Leblebi
sever misiniz? Ben sevmeyenine hiç rastlamadım. Şimdilerde market raflarında
üzeri baskılı folyo paketlerde, ya da yemişçilerde cam yüzeyli çekmecelerde
satılan, bazı yemişçi dükkânlarının önünde Butan gazlı ocaklar üzerinde ikinci
kez kavrularak o mis gibi kokusu ile mideleri tahrik eden leblebi…
Geçen
gün bir dostum Çorum’dan leblebi getirdi ve bu lezzetli nesne bana çocukluğumun
leblebilerini, daha doğrusu leblebicilerini anımsatmaya vesile oldu. “Anılar
yaşlıların bastonudur.” Bastonuma(!)
dayandım ve bakın neleri anımsadım.
Bugün
Tavşanlı gibi Çorum’un da karakteristik ürünü olan leblebi her ilde ve ilçede
üretilen bir kuru yemişti. Çarşı içlerinde genelde bir sokağa yayılmış
leblebici//nohutçu dükkânlarından gün boyu sıcak leblebi/nohut kokuları
yükselirdi. Tuğla ve sarı toprakla örülmüş yuvarlak fırınların alt katlarında
odun ateşleri yakılır, üstündeki kızgın sacda ustalar çalı süpürgelerle kavurma
işlemini yaparken çıraklar çeşitli kalibrelerdeki eleklerden ya çiğ nohut ya da
leblebi elerlerdi. Ustanın boş zamanını yakaladığımızda sıcak sıcak satın
alırdık. Öyle terazi, kantar hesaplarına girmeden. Tavaya veya çuvala
daldırılan kürek direk olarak bir elimizle araladığımız cebimize boşaltılırdı,
beş kuruş karşılığında. Hele genelde daha kavruk olan kırık leblebi alacaksanız
miktar çok artardı.
Otuz
yıl evvel sigarayı bıraktığımda teselliyi bu kırık leblebide bulmuştum. Zira bu
yarım leblebi ön dişlerle bir kez daha ısırılarak çeyrek leblebi olur. Ve bir
avucu saatlerce oyalar sigara isteğini.
Ya,
şimdiki kuşağın hiç tanımadığı leblebi tozu (kavut). Okul duvarının
parmaklıklarında, çıkış kapılarında defter yapraklarından bükülmüş kâğıt fişeklerde
bir ilâ iki kuruşa satılan o doyumsuz lezzet... Usulüyle yemesini
bilmiyorsanız; bütün ağız çeperlerinize yapışan, ceket yakalarından ancak
fırçalamakla çıkarılabilen… Kâğıttan
kıvırdığınız bir boru marifeti ile arkadaşınızın ensesinden içeri üflenen ya da
doğrudan ağızdan püskürtülen leblebi tozu.
Evde havanda döverek bu unu kendimiz de üretir ve içine toz şeker
katarak yerdik.
Okul
kapılarında genelde sarı leblebi değil de kabuğu alınmadan kavrulan beyaz
leblebi (nohut) satılırdı. Lezzeti, “Sakız leblebisi” veya “İstanbul leblebisi” diye yemişçilerde
satılandan farklı ve daha hacimli olurdu.
Bununla teneffüslerde hâttâ
sınıfta nohut savaşı da yapılabilirdi.
Nohut
satıcılarının kenarları teneke profillerden oluşmuş, kola takılarak taşınan her
tarafı camlı kutuları vardı. Üst kapakları sapın iki yanına açılır, bir tarafta
nohut diğer tarafta çekirdek olurdu. Satış ölçüsü yine tenekeden yapılmış kahve
fincanı boyutlarında bir maşrapa ve ondan daha küçük boyuttaki bir teneke
huniydi ki adı “şeytan külâhı” idi.
Satıcı bir, iki külâh ölçtükten sonra bir tutam kadar daha “cabadan”
koyardı üstüne.
600 yıllık bir
geçmişi olduğu söylenen ve Ortadoğu’dan çıktığı düşünülen leblebi, Asya
kıtasında yaygın olarak tüketilmektedir. Diğer ülkeler ise hala leblebinin
yabancısı. Ülkemizde yaygın olarak nişanlarda, düğünlerde, sinemalarda, misafir
davetlerinde veya aparatif olarak tüketiliyor.
