. Sıkışık trafikte kendilerini almaya gelecek
araçlarını beklemekte, biz de bu kalabalığa katılıyor, yarım saatten fazla
sürecek beklememiz süresini arkamızdaki parkın duvarına oturarak bekliyoruz.
Nihayet
minibüsümüz geldi. Kudüs’ün batı kesiminde yola alıyoruz. Buralar bambaşka bir
kent, ağaçlıklı asfalt yollar,
bakımlı, çeşit süs bitkileriyle
donatılmış bahçeler içinde çoğu kesme taş köşkler, malikaneler. Varlıklı
Yahudilerin ikametgahları, bazıları evvelce Araplarınmış. Böyle yarım saat
kadar yol alarak adeta bir botanik bahçesi içindeki lüks bir otele geldik.
Otoparkında onlarca tur otobüsü. Öğle yemeğimizi burada aldık. Büyük bir yemek
salonu, self servis açık büfe, yemekler lezzetli.
Yemek
sonrası Kapris isimli bir firmanın Show-room’una götürüldük. Burada pırlanta
işlenmesi ve satışı yapılıyor. Çok güzel ve çok pahalı takılar. Tüm dünyada
elmas madenleri, üretimi, işlenmesi, satışı tamamen Yahudilerin tekeli ve
kontrolünde. Her türlü kredi kartı geçerli,
bir şey alırsanız ister burada ister İstanbul’da teslimi mümkün,
bedelini malı teslim aldıktan sonra ve beğenirseniz ödemeniz de olası. Ama
bizlerden alıcı yok, çıkıyoruz.
Hedefimiz
yine Doğu Kudüs. Şehri çevreleyen sur
dibine park ederek, tepedeki Yemen Kapısından kente, daha doğrusu çarşıya
girdik. Dar sokaklı, kemerli yapıların oluşturduğu, lâbirent gibi klâsik Arap
çarşısı. Dükkan önleri, saçakları, yöresel hediyelik eşya ve her şeyle salkım
saçak. İniyoruz, çıkıyoruz, dönüyoruz ve Sağımızda ikindi ezanının yükseldiği
Hz. Ömer camii; onun Kudüs’ü işgali zamanında yapılmış. Girmiyor, duvarı
dibinden basamakları iniyoruz. Solumuzda taş kaplı, çukur bir avlu. Arkasında
Kabir Kilisesi (Kıyam=Kıyamet Kilisesi) yükseliyor. İki katlı, kubbeli bir
yapı: Hristiyanlar için çok önemli bir kutsal mekân. İsa’nın yalın ayak,
sırtında çarmıhı, işkence ve hakaretler altında tırmandığı yokuş (acı yolu)’nun
olduğu yere yapılmış. Avlu ve içine girdiğimiz
loş kilise her milletten ve tabii Hristiyanlardan olan bir kalabalıkla mahşer
gibi. İçeriyi yanan binlerce adak ve şükran
mumunun kokusu ve insan
kalabalığının ter, nefes kokusu, günlük kokuları doldurmuş. Ayakları sağlam
olar üst katına tırmandı. Ben aşağıları dolaştım. Duvarlara oymuş çok sayıda, karanlık labirent
ve şapeller, içleri altın, gümüş, İkonlar ve şamdanlarla süslü. Girişin hemen
karşısındaki duvarda İsa’nın çarmıhtan indirilişi tasvir eden çok büyük ebatlı
bir tablo ve hemen altında tabloda İsa’nın üzerine yatırılmış olduğu mermer
blokun (herhalde) kendisi. Kadınlı erkekli onlarca kişi üzerine kapanmış
ağlayarak bu taşı öpmekte…
Büyük
kubbenin altında İsa’nın mezarı; dört köşesinde altın şamdanların yandığı,
duvarları altın ve gümüş motiflerle kaplı,
yaklaşık üç metre yüksekliğinde, üçe üç kare bir türbe. Yüksek kemer
altındaki alçak giriş kapısı doğuya bakıyor ve uzun kuyruktaki yüzlerce turist
bu kapıdan türbenin içine girmek için sabırla dikiliyor. İnanışa göre İsa
çarmıhtan indirilip buraya gömülmüş, ertesi gün bakıldığında mezarında
yokmuş, Allah onu bedeniyle göğe
yükseltmiş. Bu yüzden kilisenin adı; Kabir, Kıyamet veya Kıyam Kilisesi. Malûm
kıyam Arapça ayağa kalkma anlamında. Kıpti, Ortodoks, Katolik, Ermeni
Kiliseleri Yüz yıllardır Kilisenin farklı bölümlerinden sorumlu imiş ve
aralarında bir türlü anlaşamıyormuş Bu yüzden 800 yıldır -ve günümüzde de-
Kilisenin anahtarı Müslüman bir ailenin elinde ve kapıyı o açıp kapatıyormuş.
Kilisenin
alt tarafı gene çarşı. Bir saatlik serbest zaman da alacak hiçbir şey yok.
Çarşı ortasındaki küçük meydandaki kahvede çay içerek oyalandık. Uzun bir süre
de Arap rehberimizi bekledikten sonra yine karanlık, manavlar, sakatatçılar,
ayakkabı tamircileri, önü açık lokantalar ve her şeycilerin doldurduğu kemerli,
kapalı çarşıyı kat ederek kuzeydeki Şam kapısından çıkıp arabamıza bindik. Hava
kararmış, akşam dönüşü başlamış, trafik yoğun.
Kudüs’ün tamamının göründüğü bir tepede birkaç fotoğraflık süreden sonra
Ashdod’a, gemimize vasıl olduk şükür. Bir hayli yorulmuşuz, yemek gene açık
büfede…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder