26 Haziran 2018 Salı

16 KURUŞLUK PUL



Maliye bakanlığının kendi bünyesindeki bir tespite göre işyeri açma ve kapatmak için 77 (yazı ile yetmiş yedi) işlem ve imzaya gerek varmış.  Hele fabrika kuranların, teşvik almak zorunda olanların Allah yardımcısı olsun.  Bu işlerde üç basamaklı rakamlarla ifade edilen işlemleri, birkaç yıla varan beklemeleri, bu yüzden Balkan ülkelerine taşınan tesisleri, vazgeçilen yabancı sermaye teşebbüslerini konu eden yazılara sıklıkla rastlıyoruz gazetelerde.
Bürokrasi, devlet dairelerinde yaşanan sistemli engellemeler, zorluklar ülkemizin kronik bir rahatsızlığıdır.
Konu çok eskilere dayanıyor. Yıl 1923 TBMM’de Rize Milletvekili Ekrem Bey bir takrir veriyor; “Her şeyden evvel kırtasiyeciliğin önüne geçmek lâzımdır.  Dairelerdeki çalışma usulleri kökten bozuktur. Usanan halk mebuslara evrak takip ettirmek zorunda kalıyor. Mebuslar asıl ilerini bırakıp daireden daireye ulaşmaya ve iş sahiplerine cevaplar yazmaya mecbur oluyorlar. İlh.”  
4.02.1924 TBMM’ de bir müzakere esnasında sorulan bir sual;
“Memleketin köhne idare cihazı eski usullere göre işliyor. Zaman denilen büyük değeri hiçe sayıyor. Geri kalmış bir memleket, böyle bir berbat mekanizmanın işlemesiyle nasıl ileri gider? Nasıl ıslahat yapar? Daha bol iktisadi verim ve içtimai yükselme hasletlerine nasıl kavuşur?”
Cevap;
“O bahsettiğiniz makine ıslah kabul etmez, şurasına burasına bir çivi çakmak bir tarafını değiştirmek suretiyle işe yarar bir hale gelemez. Bunu kökünden yıkacağız. Bizi modern çalışmaların icabına göre yürütecek verimli makinayı ta temelinden kuracağız.”
“Bu sözü söylerken Gazi iyi niyetli ve çok azimli görünüyordu. Fakat ortadan aşağı kıratta elemanlar tarafından işletilen ve olduğu gibi kalmasına çalışılan o köhne kırtasiyeci makinenin mukavemet kudreti o şekildeydi ki onu değiştirmeye ne Gazi Paşa’nın dehası ve enerjisi ne ondan sonra gelen idarelerin ilgisi yetmedi.”
Yukarıda aktardığım soru - cevap ve yorumu Ahmet Emin Yalman’ın “Yakın Tarihte Gördüklerim Geçirdiklerim (Pera yayıncılık)” adlı kitabından aldım.
Cumhuriyetin kuruluşundan yüz yıla yakın bir süre geçmesine, teknolojinin, iletişim araçlarının hızlanmasına, bilgisayar çağına, “e-devlet” yapılanmalarına rağmen değişen çok şeyin olmaması, bu gün de benzer şikâyetleri tekrarlamamız çok acı değil mi?
Haklarını yemeyelim! Zaman içinde bir şey değişti. Bizler dilekçelerin altına 16 kuruşluk pul yapıştırdık. 15 kuruşluk damga ve bir kuruşluk tayyare pulu.  Pulsuz dilekçe işleme konulamazdı.   Tütün bayilerinde, bazı bakkallarda, kırtasiyecilerde “PUL VE KIYMETLİ KÂĞIT SATILIR” levhaları asılı olurdu. Cüzdanlarımızda mutlaka yedek dilekçe pulu bulunurdu. Bir dairede işlem takip eden kişiye ödünç veya hediye olarak verilen 16 kuruşluk pul en büyük hayır duası vesilesi idi. Zamanla para değeri değiştikçe pul temini güçleşir olmuştu. Özellikle bir kuruşluk Tayyare Cemiyeti pulu. Tedavülden bir kuruşun kalkması üzerinden uzun yıllar geçmiş ama düzen değişmemişti. Yanılmıyorsam 1970’li yıllarda dilekçelerden pul kaldırıldı. Zaman sürecinde, faturalara, senetlere, anlaşmalara, kira kontratlarına, vergi beyannamelerine, daha birçok belgeye yazılı değerin belirli bir yüzdesin de pul yapıştırmıyoruz artık. Bunun yerine “Damga Resmi”ni beyan mucibi maliyeye yatırıyoruz. Artık iş yerlerinde her sayfası ayrı değerdeki pulları stokladığımız “Pul Defterleri” de tarihe karıştı. Acaba hatırlayanlarınız var mı?  Tabii pul satma yetkisi olan Bayi’ler de kalmadı, Onların pul satışından “beyiye” adı ile anılan kazançları da kalmadı.   
O yıllardan bir anekdot hatırlıyorum:
Issız adaya düşme ihtimaline karşı yanınıza alacağınız en gerekli üç şey nedir? Sorusuna, İngiliz: “Pipom, kitabım, köpeğim”, Fransız: “Şarabım, peynirim, metresim” Türk: “Nüfus sureti, iyi hâl kâğıdı, 16 kuruşluk pul” cevabını verir.  Nüfus sureti yerine fotokopisini, pul kalktı onun yerine de vergi numarasını koyunuz! 
Söylemlerimizde bir pul konusu daha var; “PARAMIZ PUL OLDU” 
Ülkemizde ilk kâğıt para 1840’lı yıllarda Sultan Abdülmecid döneminde bir nevi tahvil olarak, 160 bin Osmanlı altını karşılığında basılmış. En büyüğü 500, en küçüğü 10 kuruş değerinde. Arka yüzünde “Kaime-i muteberi nakdiye=Osmanlı parası yerine kaimdir.” İfadesi var. Halk bunu “kayme” diye adlandırmayı tercih etmiş. Bugün bile Anadolu yaşlıları arasında “bu kaç para” yerine “kaç kayme” söylemi kullanılmaktadır. Yine eski yıllardan kalma “mecid ve çeyrek” deyimleri yakın zamana kadar sürdü. Mecit yirmi kuruş demektir. Abdülmecid’in tedavüle çıkardığı altın liranın (Mecidiye)  beşte biri,  gümüş 20 kuruş. Bunun dörtte biri de yine gümüş çeyrek yani beş kuruş. Mecid veya Mecidiye söylemlerimizde pek kalmadıysa da Çeyrek çok geniş olarak kullanılmakta. Saat diliminden, altın liraya ve tabii beş kuruş yerine.  Dörtte bir anlamında ki; “cehar-i yek”den gelir.
Dönem, Osmanlı yönetimi için zor dönemlerdir; ardı ardına gelen savaşlar ve kötü yönetilen maliye ve hazinedeki değerli metallerin suyunu çekmesi nedeniyle sürekli yeni kâğıt paralar çıkarılır. 1900’lerin başına geldiğinde artık pulların bile üstüne sürşarj vurularak “bu pulun pul değil para olduğu” yazılmaktadır; PARAMIZ PUL OLMUŞTUR…
Kuruş dedim de; Bizler kuruş hatta para devrinin kuşağıyız, Bayram harçlıklarımızda lira büyük ikramiye idi. Lira olan değerler bile on liraya kadar bin kuruş diye ifade edilirdi. Meselâ; Mark yüz kırk üç kuruş, Dolar iki yüz seksen kuruştu 1958 Ağustos devalüasyonuna değin. O zaman adı dokuz lira oldu ancak. Simidin fiyatı bir çeyrekti, gazozun da. Hanımların çantalarında, beylerin ceplerinde bozuk para cüzdanları olurdu. Yarım daire şeklindeki kapağı açılıp diğer yarım daire gözden ufak paralar buraya kaydırılır, seçim yapılırdı, alışveriş esnasında.
Bir kuruşun hükmü 1958’lere kadar sürdü.  1957’de İstanbul’da yüksek tahsilimi yaparken tramvaylarda talebe bileti üç kuruştu. Biletçiler para üstü vermek için bir kuruş bulmakta zorlanır olmuşlardı. O zaman ortaya zımni bir anlaşma çıktı. Biletçi şebeke’yi (Üniversite pasosu) görmek istemez, biz de para üstü iki kuruşu talep etmezdik. Havalı olurdu! Demokrat partinin enflasyonlu kalkınma modelini seçmesi “her mahallede bir kaç milyoner” yarattı gerçekten. Ama metal paralar art arda boyut ve ayar değişiklilerine uğradı. Para ve kuruş nostalji oldular. Ardından 1970’li yılların ve sonrasının üç rakamlı enflasyonu ile metal liraların ardındaki sıfırlar çoğaldı, bozuk paranın itibarı hiç kalmadı.   Nerede ise para üstü olarak bozuklukları talep etmek, kabul etmek ayıplanır oldu. Umumi telefonlara atılan bozuk paralar sıklıkla boyut değiştirdikçe yerini özel jetonlara terk ettiler. Bu tarihten sonra yüksek enflasyona ve hep yenisi basılan çok sıfırlı kâğıt paralara alıştık. Ama bunun en kötü örneğini I. Dünya Savaşı sonrası Almanya’sı yaşamıştır. Borçlarını ödeyebilmek için çareyi daha fazla para basmakta bulan Almanya’da birkaç gün içinde enflasyon %29,500’e kadar çıkmıştır. 1923 yılında bir dolar karşılığında yaklaşık 4,7 trilyon mark almak mümkündü. (Bakınız; Küçük Adam Ne Oldu Sana –Hans Fallada- Roman yayınları.)  

Kuruş hemen bütün dillerde kullanılan madeni paranın adıdır. İlk defa 1250’de XI. Lois’in bastırdığı gümüş sikkede bu ad kullanılmış. Buradan tüm Avrupa’ya küçük telaffuz farklarıyla yayılıp dilimize I. Bayezit döneminde “Kızıl Kuruş” olarak girmiş ve daha sonraki Osmanlı padişahları çeşitli ağırlıklarda kuruş adlı sikkeler bastırmışlar. Cumhuriyet döneminde de bir Türk lirası yüz kuruş, bir kuruş da kırk para olarak kanunlaştırılmıştır. 1950 öncesi beş ve on para, bu günün on kuruşu büyüklüğünde, bakır karışımı sarı metaldi. Tek başına pek iş görmezdi ama dördü bir araya geldiğinde “kırk para= bir kuruş”  ile o günler adı dosya kâğıdı olan- bir A4 kâğıdı alabilirdik.
Bir kuruşlar kare ile yuvarlak arası yonca yaprağı görünümündeydiler. Adı “tırtıklı/kertikli kuruştu”.  Sonraları ortası delik bir ve iki buçuk kuruşlar çıktı. Bir liralar gümüş oranı yüksek, çapı üç buçuk santim civarında olup “dana gözü” diye isimlendirilirdi. 1950’li yılların ikinci yarısında enflasyon o kadar arttı ki tek parti döneminde basılan madeni paraların ham madde değeri üzerinde yazılı olduğu rakamı kat kat geçti. Yüksek gümüş oranlı bir lira ve elli kuruşlar kuyumcular tarafından daha yüksek bedellerle satın alınıp eritildi. Saf gümüş yirmi beş kuruşlar ise ortası çukurlaştırılıp burma gümüş sap takılarak çay kaşığına dönüştürüldüler. Evimizde bu kaşıkları uzun yıllar kullandığımızı anımsıyorum.
Sonra bir kez daha PARA PUL OLDU.  Ortası delik bir ve iki buçuk kuruşlar tamirciler tarafından toplanarak cıvata somunlarının altında pul olarak kullanılmaya başladı. Çeşitli boydaki metal pulları satın almak daha pahalıya geliyordu… Paramız bir kez daha pul olmuştu;  üstelik metal pul…
İşte böyle bir şeyler… Hatırlayanlarınız var mı?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...