9 Kasım 2018 Cuma

ÜTOPİK BURSA*


ÜTOPİK BURSA*



Sevgili Çocuk.
Üç gündür Bursa’dayım. Osmangazi Belediyesinin davetlisi bir grubuz. Bu üç günde gördüklerim ve yaşadıklarımdan o kadar etkilendim, o kadar kıvandım ki, sıcağı sıcağına paylaşmak istedim seninle.
İstanbul’dan Mudanya’ya deniz otobüsü ile rahat bir yolculuk yaptık. Uzun iskeleyi yürüyerek kat edince birden meydanın bitişiğindeki biblo gibi iki katlı bir yapı ile karşılaştık. Tuğla işlemeli. Kesme taş kemerli pencereler, Marsilya kiremidi kaplı dik çatı, üzerindeki küçük pencereli çatıçkatı ile masal dünyasından kalma bir dekor gibi duruyordu, çevresindeki modern binalar arasına. Ya da eski Avrupa kartpostallarından bir Alp kasabası peyzajı. Burası bir gar binası. Malta taşı döşeli kaldırımından dolanınca masalın devamı ile karşılaştık. Sekiz on vagonluk bir tren katarı. Önde metal aksamı parlatılmış, teker üstlerinden beyaz buharlar saçan kömürlü bir küçük lokomotif. Eski yüzyıllardan kalmış gibi. Gibi değil öyle. Bu dar hat 1892’ de bir Belçika şirketi tarafından yapılmış. Uzun yıllar Bursa Mudanya arasındaki tek bağlantı imiş. Simdi turistik amaçlı ve bir tarih sembo1ü olarak kullanılıyor. Biz tavanı kapalı, yanları ferforje parmaklıklı yazlık vagonları tercih ettik. Biraz sonra sarı döküm kampana üç kere vurdu. Kırmızı şapkalı hareket memuru elindeki feneri kaldırdı. Lokomotifin melodili çığlıkları ile hareket ettik. Cilalı eski ahşap direkler ve tavan kaplamaları titreşimlerle uydular tekerlerin sarsıntılı ritmine. Bir süre sağ paralelimizdeki geniş asfaltı ve yamaçtaki apartmanları izledik. Sonra katar, yolun altından geçip yamaçlara doğru tırmanmaya başladı, Güzel bir Mayıs günü. Sanki yazın müjdecisi, Özenle budanmış zeytinliklerin zeminleri taze yeşillerle örtülü, aralarda papatyalar„ ballıbabalar. Yolun şevlerini sarıçiçekleri ile katırtırnakları kaplarmış. Sol tarafımızda aşağılarda kıyı boyu uzanan binalar ve koyu mavi bir deniz. Körfezin karsı kıyıları. Yine yeşil... Yavaş yavaş tırmanıyoruz. Bol virajlı ve rampalı bir yol. Kızılçam korularının pembe beyaz çiçek açmış badem ve şeftali bahçelerini, bağlar arasına yayılmış köyleri geçiyoruz. Hat boyunda taze yaprakları açık yeşil dut ağaçları sıralı. Bir zamanlar buraları bütün dutlukmuş. Bursa’nın koza ürettiği, ipek şehri olduğu dönemler... Bir saate yakın bir süre tırmanıp tepeye ulaştık... Birden manzara değişti, Nihayetsiz bir ova... Karşıda bütün görkemi, taze yeşil yamaçları ve öğlen güneşi ile parıldayan karlı dorukları ile Uludağ... Bahçeli evler ve villaların arasında bulduk kendimizi. Geniş bir otoyola ve hafif raylı sisteme paralel yol almaya başladık. Yanımızdan modern elektrikli vagonlar hızla geçiyor. Makinist onları buhar çığlıkları ile selamlıyor. O da acaba bu makine gibi yüz küsur yaşında mı? İnince bakacağım. Bize el sallıyorlar, çocukluk günlerimizin Lunapark coşkusu ve sevinci ile cevap veriyoruz. Garip bir duygu; sanki oturduğumuz eski deri kanepe ile özdeşleşmiş, tarih olmuşuz, Yüzyıllar ilerisine el sallar gibiyiz.
Zaman tünelindeki yolculuğumuz geniş Sanayi Bölgesini, modern fabrika binalarını, çok katlı yerleşim birimleri ile Yeni Bursa’nın uydu kentlerini izleyerek sürüyor. Kırk kilometrelik bu eski güzergâhı nostaljik duygular altında bir buçuk saatte bitirebildik. Oysa yeni otoyol ve raylı sistemle bu mesafe sadece yirmi dakika. Ama şikâyetçi değiliz.
Trenimiz çok katlı bir istasyonun birinci zemin katına yanaştı. Yürüyen merdivenlerden inen çıkan insan kalabalığın ortasında bulduk kendimizi. Burası Yeni Bursa’nın kent merkezindeki ana metro istasyonu. Bir alt katımızdan batı yönündeki Mudanya’yı doğudaki yerleşim bölgeleri ve Kestel’e bağlayan yeşil hat geçiyor. Onun altından ise Yalova yolu üzerindeki şehirlerarası otobüs terminali ve bitişiğindeki Demiryolu istasyonunu Eski Bursa merkezine ve Uludağ teleferiğine bağlayan kuzey­ güney eksenli kırmızı hat.
Yürüyen merdivenlerle çok geniş bir meydana çıktık. Tramvay ve otobüs durakları, oturma alanları, yeşil alanlar, Çınarlar, Palmiyeler, çiçeklikler, havuzlar ve fıskiyelerle donatılmış. O kadar çok fıskiye var ki: bu çok hareketli araç trafiği ve insan kalabalığının gürültüsü su sesleri arasında maskeleniyor. Zaten Bursa’nın her yöresinde, meydanlarda, sokak, mahalle aralarında havuzlar, çeşmelerle karşılaştık.  Cami içlerinde, han avlularında, eski Bursa evlerinin salon ve bahçelerinde mermer şadırvanlar karşıladı bizi. Velhasıl “Bursa sudan ibarettir” diyen Evliya Çelebi’ye hak vermemek elde değil. Hatta bir eklentide bulunmak lazım Çelebi’ye; “Bursa sudan çiçekten ve Erguvanlardan ibarettir.”
Meydanın bir yönünde valilik, beleye hizmet binası. Resmi Daireler, diğer yönünde çok katlı iş hanları ve alışveriş merkezleri, öbür tarafta oteller bölgesi var. Otelimiz yürüme mesafesinde. Odalarımıza yerleştik, Bavullarımız gelmiş bile… Pencereye yaslandım. Sekizinci katta ve güneye bakıyorum. Önümde geniş meydan, yukarı doğru tırmanan palmiyeli bir bulvar, sağlı sollu iş merkezleri ve bir amfiteatr gibi yükselen: ulu servilerin, yaşlı çınarların, gümüşlü kubbelerin, beyaz minarelerin bezediği Eski Bursa... Ardında Uludağ’ın yeni yeşermiş genç tepeleri...
Biraz dinlenmenin ardından tramvay bizi Atatürk Caddesine taşıdı. Bu cadde Eski Şehrin ana arteri.  Eski Şehre motorlu araç girmesi yasak. Buradaki ulaşımı tramvay ile çözmüşler. Adı da çok Şirin; “İpek Böceği” Geniş caddenin bir yakası Ulucami, Orhan Camii, Kozahan gibi ilk dönem Osmanlı eserlerini barındırıyor. Diğer yakası 19. yüzyıl Osmanlı ve Ermeni mimarisinin iki üç katlı yarı ahşap evleri, konakları sıralanmış; yüksek tavanlı, büyük giyotin pencereli, üst katları çıkmalı Bursa Evleri. Yüzyıldan bu yana dış yüzleri aynen korunmuş. Bugün birçoğu butik otel. Zemin katları ise şık mağazalar ve kafelere dönüşmüş.
İki yüz metre ileride Cumhuriyet’in ilk yılları yaşıyor. 1926’ da mimar Ekrem Hakkı Ayverdi Bey’in yapmış olduğu aynı stildeki üç bina (Vilayet, Adliye ve Defterdarlık), aralarında heykeltıraş Nejat Sirel’in eseri Atatürk Heykeli. Caddenin her iki yakasında, kaldırımlarda Erguvan ağaçları sıralı zaten tüm caddeler böyle. Bir anlamda Bursa, Erguvan kenti…
Eski Şehir sanki devasa bir film platosu. Bir köşeyi dönüyorsunuz, bir han kapısından geçiyorsunuz. Yapılar sizi bir anda, elli yıl, yüz yıl, altı yüz yıl gerilere götürüyor.  Burada “zaman içinde zaman mekân içinde mekân var.”
“Bursa’da en çok ne gördün?” diye sorsalar “Su, park, çiçek ve müze” diyeceğim. O kadar çok müze var ki... Heykel arkasındaki binaları şehir müzesi yapmışlar. Karşısında eski Halkevi ve Ahmet Vefik Paşa Tiyatro binası tiyatro müzesi olmuş. Yine 1930;lu yıllarda Tayyare Cemiyetince yaptırılan sinema binası Kültür Sarayı, bitişiğindeki araları tuğla örmeli ahşap karkas, 1800’1ü yıllardan kalma zarif Belediye Binası ise Belediye Müzesi. Az ilerisinde eski Osmanlı Bankası binası Bankacılık Müzesi... Gezimiz sırasında gördük ki; eski bir ipek fabrikası Anadolu Arabaları ve Otomobil Müzesi olmuş. El sanatları, halı kilim, bıçakçılık, bakır eşyalar, çini. Orman müzesi, Karagöz-Hacivat müzesi… O kadar çoklar ki... Buralarda her milletten insanla karşılaştık. Bursa plaj şehirleri dışında İstanbul’dan sonra en çok turist çeken yer. Yoğun otomotiv, yedek parça, tekstil, mobilya, ev gereçleri, gıda sanayileri, art arda kurulan fuarlar nedeni ile yurdun her yöresinden iş adamlarını taşıyan uçaklarda yer bulma sıkıntısı yaşanıyor. Kışın kayak, diğer mevsimler alternatif sporların merkezi Uludağ, ünlü Arap ve İngiliz atlarının yetiştirildiği haralar, binicilik ve golf kulüplerinin, kaplıca ve rehabilitasyon merkezlerinin çektiği yerli ve yabancı turist sayısı başlı başına bir rakam oluşturuyor.
“Cumhuriyet Bursa’sında” yine o yılların dekorasyonu taşıyan kebapçıda tonet sandalyelerimizi mermer masalara yanaştırdık, uzun beklemenin ardından nefis İskender Kebabını yedik. Kahveler iki yüz metre ileride başka bir zamanda, başka bir mekânda içildi. Uludağ eteklerinden doğup şehri güney kuzey doğrultusunda kat eden Gökdere var. Kış ayları derinden ve hırçın akıyor. Üzerinde sıra sıra köprüler. Bir tanesi yüksek taş kemer üzerinde kesme taş duvarlı, kirpi saçaklı sıra dükkânları taşıyor. Restore edilmiş, yenilenmiş, küçük hediyelik eşya dükkânları...  Bunun kadar popüler olan bir diğeri Setbaşı Köprüsü. Köprünün bitiminde derenin dik yamacında ahşap, tek katlı, yüksek bir yapı. İttihat Terakki binası imiş, sonralar Türk Ocağı. Cumhuriyetin ilk yıllarından, bu yana da Bursa’nın aydın kesiminin kıraathanesi olmuş; Mahfel Bahçesi’ndeki yaşlı akasya ağaçlarının altındaki demir ayaklı, yuvarlak mermer masalara dağıldık. Taze çekilmiş kahve, çiçekteki akasyanın rayihası, aşağıdan derenin dinlendirici musikisi, bıraksalar buradan hiç kımıldamayacağım. Ama programımız o kadar yoğun ki…
Yürüyerek beş yüz metre kadar gittik, sağımızda solumuzda yine klasik Bursa mimarisi iki katlı üç katlı binalar. Hepsinden büyük bir ahşap yapı, eskiden kozaklık imiş. Simdi ünlü markaların satıldığı bir alışveriş merkezi. Geçince eski bir Medrese binası: İslậm Eserleri Müzesi olmuş. Caddenin sonunda turkuaz renkli çini kaplı, sekizgen, sivri kubbeli, Selçuklu türbelerini andıran bir üslupta ünlü Yeşil Türbe. Burada Fetret Devri ardından dağılan imparatorluğu yeniden kuran Çelebi Mehmet ve ahfadı yatıyor. İç duvarlarımdaki işlemeli İznik çinileri şaheser. Hemen karsısında Yeşil Camii. Bu da 1400’lü yıların başında Yeşil Medrese ve Türbeyi de inşa eden mimar Hacı İvaz Beyin zarif bir yapısı. Cami ortasında mermer bir şadırvan bulunan kubbeli kare bir alan ve her iki yanında iki basamakla çıkılan yine kubbeli dört mahfil, kıble yönünde daha fazla basamakla çıkılan ikinci büyük kubbeli mekândan oluşuyor. Bu mimari tarzı ile Ulucami hariç Bursa’nın diğer selatin camilerinde de karşılaştık. Pay­i taht, Edirne’ ye taşınıncaya kadar Osmanlı idari yapısında saray alışkanlığı yok. Camiler aynı zamanda devlet dairesi. Caminin sağlı sollu bölümlerinde adliye, maliye, tapu işleri görülüyor. Hatta çok kere padişah bile  vezirleri ile birlikte bu kısımda bulunuyor. Ezan okununca devlet ricali ortadaki şadırvanda abdest alıp yüksekteki asıl cami bö1ümüne geçiyor diğer cemaatle birlikte.
Mermer kaplı kuzey cephesinin ve görkemli Taç Kapısının baktığı kırmızı damlı panoramanın ve yeşil ovanın izlendiği avlusunda asırlık çınarlar var. Hafif rüzgârla melodileşen yaprak hışıltıları ve üzeri oymalı ahşap şadırvandan su şakırtısı yayılıyor etrafa. Mistik çağrışımlar içinde kalıyor insan. Osmanlılar suya çok önem vermişler, Hatta bir sonraki durağımızda, Yıldırım Beyazıt Külliyesindeki Darüşşifa’ da (Hasta hane) su sesi ile tedavi uygulaması yapılırmış. Yıldırım Külliyesi eski şehrin doğu varoşlarımda. 13. yüzyıl Bursa üslubu camii, aşhanesi, misafirhanesi, darüşşifası ile bir bütün. Etrafı açılmış. Eserler biblo gibi yükseliyor. Zaten bütün tarihi eserlerin etrafları açılmış, düzenlenmiş ve yeşertilmiş, İklim elverişli, kazık soksanız seneye ağaç; oluyor. Biraz ilgi ve özenle her yer park olmuş, binalar arasındaki en küçük bir alan bile parklarla, çeşmelerle, havuzlarla süslenirmiş. Şehir bütünü ile bir huzur kenti...
15. yüzyılda Bursa’ya iskân edilmiş büyük bir Sefarad Yahudi’si nüfusu varmış. Bugün sayıları çok azalmakla beraber Altıparmak semti halk diline hâlâ Yahudilik diye anılıyor. Faal haldeki Sinagogları da burada. Akşam bu mahalledeki bir sokakta (Arap Şükrü Sokağı) idik. Parke döşeli dar sokağın iki yakasımdaki iki katlı eski Yahudi evleri restoran, kafe ve barlara dönüşmüş. Sokağa dizilmiş masalar, her milletten insan kalabalığı, balık, ızgara rakı kokusuna sokak çalgıcılarının oynak alaturka nağmeleri eşlik ediyor. Bir neşe, bir şamata ki...
Dün sabaha Hanlar Bölgesi ile başladık, Ulu Cami’nin kuzeyinde bir eksen üzerinde önce Ulu Caminin sonraları diğer Osmanlı eserlerinin vakfı olarak inşa edilmiş hanlar ve kervansaraylar var. Kapanhan, Arabacılar Hanı, İpekhan, Pirinç Hanı, Emirhan, Geyvehan Fidanhan.. Yanlarındaki hamamlar, medreseler, bedesten ve Kapalıçarşı ile bir bütün.  Buralar Osmanlılardan bu yana Bursa’nın alışveriş merkezi. Bugün kentin farklı bölgelerindeki çok katlı iş yerlerine rağmen hem turistler hem yerli halk Kapalıçarşı alışkanlığını sürdürüyor.   
Hanlar, kesme taştan, tuğla hatıllı, tuğla saçaklı, kurşun kaplı kubbeli yapılar. İlk bakışta birbirilerine benzese de taç kapıları ve taş oyma işlemeleri farklılıklar gösteriyor.
Koza Han ve Fidan Hanın avlularında altı şadırvan üstü mescit olan enteresan yapılar var. Kare bir avluyu iki kat olarak çevreleyen odalar, gözler şimdi şık mağazalara dönüşmüş.  Genelde tekstil, ipek ve otantik üretimler satılıyor.  Avluları devasa çınar ağaçları gölgeliyor, altları bambu, hazeran, tonet iskemleli, alçak masalı kahvehaneler, çayhaneler...
Hanları dolaşırken çeşitli etkenliklerle karşılaştık.   Bu otantik mekânlarda kâh tek kişilik sokak gösterileri izledik, kâh otuz kişilik senfoni orkestralarını dinledik.
Hanların ve çarşıların arasta düzeni zamanlarındaki, günümüzde unutulmuş iş kollarından bir dükkậnlık örnekler faaliyette. Bakır dövülen bir dükkân, tipik bir yemenici, kıl eğiren bir mutaf… Ama öyle karnaval kıyafetleri (!) ile değil. Turistlerden yoğun ilgi görüyor, satış da yapıyorlar. Bu etkinliği Esnaf Odaları üstlenmiş. Hemen her fabrikanın bir sosyal kulübü, dans, folklor, müzik, tiyatro toplulukları var. Aralarında kültür rekabeti yerleşmiş. Belediyelerin, Üniversitenin, sivil toplum kuruluşlarının benzer etkinlikleri için salonlar değil, meydan ve sokaklar sahne olmuşlar…
Osmanlı tarihi kokan bir platformda Macar Rapsodisi veya bir istasyonun cam piramit çatısı altında tasavvuf müziği dinlemek o kadar olağan ki…
Çarşılı köprü (Irgandı Köprüsü)   enstrümantal sanatçıların, burçların altı ressamların, eski Pazaryeri el becerisi satan kadınların belirli adresi. Bursa sanatı, kültürü ve tarihi turizme o kadar güzel endekslemiş ki... Bölge çeşitli tarihlerde ve en son 1958’ de ki yangınlarda birkaç kere yanmış. Hanlar ve diğer eski yapılar aslına uygun restore edilmiş. Kapalıçarşı yeniden yapılmış, Çevresindeki mimari ile uyum sağlayan modern bir tarz kullanılmış. Üzerini örten camlı kemer ve kubbelerde alçı­cam özellikli Osmanlı vitray sanatı çok güzel uygulanmış. Bol ışıklar altındaki altın bolluğu göz kamaştırıyor.
Çarsıdan topluca çıkıp bir caddeyi kat edince güneyde, adeta duvar gibi, kayalık dik bir yamaçla karşılaştık, Yamacın altındaki şık platformdan yirmişer kişilik bir çift çam kabinli asansör sizi 25-­30 metre yukarı yamacın üzerine çıkarıyor. Bursa’ da böyle sürprizlerle o kadar çok karşılaştık ki. Çıktığımız nokta yine asırlar evveli… Kubbeleri, Uludağ yamaçlarını ve şehri tepeden gören büyük bir park. Ortasında yedi katlı 19. asır yapısı Saat Kulesi, biraz ileride bir tanesi kubbe yapısı Bizans tarzını çağrıştıran iki kare türbe. İmparatorluğun kurucusu Osman ve oğlu Orhan Bey aileleri ile birlikte bu burada yatıyorlar. Osman Gazi’nin sedef kakmalı sanduka parmaklıkları ve üzerindeki kristal avize, not etmeye değer ihtişam ve güzellikte.
Parkın çıkışında akülü bir aracın çektiği tenteli vagonetlerden oluşmuş bir katara bindirildik. Karşımızda restore edilmiş Bursa surları; birisi yuvarlak, biri kare zeminli iki burç, Aralarındaki Hisar Kapısından en Eski Bursa’ya (Sur içi) girdik. Daracık labirent gibi sokaklar. Birden önümüz kapanıyor, Yol bitti sanırken anlaşılmaz bir açı ile başka yöne dönüyoruz. Aralarda Arnavut kaldırımı veya kayrak taşı kaplı meydancıklar, avlular. Üzerlerine yerli kiremit dizilmiş bahçe duvarları. Asma yaprakları, çiçekteki erik ve  elma dalları, dışarı uzanmış. Meydan köşelerinde veya bahçe duvarlarında ecdat yadigârı, her biri hat sanatı şaheseri kitabeler taşıyan mermer, çini, tuğla örmeli, lüle musluklu sokak çeşmeleri… Yüz yıllık, iki yüz yıllık ahşap saçaklı evler; tertemiz boyanıp, rengârenk badanalanmış.  Sundurmaların altında tahtadan basit bahçe ve oymalı, işlemeli, cilalı hane kapıları… Üstlerinde irili ufaklı hanımeli biçimindeki bronz kapı tokmakları, desenli halkalar. Evler dış yüzlerine dokunulmadan ikili, üçlü birleştirilip otel veya pansiyona dönüştürülmüş. Yerel yemekler yapan küçük lokantalar, pide fırınları, simit evleri, pastaneneler; tahta masa ve sandalyelerini meydancıklara taşırmışlar. Evler arasında küçük mescitlerle karşılaşıyoruz. Yanlarında servi ağaçlı hazireleri…  Kavuklu, fesli, sarıklı mezar taşları; eğilseler de asırlardır ayakta kalmayı tevekkülle başarmışlar. Beyaz mermer ile Selvi ağacının mimari uyumunu bu kadar güzel aksettirebilen başka bir yer görmedim.
Mucizevi bir parselasyonla güneş ışığı alan bu dar sokaklarda süslü Bursa faytonları ile karşılaşıyoruz. Yana çekilip bize yol veriyorlar. Hisar içi ve çevresi de motorlu araç trafiğine kapalı. Bu sebeple aynı geziyi faytonlarla yapan Avrupalı, Uzak Doğulu turistler, kapitone koltuklara kurulmuşlar başlarında sokak satıcılarından satın aldıkları fesler, kavuklar.  Hanımlar işlemeli yaşmaklara beceriksiz sarınmışlar. El sallayarak selamlaşıyoruz. Bu atmosfer içeresinde kendilerini Osmanlı hanedanı sandıklarından eminim…
Katarımız belirli yerlerde duruyor, inenler, binenler o1uyor. Biletler veya otel müşterilerinin kartları bütün gün geçerli. İlgi duyduğunuz yerleri ve müzeleri tetkik şansınız var.  Sonunda Zindan kapıdan çıkarak surları solumuza aldık.  Yaklaşık 2500 yıla dayanan tarihiyle Bitinya döneminde yapılan bu surlar 4 bin metreyi buluyor. Zindan kapı enteresan bir yer. Burada  ‘kanlı kuyu’, ‘işkence odası’ ve ‘kule bağlantılı koridorlar’, ‘zindanlar’ ve Uludağ’ın altına doğru uzanan tüneller varmış. Restore ve renüve edilmiş.  Çok zaman alacağı için biz dolaşmadık ama turistlerin çok ilgisini çekiyormuş. 
Dik bir dere yamacına paralel aşağılara iniyoruz. Burada bir sur kapısı daha var; Kaplıca Kapı. Solumuzda Uludağ etekleri.  Yanımızdaki  eski ipek ve dokuma fabrikası Koza ve İpek Müzesi. Bitişiğinde bir dönemlerin Fabrika-i Hümayunu yükseliyor; şimdi Tekstil Müzesi. Yol biraz genişledi. Yüksek bahçe duvarlı eski konakları geçiyoruz, Katarın dönüş yaptığı son durak.
İndik. Burası Muradiye (II. Murat) Külliyesi. Ahşap tavan ve dolap kapakları isçiliğine hayran kaldığım XVII. asır Osmanlı evi, imaret, hamam, evvelce gördüklerimiz tarzında II. Murat Camii, Medresesi… Cami ile medrese arasındaki dar geçitten bir parka girdik. Bizi önce şimşir ve her renkten gül kokuları karşıladı. Hayır, bir parka değil, bir başka zamana da değil, bu defa başka bir iklime, bir başka âleme geçtik... Etrafımızda ulu ağaçlar ve çiçek tarhları, tabii Erguvanlar arasına dağılmış on on beş kadar çeşitli büyüklükte kare zeminli, kesme taş duvarlı, kubbeli türbe binaları ve eski mezarlar var. Bunlarda şehzadeler, kadın efendiler, yakınlar gömülü. Ama onun dışında anlaşılması güç, garip, uhrevi bir elektrik var... Buradaki rüzgâr beni 1400’lü yılların Bursa’sına: imparatorluğun mütevazı fakat zafer dolu dünyasına taşıdı. II. Murat’ın sade türbesini muhteşem ahşap kapı sundurması süslüyor. Kubbenin ortasında bir açıklık var. Bu padişahın vasiyeti gereğiymiş. Kabrinin Allah’ın rahmetinden mahrum bırakılmamasını istemiş.
