Toplumumuzda tespihin ibadet
dışında başka kullanım alanları ve kültürü vardır. Genellikle erkekler bir
aksesuar gibi tespih taşırlar. Tespihin taşından, işlemesine kıymetli
madenlerle süslenmesinden püskül şekline ve büyüklüğüne göre anlamları ve statü
göstergesi vardır. Altın, gümüş veya
bunlarla takviye edilmiş akik, Erzurum taşı tespihler zenginlik göstergesidir.
Bir gösterge detayı da tespihin püskülüdür. “Püskül sallamak” külhanbeyleri ve
kabadayılar dünyasında bazen sonu cinayetlere kadar varabilen bir eylemdir ki
eskiden bu kuşak püskülünü sallamak sureti ile yapılarken kuşağın kullanım
alanından çıkışı ile yerini tespih püskülü almıştır. İşaret ve yüzük parmakları
arasında tespih çevirmek ise bayağı beceri isteyen bir başka eylemdir. Şimdi
ismini anımsayamadığım bir köşe yazarı toplumumuzu “ Meyhanede tespihli, camide
alkollü” diye tanımlamıştı.
Bizim toplumumuzda olmasa da Hint
kültüründe yatak başucunda asılı bulundurulan iri taneli ve fakat yirmi sekiz
boncuklu tespihlerin doğum kontrol aracı veya gebelik ihtimaline yardımcı
olarak kullanıldığı bir gerçek. Haç veya Umre dönüşü Kabe'den hediye getirilen plastik tespihlerin ise Çin malı oluşu bir başka gerçek.
Bu yazıyı hazırlarken kitaplık
rafımdaki bir kaynağı hatırladım. Paylaşıyorum;
“Tespih; Parmak ucundaki huzur.” Bu takdimle kapaklanmış Deniz Gürsoy’un kitabı.*
Güzel bir cilt, gramlı kâğıda güzel bir baskı, zengin tespih koleksiyonundan
güzel fotoğraflar, tespihle ilgili tablolardan örnekler… Ama asıl tespih
hakkında bilmemiz gereken çok detaylı bilgi var.
Tespihin tarihini -ki; İsa’dan
önce 8. yüzyıla, Budizm’e kadar uzanıyor- muhtelif dinlerdeki tespih
şekillerini, boncuk sayısını, çeşitli dinlerde ve toplumlarda tespihin nasıl
çekildiğini, aksesuar ve ziynet olarak kullanımını akıcı bir üslupla
anlatmış. İmal edildikleri malzemeden
üretim safhalarına, püskülüne, süslemelerine kadar tüm detayları
öğrenebiliyoruz.
Mineral ve madenler, hayvansal
maddeler, deniz kaynaklılar, fosil kökenliler, ağaçlar, bitkiler doğal gruplarından
tam 93 farklı madde saymış. Sentetik maddeler bunun dışında.
Bu arada tespihle ilgili
anekdotlarla süslemiş içeriği. Birkaç tanesini sizlerle paylaşmak istedim.
Sultanahmet Camii inşaatının
bitimine yakın Padişah I. Ahmed cami ve avlusunun kaç kişi alacağına dair
mimarı Sedefkâr Mehmet Ağa ile iddiaya girer. Bu sayıyı tam tespit için kalenbenk
ve ödağacından beherinden 100’er bin adet olmak üzere 200 bin adet tespih
sipariş edilir. Açılışın yapıldığı ilk cuma namazı için dış kapıdan giren
herkese bir tespih hediye edilir, görevlilerce.
Tam 86 bin ödağacı tespih dağıtılmıştır. Sağlama için bu defa camii terk
eden her kişiye bir kalebenk tespih verilir ve görülür ki sayı yine 86 bindir.
İddiayı kimin kazandığı bilinmiyor. Padişah kaybettiyse sorun değil ama kazandı
ise yandı Sedefkâr Mehmet ağa. Tespihlerin bedeli bir hayli tutmuş olmalı.
(Yazar Aris Evangelos’un The
Komboloi and İts Story adlı kitabından alınmış.) Padişah IV. Murad 1630 yılında
Kâbe’nin hasar gören çatısını tamir ettirir. O zamanki yerel Arap eşraf
aralarında birleşir, değiştirilen üç abanoz dayanağın her birinden 33’er adet
tespih tanesi çektiriler dönemin en ünlü tespih ustalarına. Üç ayrı 33 bir
99’luk tespih haline getirilip bir şükran ifadesi olarak padişaha takdim
edilir.
Tespihçi dükkânına giren adam hiddetle
bağırır:
-Bana gerçek fildişi diye
sattığın tespih meğer fildişi değilmiş, sahteymiş.
Tespihçi hiddetli müşteriyi
dinledikten sonra sakin bir biçimde cevap verir:
-Olamaz efendim. Çünkü bizim
tespihlerimizin hepsi gerçek fildişindendir. Ama fil takma diş yaptırmışsa, o
başka.
Genç tezgâhtar yaşlı olanına dert
yanmış;
-Yahu senin
hizmet ettiğin müşteri ilk denediği pantolonu satın alıp gidiyor. Bütün
kaprisliler bana mı denk geliyor? Giy çıkart, giy çıkart.
-Meslek sırrıdır. Ancak emekli
olduktan sonra söylerim sana. Emeklilik günü gelmiş ve ayrılırken söylemiş işin
sırını:
-Önemli bir şey değil canım.
Pantolonun sağ cebine ucuz bir tespih atıyordum. Müşteri de ondan önce deneyen
kişi tespihini unutmuş sanıp, değerli olduğunu düşünerek ‘Bunu beğendim,
paketle” diyordu. O kadar
*( Tespih:
Deniz Gürsoy Oğlak Yayıncılık 2006)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder