Naylon
poşetten bir tane çekip kullandıktan sonra çöpe atılan, çöp sepeti
bulamayanların çaktırmadan bir kuytuya sıkıştırdığı ya da alenen caddeye bırakıverdiği
dönemlerden evveldi; mendil diye bir şey vardı. Yüzlerce yıldan bu yana
kültürümüze, folklorumuza, edebiyatımıza yerleşmişti o. Küçük, orta, büyük, üç
boyda üretilir, kız çeyizlerinde itina ile hazırlanır, köşesine nakışlar,
sırmalar, altın işlenirdi. O kadar çok çeşidi,
o kadar çok işlevi ve kullanım alanı vardı ki: Pamuk, keten, ipek mendiller.
Beyaz, renkli, markalı, desenli, düz,
kareli… Büyük boyları Yağlık, Çevre, Çember adlarını alır, güneşte, tozda başa,
enseye, ağza, buruna bağlanarak koruyucu olurlar, pazardan alınan sebzeyi,
meyveyi taşımaya yararlar, icabında abdest, el, yüz kurular, ter silerlerdi.
Çok terleyince sırtınıza sokabilirdiniz. Kemanilerin çene altına o yastık olurdu.
Yaralanmalarda ilk pansuman görevini üslenir, göze kaçan kum zerresi mendilin
ucu ile çıkartılırdı. Türk gösteri sanatının ilklerinden Meddah’ı omzunda
mendilsiz düşünemezdiniz bile. Bir zamanlar hanımların “Mendil Saklama”, gençlerin “Mendil Kapma”, “Bey-Necip
oyunlarında” en gerekli şeydi onlar. Ya illüzyonistler, gözbağcılar hiç
mendilsiz olabilir mi, Halay, Bar, Kasap Oyununda başı çekenin eli mendilsiz? Kurban
edilecek koyunun gözüne yine o bağlanırdı, gelin almaya gelen atların gem
kayışlarına, damat arkadaşlarına verilecek tavukların ayaklarına…
Hanımların
çantasından hiç eksik olmazdı. Sadece göz ve dudak silmek için değil; Gelin
Görme töreninde ortaya oturtulan yeni gelinin, fasıl guruplarında bir dizi
oturtulan Sıra Kızlarının, mikrofon önündeki hanende hanımların parmak
aralarında ovularak, bükerek utangaçlık ve sıkıntılarına destek olurlardı.
Beylerin
cebinde birden fazla mendil olurdu. Bir tanesi kullanımlık, diğeri her zaman
temiz ve ütülü; eli terleyen, gözleri yaşaran hanımlara centilmence sunum için.
İyi cins keten ve markalı olması bir statü ölçüsüydü. Dönemin moda akımına göre; gelişigüzel, bolca
sarkıtılarak, katlanıp şekil verilerek veya incecik bir çizgi gibi ceketin üst
cebine konulanlar...
Mendil gönül
işerinde, yavuklular arasında bir haberleşme, anlaşma gereciydi. Mendilin
rengi, nakışı, sunum şekli, taşınma durumu hep şifreli sembollerdi. Mendilin
alınması kabul, iadesi ret ve ilişiği kesme anlamlarını taşırdı. Birçok yörede,
bugün de karşılıklı olarak “Söz Mendili, Nişan Mendili” geleneği sürmektedir.
Bu mendil genellikle saklanılır ve geri gönderilmesi nişanın bozulduğu anlamını
taşır.
Mendil eski şarkılarda,
türkülerde, manilerde çoklukla kullanılır ve genelde hasret ifade eder, aşkı,
gurbeti çağrıştırır. Çalışmak için dışarı gidenler, ceza evindekiler, askerler
yârin mendilini koynunda taşır, onu
koklayarak avunurlar.
Yaşantımıza bu
kadar giren bir nesne, doğaldır atasözlerine, deyimlere de konu olmuştur. Sulu gözlüler için “mendili kurumaz” söylemi
yerleşmiştir.
Kağıt mendil
kullanımının nezle ve benzeri rahatsızlıklarda koruyucu ve hijyenik gücü tek
artısı. Ama “Tüfek icat oldu mertlik
bozuldu.” Çok tanıdık bir gereç daha her şeyiyle, hızla kaybolup gitmekte
hayatımızdan…
Tren
garlarında, iskelelerde, otobüslerin hareketinde sallanan mendiller görüyor
musunuz hiç?
Gençler; hiç
umutlanmayınız. “Üsküdar’a giderken bir mendil” bulmanız hiç olası değil.
Düşürülen, kebapçı reklamlı, Kolonyalı Mendilin
hiç de romantik ve şiirsel bir yanı yok. Siz iletişimi çet’leşmekte arayınız,
alıştığınız gibi.
Anılar biz eskilere yeter…
“Mendilim sende kalsın, sil gözünün yaşını.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder