8 Ekim Cuma;
Yine erkenden kahvaltı ve güverte. Zenith, Hayfa’ya
yanaşıyor. Şehir limanın gerisinde yeşil
bir tepeye yaslanmış.
Önceden çıkardığım notlara göre; İsrail'de yoğun
olarak Arap nüfus barındıran bir kent. İbraniler, Romalılar, Araplar, Haçlılar,
Osmanlılar Hayfa'yı yönetimlerinde tutmuş. Kutsal Kitaplarda adı geçen Kermil
Dağında Hıristiyanlık, Müslümanlık -ve son olarak Bahailik- için kutsal olan İlyas Peygamberin mağarası var. Ayrıca
bu dağ yamaçlarında Bahai Dininin güzelliğiyle tanınmış bahçeleri ve terasları
bulunur. II. Dünya Savaşı'ndan sonraki
Arap-İsrail çatışmasının en şiddetli bölümü burada geçmiş.
Karmel
Dağı'ndan bakınca muazzam görünen ova Lübnan sınırına kadar uzanıyor. Hayfa'nın
en turistik caddesi Alman Kolonisi Caddesi. Sağlı sollu eski taş binaların
restore edildiği bu cadde, 1850'lerde Hayfa'ya gelip yerleşen Almanların
yaşadığı bölge. Bugün Alman Kolonisinin olduğu cadde şık ve kaliteli
restoranlarla dolu, şehrin ortasından geçerek bir ucunda İngilizlerin limanıyla
diğer uçta Bahaî Bahçelerini birleştiriyor.
Bahaîler
için en kutsal şehir. 19 terastan oluşan bahçenin tam ortasında bir ibadethane
var. Bahai dininin peygamberi Mírzá Husayn-Alí (1817–1892) kendine daha sonra
Tanrı'nın Zaferi anlamına gelen Bahaullah adını koymuş bir İranlı. Yeni bir
dinin taşıyıcısı olacağını iddia ettiği için hapis yatan Bahaullah daha sonra
Bağdat'a sürülmüş sonra da peygamber olduğunu ilan etmiş. Sürgünlüğü Bağdat'tan
İstanbul'a, İstanbul'dan Edirne'ye ve sonunda da Akka'ya ve Hayfa'ya kadar
getirmiş onu. Takipçisi Abdul-Baha da Bahaullah'ınkine benzer bir yaşam sürmüş
ve 40 yıl süren hapis hayatı boyunca baktığı tepeden bugünkü Bahaî
Bahçeleri'nin olduğu tepeyi görmüş. Bu nedenle Bahaîler buraya son derece
bakımlı Bahaî Bahçeleri'ni yapmışlar. Dünyanın dört bir yanında toplam 5
milyona yakın inananı olan bu dinin mensupları sadece bu çok özenli bahçenin
bakımını yapmaya geliyor ve bir yıldan fazla kalmıyor burada. Parlamentoları ve
kütüphaneleri de bu bahçenin içinde. Alman Kolonisi'nin ana caddesinin
arkasında Hayfa'nın kaynayan kazanı Wadi Nisnas var. Burası çoğunlukla
Arapların oturduğu mahalleler ve eski evlerle dolu. İsrail'in Wadi Nisnas'ı
Yahudileştirme, Arapları yavaş yavaş bu bölgeden uzaklaştırma amaçlı kentsel
çalışmaları var.
Tur
otobüslerimiz hazır. Biniyoruz, yine
bizim karma küçük gurubumuz. Otobanda
fevkalade bakımlı, sulamalı, ekili tarlaları, meyve bahçelerini, aralarda
modern yapılı küçük yerleşimleri izleyerek bir saat kadar yol alıyoruz.
Geldiğimiz
kent yine Arap mimarisi ve karmaşasını taşıyan Hazareth. (İncil’de İsa’nın
doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği yer olarak Nasara geçer ve Nasara’lı İsa
olarak anılmasına rağmen Doğum yeri Kudüs-Betlehem olduğuna inanılır.) Çarşı içindeki bir meydana park ederek dik
yokuşu tırmanıyoruz. Sağımızda içinden kapısındaki hoparlörden Kur’an yayını
yapılan bir cami ve hemen bitişiğinde Avlu içinde yeni yapılmış (1969), modern
mimari tarzlı bir kilise. Avlu duvarları ve revaklar büyük boy mozaik panolarla
süslenmiş. İncil’den kıssaları ve Hristiyanlık tarihi resimlerini taşıyan bu
panolar dünyanın her yöresindeki şehirlerden armağan edilmiş. Meryem’e babasız
bir çocuk doğuracağı müjdesi Cebrail tarafından burada verilmiş. O yüzden Müjde
(Annuncation) Kilisesi olarak anılıyor.
Giriyoruz, ahşap görünümü verilmeye çalışılmış çatı kasnak ve hatılları
ile yükseltilmiş bir çatı. İkinci kata çıkan merdivenler. Binanın ortasında MS
4. yüzyılda Bizans İmparatoru Kostantin’in annesi Kutsal Helen tarafından
yaptırılan ilk kilisenin antik kalıntısı.
Bizans
resmen Hıristiyanlığı din olarak kabul eder ve Kostantin 325 yılında annesi
Helen’i Yahudilik ve Hristiyanlığın kutsal kalıntılarını bulması göreviyle ve
çok geniş yetkilerle Kutsal Topraklara yollar. Kıyamet Kilisesi dâhil birçok
kutsal mekânın, yerleri Helen tarafından tespit edilerek Üzerlerine ilk binalar
inşa ettirilir.
Helen, ayrıca çarmıha gerilmede kullanılan
çivileri bulmuştur. Kudüs ve doğu vilayetlerini terk edip Roma'ya dönmüştür.
Kutsal Haç'ın büyük parçaları ile diğer kutsal emanetleri yanında getirmiş ve
bugün hala görülebilen saraydaki özel şapelinde muhafaza etmiştir. Bu yüzden
azize ilân edilmiştir. Sarayı daha sonra
“Kudüs'ün Kutsal Haçı” Bazilika'sına çevrilmiştir.
Ben
üst kata çıkmadım ama gurup üst kat kapısından çıkarak kilisenin biraz
ilerisindeki bir başka kiliseye gittiler. Burası da yine Helen tarafından
bulunup, Meryem’in kocası Yusuf’un marangoz dükkânı veya evi üzerine inşa
dilmiş eski kilise harabelerinin üzerine yapılmış. Evvelce bu mekân Yahudiler tarafından vaftiz
törenleri için kullanılırmış. Yahudi kızların ilk adetleri ve evlilik öncesi
adetlerinde burada yağmur suyu ile vaftiz edilmeleri şartıyla evlenmelerine
izin verilirmiş.
Yeniden
otobüs, Kuzeye doğru yol alıyoruz. Yine bakımlı ziraat arazileri, köyler,
çiftlikler. İsrail’in birçok yerinde yol kenarları Begonvillerle kaplı ama bu
yöredekiler kadar büyük ve güzellerin ilk kez görüyoruz. Rubi, kırmızı, oranj, sarı ve beyaz renkleri ile yan
yama geniş kümeler. Buralar İsrail’in 6 gün savaşları sonrası Ürdün’ den ele
geçirdiği Galille (Celile) toprakları. İsa’nın ilk vaazlarını verdiği,
mucizelerini gösterdiği yerler.
İlk
durağımız, korumalı kapısından girdiğimiz botanik parkı gibi çok güzel bir
sahanın ortasındaki otel. Acıkmış karınlarımızla yemeğe geldiğimizi sanıyoruz.
Ama yanıldık. Bu çiş molası. Üzerinde olduğumuz tepeden bakınca görüntü nefis;
aşağılarda Galille (Celile= Taberiye) gölü ardında Ürdün Vadisi ve Golan
Tepeleri. Bahçede diğer turist
guruplarının yürüdüğü yöne yöneliyoruz. Küçük bir platform. Üstteki otele çıkan
merdivenler ve karşımızda sekizgen yapılı modern mimarili bir şapel. İçeri giriyoruz. Sekiz sütunun arası cam
duvarlar, mekân ortaya doğru birkaç basamak alçalıyor, çepçevre cilalı tahta
sıralar. Ortada şık bir altar. Genç bir rahibin idaresinde genç bir ziyaretçi
cemaat gurubu ilahiler söylüyor. Bina İsa’nın ilk vaazlarını verdiği yere
yapılmış. Hristiyanlığın sekiz umdesini
de ilk kez burada açıklamış. Bu sebeple bina sekizgen. Rehberler cep boyu İncillerden bu sekiz
umdeyi okuyor guruplarına. Celile’deki
diğer noktalar gibi burası da Helen tarafından belirlenmiş.
Yeniden
tırmandığımız tepelerden sonra ikici ziyaret; Tabgha. Burası İsa’nın aşağıdaki
gölde balık tutmaya çabalayan iki kişiye balık tutmayı öğrettiği ve mucize
göstererek 2adet balık, bir parça ekmeği 5000 kişiyi doyuracak çokluğa
eriştirdiği yer. Antik kiliseden sadece yerdeki mozaik kaplama kalmış.
Üzerindeki şapel de yeni yapı Yarım daire bir mihrabı ve önünde mermer, dört
bacaklı masa gibi bir atlar var. Altında yine antik bir kalıntı. Duvarlar tek
sıra oturma düzeni ile çevrili. İçerisi çok sıcak, ortasında balık havuzu olan
küçük iç avlu ve hediyelik eşya dükkânı da öyle.
Üçüncü
mekân dördüncü yüzyıldan kalma bir sinagog ve bitişiğinde altıncı yüzyıldan
kalma kilise harabeleri Daha doğrusu temel duvarları kalıntısı. Ören yeri tel
örgüyle çevrelenmiş, İki katlı bir yönetim binası ve bilet gişesi, tuvalet var.
Kazıdan çıkan kırık sütunlar, sütün başlıkları, tavan alınlıkları bahçede
sıralanmış. Rehber bu taşların üzerindeki kabartmalar hakkına uzun
anlatımlarda. Bilirsin bu teferruatı hiç sevmem, lodoslu hava, kırk derecenin
üzerindeki sıcak dayanılır gibi değil. Otoparka kadar zor yürüyüp kendimi
otobüse attım. Birazdan Belma da kaçmış geldi. Anlatımlardan aklında kalan; taş
kabartmalardaki Davut yıldızı ve nar motifleri. Bir narda değişmez 613 tane
bulunduğu ve 613’ün Tevrat’ta Yahudilerin yapması ve yapmaması gereken,
zorunlu 613 emirlerin sayısı olduğu.
Gurubumuz
toplandı, artık geciken yemek zamanı ve beklediğimiz yağmur geldi. Galille gölü kenarına iniyoruz. Yine Kudüs’te
yemek yediğimiz oteller zincirinin buradaki kompleksine geliyoruz. Turist
guruplarının doldurduğu büyük salon, masalarımız ayrılmış, açık büfe, yemekler
güzel.
Yemek
sonrası göl kenarını takiben Tiberias Şehrine geldik. Yol boyu ve kentte çok
yıldızlı oteller, plajlar göl kenarına sıralanmış.
Galille
(celile gölü) gene İsrail işgalindeki bir bölge. Göl deniz seviyesinin altında
dünyanın derindeki ve en büyük tatlı su gölü. 53 km. kıyı şeridi var, eksi 209
metre derinliğinde. Doğusu Ürdün. Kuzey doğusu Golan tepeleri. Buralardan inen
Ürdün (Şeria-Jordan) nehri gölü besliyor, güneyinden devam ederek sularını Ölü
Deniz’e (Lût gölü) boşaltıyor. Buranın aksine yine deniz seviyesi altındaki Ölü
Deniz çok tuzlu, tuz oranı %30
İsrail,
nehrin Ölü Deniz’e çıkışını kapatmış. Göldeki tatlı suyu arıtarak bütün ülkeye
içme suyu sağlıyor, sulamada kullanıyor.
Tiberias’ta yine Kapris firmasının satış ve teşhir merkezine
götürülüyoruz. Yerel Tur şirketleri ve
rehberlerin dünyanın her yerindeki komisyon tezgâhı…
Celile’deki
son durağımız Ürdün nehri kıyısındaki Babtism (Vaftiz) Yardenit Sitesi. Düzenli
ve yeşillik içesindeki otoparktan kontrollü girilen tek katlı büyük bir yapı.
Girişte koltukların yerleştirilmiş olduğu soğutulmuş bir lobi. Karşıdaki
kapıdan nehir kenarına çıkılıyor. İnce uzun bir teras, ağaçlıklı, çiçekli.
Nehir yatağı üç-dört metre kadar aşağıda. Merdivenle inilen ikinci bir terasta
kırk elli kişilik, karışık yaşlardan bir gurup, kahverengi harmaniyeli, genç
bir rahibin çaldığı gitar ve el çırpmaları eşliğinde bazen ilahiler, bazen pop
söylüyor ve dans ediyor. Nehirde ve
merdivenlerde yalınayak, Üzerlerinde sadece, yakasız, beyaz elbiseler olan
kadınlı erkekli kalabalıklar. Bunlar
merdivenlerden nehre iniyor, kollarına giren kendileri gibi iki kişi ile
birlikte bir takım dualar ediyorlar. Bu yardımcılar elleriyle göğüs ve karın
bölgelerini ovuşturuyorlar. Sonra kişi bir eliyle burnunu kapatıyor,
yardımcılar omuzlarından tutup sırt üstü bütünüyle suya daldırıyorlar. Bence
çok hisli bir ritüel. Vaftiz olan
kişilerden birçoğu bu anı bir vecd içinde idrak ediyor, cezbe geliyor,
hıçkırıklarla ağlıyor kısa fenalıklar geçiriyorlar. Sahne karşısında biz de
duygulandık, gözlerimiz doldu. Kâbe’de his etiğimiz duygular tazelendi. İsa,
peygamberliğinden sonra 27 yaşında iken Vaftizci Yahya tarafından burada vaftiz
edilmiş. Otobüsümüzden bir İtalyan ve bir Yunanlı genç Hamım da vaftiz oldular.
Kutladık onları, Belma da bu suya hiç değilse ayaklarını soktu.
Sitede
bir de büyük bir market var. Hediyelik eşyalar, yörenin bal, hurma pekmezi ve
benzeri ürünleri, Galille menşeli krem ve güzellik müstahzarları satılıyor.
Meğer kadın milleti bunu bilirmiş zaten. Tören kıyafeti elbiseler de buradan
alınıyor veya kiralanıyor ve özel kabinlerde giyiliyor. Islanınca şeffaflaşması
nedeniyle bazı hanımlar hazırlıklı olarak içlerinde mayo ile gelmişler.
Ancak
hava karardıktan sonra Hayfa’ya gelebildik ve şehri görmek mümkün olmadı.
Sadece Alman Caddesinden bir tur alarak gemiye döndük. Bahaî Bahçelerinin ise
sadece güverteden ışıklarını görebildik. Tura katılmayan Muğla’lı
arkadaşlarımız alışveriş umuduyla şehre çıkmışlar hiç bir şey bulamamışlar,
yakın zannıyla limana kadar yürüyerek dönmüş ve perişan olmuşlar. Böylece gün
bitti.
9 Ekim Cumartesi;
Bugün son destinasyon,
Limasol. Güney Kıbrıs daha geceden puştluğunu yaptı. Gemiye gelen bir faks yeşil
pasaportlularda Shengen vizesi olmayanların karaya çıkamayacağını
bildiriyormuş. İkinci puştlukla daha limana girerken karşılaştık. Sadece bizimkiler değil, hiçbir ülkenin cep
teflonunun Türküye ile iletişim kurması olanaksız, hatlar bloke edilmiş.14 kişinin
sekizi yeşil pasaportlu, iki kişi istemedi sadece Belma ve ben karaya çıktık.
Rehberimiz Semih beyle birlikte limandan bindiğimiz bir şehir otobüsüyle deniz
kıyısından Limasol’un ucuna kadar gidip döndük, Kıyıda oteller, tatil köyleri,
İngilizlere satılmış, villalar ve siteler, plajlar var. Hava çok rüzgârlı,
deniz dalgalı, cazip hiçbir yanı yok. Dönüşte eski limanda inip çarşıyı şöyle
bir dolaştık. Birer kahve içtik. Limasol bu kadar. Gördüğümüz tek enteresan yer
büyük bir deniz mahsulleri mağazası oldu. Çok sayıda, her cinsten deniz
hayvanları kabukları, denizatı, denizyıldızı ve benzerleri. Bir taksiye atlayıp
gemiye döndük.
Öğleden
sonrayı biraz yatarak, biraz bavullarımızı toparlayarak geçirdik. Gece yarısı
bavullarımızı kamara kapısına çıkarmamız gerekli. Bu gece 12’den sonra gemi aşçılarının
hazırladığı, meyve, sebze ve ekmeklerden oluşan “Muhteşem Büfe” var ama çok
güzelini Fantazya gemisinde gördüğümden “ben almayayım”. Erkenden yatıp uyudum: Belma beklemiş ve
resimlemiş.
10 Ekim Pazar;
Marmaris;
sabah, pasaportlarımızı teslim aldık,
08’de yanaşıp, biraz sonra karaya çıktık. Bitti, Allah’a şükür kazasız,
belâsız, sorunsuz bitti. Hiç tahmin
etmediğim halde her yere yürüyebildim, tırmanabildim. Volteren sağ olsun. Türkiye’de hava çok soğumuş, kaloriferler
yanmış, Uludağ’da kar kalınlığı 55 santime ulaşmış. Bu durumda birkaç gün daha
Marmaris'te kalma programı yatar. Otelden Yaris’i aldık, münavebeli kullanarak ver elini Bursa.
Sevgili
Şart;
Hepsi
bu kadar, bir daha nereye kısmet olur, ne zaman olur bilemem, sana yazabilir
miyim? Onu da bilemem.
Kal
sağlıcakla.