Türbelerin önündeki caddenin adı Kaplıca Caddesi. Eskiden kenti kaplıcalar bölgesi Çekirgeye bağlayan tek yolmuş. Bugün diğer tarihi eserlerin civarı gibi araç trafiğine kapalı. Çekirge ’ye tramvayla götürüldük. Üzeri atkestaneleri ile örtülü kıvrımlı yolun güney cephesinde Atatürk Köşkü (Müzesi), Çelikpalas Otelleri, Ormancılık Müzesi ve bahçe içeresinde köşkler var. Kuzeyde Bursa ovasını izliyoruz. Çok değil, 1960’lı yıllarda yolun alt tarafından ovanın sonuna kadar köyler ve Çelikpalas’ın karsısındaki kaplıcalar dışında hiç bina yokmuş. Sanayinin patlaması ve iç göçler sonucu imarsız yapılaşma ovayı işgal edip yok etme seviyesine getirmiş. Şehir müzesinde bu dönemlerin pano boyu mukayeseli resimlerini izledik. 90’lı yıllarda çözüme yönelmişler. Bu yapıların büyük kısmını yıkarak çok katlı sitelere dönüştürülmüşler. Mal sahiplerine buralardan arsaları oranında daireler verilmiş. Boşalan alanlar da yeşil saha ve parklarla değerlendirilmiş. Böylece yeşilin büyük bölümünü tarım arazisi olmasa da ağaçlık alanlar olarak geri kazanmışlar. Bu çalışma hâlâ yoğun olarak sürüyor. Tarihi eserlerle dolu Eski Şehre yeni yollar açılması zorluğu karsısında da yapılanmayı Uludağ yamaçları dışında şehrin üç yönündeki uydu kentlere yönlendirmişler. Yüzeysel yayılma yerine dikey büyümeyi hedefleyen imar planlan uygulanmış, teşvik edilmiş, çok da başarılı olmuş.
Çekirge eski merkeze beş kilometre mesafede tabii simdi kentin ortasında. Romalılardan beri şifalı sulan ile ünlü bir terapi bölgesi. O dönemlerden kalma şimdi bile hizmet veren havuzlu hamamları var. Sultan I. Murat (Hüdavendigar) yüksek yamaca bir cami yaptırmış
Caminin çok farklı mimari özellikleri var. Dış görünümü kilise çağrışımı yapıyor. Selçuklu
Medreselerini andırıyor, içerden merdivenli ikinci katında sıra odaları ve savunma mazgalları var. İç düzeni çok bölümlü ilk dönem Osmanlı camileri ne benziyor.
Altıdaki meydandan camiye kadar olan bütün binaları yıkmışlar. Bu enteresan yapı ve yanındaki türbe amfiteatr gibi yükselen tepenin üzerinde bir yüzük taşı gibi ortaya çıkmış. Daha Mudanya’dan gelirken bu Akropol görünümü dikkatimizi çekmişti. Caminin arkasındaki düzlük park haline getirilmiş. Araç trafiğine kapalı bu parka dağılmış köşk görünümlü, beyaz yağlı boyalı, ahşap birçok küçük banyolu otel var. İsimleri de çok sevimli; Hüsnügüzel, Gönlüferah, Boyugüzel, Selvinaz... Parkın ovaya hâkim manzarası ve akşam saatlerinde gün batımı çok güzel. Çok katlı yeni yapı otelleri yamacın altında toplarmışlar.
Akşamüzeri gene en Eski Bursa’da hemen surların dışında geniş eski mezarlıklar karşısındaki Mevlevihane’de bir Mevlevi Ayini izlemenin ardından golf arabalarının bizi götürdüğü iki yüz yıllık bir konakta Osmanlı Mutfağı ile tanıştık!
Üçüncü gün; kayak sezonu bitmiş, Apollon kelebekleri görebilmek için zaman erken olsa da Uludağ, Mudanya ve hâlâ ilk günkü özelliklerini koruyan Osmanlı köyleri ile geçti. Ardından Yenişehir uluslararası Havaalanı ve yirmi dakika sonra İstanbul.
Sevgili çocuk,
Doğa bu şehre tüm nimetlerini sunmuş. Yarım saat ara İle 2500 metrede kayak, deniz ve ortasında şifalı sıcak sular. Tarih, eski eserler, verimli topraklar... Çok güzel planlanmış ve uygulanmış şehircilik, yerleşim, her şey, her şey...
BİR RÜYA İDİ BU ÜÇ GÜN.
Sevgi ile gözlerinden öpüyorum.


·         2003 YILINDA OSMANGAZİ BELEDİYESİNİN AÇTIĞI YARIŞMADA YAYINLANMIŞTIR.
·          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...