Nohudun ısıtılıp
bekletilmesini, ''Leblebicilerin Piri'' diye anılan Şeyh Murat Gazi 1370’lerde keşfetmiş,
kabri İstanbul'da. Buluşunu vefatından yaklaşık 180 yıl sonra bir Arnavut
ustadan öğrenen Tavşanlılı ustalar, Tavşanlı'da üretmeye başlamış ve kısa
sürede Anadolu'ya yayılmış,
“Leblebi, nohudun günler süren
uğraş sonucu terbiyesiyle özel fırınlarda kavrulmasıyla elde ediliyor. Bu işlem
sırasında nohut 3 ayrı günde 3 kez ''tavlama'' diye bilinen ısıtılma işlemine
tabi tutuluyor. 3'üncü tavlamadan sonra bir alana serilerek dinlenmeye
bırakılan nohut, bu aşamaya gelinceye kadar bir ay bekletiliyor. Leblebi
yapılacağı günden bir gün önce akşam nohutlar ıslatılarak kabarması sağlanıyor.
Ertesi gün nohutlar önce tavada ısıtılıyor, daha sonra ''mafrak'' denilen ahşap
aletle hafifçe bastırılarak kabukları çıkarılıyor.
Bu işlem sırasında nohutların
bir kısmı ikiye bölünüyor. İkiye ayrılanlar elekle bütünlerden ayrılıyor.
Bölünenlere ''kırık leblebi'' denilerek, bundan leblebi unu yapmak için
yararlanılıyor. Bütün olan leblebiler çeşitli şekillerde satışa sunuluyor. Bir
kez daha kavrulma işlemine tabi tutulmaları sonrası sarı üstüne siyah benekli
görünüm kazanıyor. Buna ''çifte kavrulmuş leblebi'' deniliyor.”
Nohut çok
faydalı vitaminler ve mineraller içerir. A-C ve E vitamini içeren leblebi,
ayrıca kalsiyum, demir, bakır, potasyum ve yüksek miktarda sodyum içermektedir.
Bunun dışında sindirim sistemi için çok faydalı olan diyet lifleri de içermekte
çok geniş bir yelpazede sağlığımıza hizmet etmektedir. İçerdiği zengin
miktardaki besinler ayrıca sinir sistemi için çok faydalıdır, Cilt ve saç sağlığına, Kolesterole faydalıdır.
Açlığı giderir, kalp sağlığını, sinir sistemini,
bağışıklık sistemini korur, uyku düzeni sağlar. Kadın hastalıklarına iyi gelir,
enerji verir, diyabeti kontrol eder, kan hücrelerini korur. Böbrek
taşlarına ve sarılığa, kanser hastalıklarına iyi gelir…
Günümüzde
leblebinin tuzlusu, acılısı, meyvelisinden, çikolatalısına kadar çok
türevleri var ama -küçük yerleşim birimlerini bilmem- betona gömülmüş
şehirlerdeki apartman nesli leblebi tozunu tanımayacak. Sadece leblebi tozu mu?
Keçiboynuzunu, iğdeyi, pestili de… Kaynatılmış mısır veya buğdayı da... Arkadaş
cebinden ikram edilmiş, üzerine kum zerreleri ve cep havı yapışık erik, dut, kayısı, vişne kurusunu da...
Onlar
şekerci dükkânında mermere dökülmüş sıcak akîde şekerinden elle koparılıp
yuvarlanılarak çubuk, baston haline getirilen ya da fiyonk yapılarak sunulan
tadı hiç tanımayacaklar. Duvardaki iri demir çubuklarda katlanılarak ağartılan
şekeri hiç göremeyecekler. Yan yana üç dört ustanın demir makaslarla akide
şekeri keserken çıkardıkları ritmi hiç duyamayacak. Nedense hepsi de tombul ve
kırmızı yanaklı helvacılardan kazandan çıkmış sıcak, yumuşacık tahin helvası
satın alamayacaklar. Bisküvi
fırınlarından çok ucuza alınan, sıcacık, kırık bisküvi tadını hiç bilemeyecek,
kavruk şekerli un ve vanilya kokusunu hiç anımsamayacaklar.
Onların
fabrikasyon üretime dönüşmüş dünyasına her gün bir yenisi katılan, gün boyu TV
reklâmları ile beyinlerine kazınan, gösterişli ambalajların içindeki, mısır
nişastalısıyla mamul gofretler, barlar, şekerlemeler var. Onların çocuklarına
anlatacakları unutulmuş tatlar olmayacak. Çocuk beyinlerine yer etmiş
görüntüler ve meslekler de…
“Leblebici
Horhor Operetini”, Nazım Hikmet’in yönettiği Siyah-beyaz filmini, dillere yer
etmiş müziğini de bilmeyecekler…
Sadece
-şayet elde edebilirlerse- bazı ürünlere fiyat farkları ödeyerek “ekolojik”
olduğuyla övünecekler. Ne yazık…
“Leblebiyi
kavuram,
Dumanını
savuram,
Cici
bici leblebici.
Taze
kavrulmuş badem içi,
Eğlencelik
nelerim var,
Yedireyim
sana cici.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder