10 Haziran 2018 Pazar

MENDİL





Naylon poşetten bir tane çekip kullandıktan sonra çöpe atılan, çöp sepeti bulamayanların çaktırmadan bir kuytuya sıkıştırdığı ya da alenen caddeye bırakıverdiği dönemlerden evveldi; mendil diye bir şey vardı. Yüzlerce yıldan bu yana kültürümüze, folklorumuza, edebiyatımıza yerleşmişti o. Küçük, orta, büyük, üç boyda üretilir, kız çeyizlerinde itina ile hazırlanır, köşesine nakışlar, sırmalar, altın işlenirdi. O kadar çok çeşidi,  o kadar çok işlevi ve kullanım alanı vardı ki: Pamuk, keten, ipek mendiller.  Beyaz, renkli, markalı, desenli, düz, kareli… Büyük boyları Yağlık, Çevre, Çember adlarını alır, güneşte, tozda başa, enseye, ağza, buruna bağlanarak koruyucu olurlar, pazardan alınan sebzeyi, meyveyi taşımaya yararlar, icabında abdest, el, yüz kurular, ter silerlerdi. Çok terleyince sırtınıza sokabilirdiniz.  Kemanilerin çene altına o yastık olurdu. Yaralanmalarda ilk pansuman görevini üslenir, göze kaçan kum zerresi mendilin ucu ile çıkartılırdı. Türk gösteri sanatının ilklerinden Meddah’ı omzunda mendilsiz düşünemezdiniz bile. Bir zamanlar hanımların “Mendil Saklama”,  gençlerin “Mendil Kapma”, “Bey-Necip oyunlarında” en gerekli şeydi onlar. Ya illüzyonistler, gözbağcılar hiç mendilsiz olabilir mi, Halay, Bar, Kasap Oyununda başı çekenin eli mendilsiz? Kurban edilecek koyunun gözüne yine o bağlanırdı, gelin almaya gelen atların gem kayışlarına, damat arkadaşlarına verilecek tavukların ayaklarına…
Hanımların çantasından hiç eksik olmazdı. Sadece göz ve dudak silmek için değil; Gelin Görme töreninde ortaya oturtulan yeni gelinin, fasıl guruplarında bir dizi oturtulan Sıra Kızlarının, mikrofon önündeki hanende hanımların parmak aralarında ovularak, bükerek utangaçlık ve sıkıntılarına destek olurlardı.
Beylerin cebinde birden fazla mendil olurdu. Bir tanesi kullanımlık, diğeri her zaman temiz ve ütülü; eli terleyen, gözleri yaşaran hanımlara centilmence sunum için. İyi cins keten ve markalı olması bir statü ölçüsüydü.  Dönemin moda akımına göre; gelişigüzel, bolca sarkıtılarak, katlanıp şekil verilerek veya incecik bir çizgi gibi ceketin üst cebine konulanlar...
Mendil gönül işerinde, yavuklular arasında bir haberleşme, anlaşma gereciydi. Mendilin rengi, nakışı, sunum şekli, taşınma durumu hep şifreli sembollerdi. Mendilin alınması kabul, iadesi ret ve ilişiği kesme anlamlarını taşırdı. Birçok yörede, bugün de karşılıklı olarak “Söz Mendili, Nişan Mendili” geleneği sürmektedir. Bu mendil genellikle saklanılır ve geri gönderilmesi nişanın bozulduğu anlamını taşır.
Mendil eski şarkılarda, türkülerde, manilerde çoklukla kullanılır ve genelde hasret ifade eder, aşkı, gurbeti çağrıştırır. Çalışmak için dışarı gidenler, ceza evindekiler, askerler yârin mendilini koynunda taşır,  onu koklayarak avunurlar.
Yaşantımıza bu kadar giren bir nesne, doğaldır atasözlerine, deyimlere de konu olmuştur.  Sulu gözlüler için “mendili kurumaz” söylemi yerleşmiştir.
Kağıt mendil kullanımının nezle ve benzeri rahatsızlıklarda koruyucu ve hijyenik gücü tek artısı. Ama  “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu.” Çok tanıdık bir gereç daha her şeyiyle, hızla kaybolup gitmekte hayatımızdan…
Tren garlarında, iskelelerde, otobüslerin hareketinde sallanan mendiller görüyor musunuz hiç?
Gençler; hiç umutlanmayınız. “Üsküdar’a giderken bir mendil” bulmanız hiç olası değil. Düşürülen, kebapçı reklamlı,  Kolonyalı Mendilin hiç de romantik ve şiirsel bir yanı yok. Siz iletişimi çet’leşmekte arayınız, alıştığınız gibi.
Anılar biz eskilere yeter…
“Mendilim sende kalsın, sil gözünün yaşını.”  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...