2 Mayıs 2019 Perşembe


HIDRELLEZ
Bu yazı geçen yıl Mayıs ayı başında yayımlanmıştı.  Bu yıl yine Mayıs ayı başı ve yine hıdrellez geliyor. Ben 75 yıldır biliyorum her yıl gelir zaten. Okumayan oldu,olabilir düşüncesiyle  bir kez daha koyuyorum.
Biliyorsunuz değil mi? Bu hafta sonu Hıdrellez.
Kırsal kesimler ve küçük yerleşim birimlerinde geleneksel ve folklorik özelliklerini koruyan bu gün, büyük illerin hareketli yaşamında sadece nostaljik bir kavram olarak kaldı. Yeni kuşakların söyleminde ise hiç yok. Eski halk, takvimi yılı ikiye bölerdi; Kasım ve Hızır olarak. Kullandığımız Gregoryen takviminin 8 Kasımında Kasım günlerinin “Ruz-i kasım” girmesi ile başlayan 150 günlük kış 6 Mayısta biter ve Mayıs günleri “Ruz i- Hızır” ile 110 günlük yaz başlar. “Yüz elli, yaz belli”
Bugün sadece ülkemizde değil, Azerbaycan, Kırım, Balkanlar, Orta Asya’da da bir festival coşkusu ile yaşanan bu özel günü Çingene Kavmi Kakava Bayramı, Ortodokslar Aya Yorgi, Katolikler Aziz Georgios, Süryaniler Circis adıyla kutlarlar.
İnanışlarımıza göre; Hızır (Hıdır) Aleyhisselâm ile ölümsüzlüğe erişmiş İlyas Peygamber senede bir kez yeryüzünde buluşarak bereket ve şifa yayarlar. Bir deniz kenarında olan bu buluşma, farklı söylemlerle Gılgamış Destanı, İskender Efsanesi, Yahudi Efsanesi gibi, eski Suriye, Yunan, Aragot mitlerinde de yer alır.
Semavi kitaplarda Hızır ve İlyas isimlerine birlikte rastlanılmaz, buluşmalarına ait bir kayıt yoktur. Sadece Elyesa (Elia) peygamberin Yahudi kavmini bereketli topraklara, Hıdır’a götürdüğü anlatılır ki Hıdır Arapça yeşillik demektir. İsmi peygamberler listesinde olmamakla birlikte Kuran’ın bazı ayetlerinde yer alan Hz. Hızır; İslâm tasavvufunda Velî, halk folklorunda peygamber olarak anılır. Darda kalanların imdadına yetişir, dileyenlere bereket, sağlık, şifa verir. “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” Hızır Peygamber denizdeki, İlyas Peygamber karadaki ümmetini ve bazı anlatımlarda Hızır her yerdekileri korur. Kardeş oldukları da rivayet olunur. Yurdumuzda ve kimi İslâm ülkesinde Hızır, İlyas, hıdrelleze dair makamlar, makam mezarları, birçok yörede Hıdırlık Tepeleri bulunur. Dinî ve mitolojik gerçekler ne olursa olsun; 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece vaki olan bu birliktelik neşe, eğlence, niyet ve niyaz ritüeline dönüşmüştür. İller ve bölgeler arasından farklılıklar olsa da genelde;
-Geceden gül dalına, yoksa başka bir yeşilliğe, içine para konulmuş kese, cüzdan, çanta bağlanır ki; Hızır bereket için elini soksun.
-Seyahat isteyenler gül dibine veya açık havaya bavul, pasaport, harita bırakırlar. Ev, otomobil, fabrika maketleri veya resimleri; diploma, meslek sembolleri, tayin, nakil terfi dilekçeleri konulur.
-Kırmızı bir kese içerisinde kırk karınca yuvasından toplanmış kum taneleri gül dalına asılır.  
-Koza tohumları geceden bir tülbent içinde gül dalına bağlanır, ertesi sabah Besmele ile kerevete alınır.
-Gül dibine bir küp içine genç kızların yüzük, küpe, tarak gibi özel eşyaları konulur. Ertesi sabah çeşme başında, türküler eşliğinde küçük bir çocuk eş zamanda bu küpten bir nesne ve bir torbadan bir mâni seçer. Yüksek sesle okunan mâni eşya sahibinin kısmet ve istikbalini açıklar.
-Gül dibine oturtulmuş kızların başı üzerinde kilit (kısmeti) açılır.
-Gece boyu mahalle aralarında ve meydanlarda ateşler yakılır, üzerinden atlanır, şarkılı oyunlu eğlenceler düzenlenir.
-Sabah çok erken saatlerde su kenarına inilir, dilek kâğıtları akarsuya veya sandalla açılarak denize bırakılır.
-O sabah her günden erken kalkılır, kapı önleri, avlular, hayatlar bol su ile yıkanır. Yatakta kalanlar ısırgan dalıyla dağlanarak cezalandırılır. Sabah namazında cümle kapıları ardına kadar açılarak haneye bereket depolanır.
-Hızlı boy atan kızların kafasına hamur tahtası ile vurularak evde kalması önlenir.
-Çarşılar ve dükkânlar daha erken açılır. En sona kalan esnafın dükkân kapısı çöpler, dallar ve yeşilliklerle doldurulur. Kapısı önüne içki şişeleri dizilir.
-Mahallenin yeni gelinleri ve genç kızları için çok renkli basmadan bir örnek elbiseler, şalvarlar dikilir.
-Kırlara çıkılır, salıncaklar kurulur, uçurtmalar salınır. Şenlik akşama kadar sürer.
-Kızların başları, arabalar, otomobiller yeşil dallar ve çiçeklerle süslenir. Kızların bacakları mahalle delikanlıları tarafından ısırgan dalı ile dağlanır.
-Evlerde ısırgan yemekleri, oğlak, kuzu etleri ve naneli pilavlar pişer. Etli pilav veya helva yapılıp dağıtılır.
-Trakya’da evlerin kapıları söğüt dalları ile süslenir, kiraz ağaçlarının çevresine söğüt dalları dizilir.
-Bu günle “Padişahın atları çayıra çakılır”.
-Hz. Hızır ve Hz. İlyas’ın makam kabirleri, sair evliyanın türbeleri ziyaret edilir.
Kırlarda, yeni aşklarla evliliklerin doğacağına inanılan hıdrellezde hava yağışlı olursa tüm bu etkinlikler bir sonraki ilk pazar gününe ertelenir. Adet ve usuller yörelere göre değişirler ama bir şey değişmez; o gün erkenden akşama kadar kırlarda koşturup oynayanları bahar çarpar, yorgunluk, güneş yanıkları ve anılar kalırdı gerilerde…
Tabii bugün Çingenelerin, Çeribaşı seçimi de yapılır.
Çingeneler veya son zamanlarda kendilerine verdikleri isimle Romanlar, Hindistan’ın Pencap-Sind nehir havzası boyunca, Pakistan ve Afganistan’ın da içinde bulunduğu bölgelerden milattan sonra 450- 1050 yılları civarında ülkelerinden sürülerek İran ve Anadolu üzerinden tüm dünyaya yayılmış Hind- Avrupa kökenli zavallı bir ırktır. Savaş döneminde bütün toprakları ellerinden alındığından tarım, hayvancılık ve toplayıcılık gereçlerinin tümünü yitirmiş ve göçebe zanaatçılığa mahkûm olmuşlardır. Bir kısmı yerleşik düzene geçmiş olsa da hâlâ dünya üzerinde göçebe yaşayan kavimleri vardır. Tüm dillerde Çingen kelimesinden türemiş;  Gyhtan, Çigan, Cipsi ve benzeri isimlerle adlandırılırlar.
Roman kavimleri ise dünyanın her yöresinde yaşayan sayısız Çingene kavimlerinin sadece bir tanesinin adıdır.
Bursa’nın yerleşik Çingeneleri 1950’li yıllarda şimdi tapu dairelerinin olduğu bölgede küçük bir mahallede olmak üzere Kamberler- Atpazarı’nda ve Demirhane bölgesinde toplanmışlardı. Kamberler bölgesindekiler, dansçı, çengi ve çalgıcılıkla geçim sağladıkları halde Demirkapı Çingeneleri çeşitli iş dallarında dükkân sahibi veya çarşılarda ayakkabı boyacılığı, taşımacılık veya benzeri işlerle geçimini sağlarlardı ve Kamberler yöresinde yaşayanlara göre kendilerini daha asil sayarlardı,
Demirhane çingeneleri çalışkan ve namuslu kişilerdi. Kapalıçarşı’da ayakkabı boyacılığı veya taşımacılık yapan bu adamlar tadilat için vitrin camları ve kepenkleri çıkartılmış, içerileri mal dolu dükkânların gece bekçiliğini yaparlardı, tadilat süresince…
Çarşı içeresinde dolaşan bir Sami vardı. Irkına has yanık ve güzel sesi le zaman zaman şarkı söyler ama geçimini ayakkabı ticareti ile sağlardı. Nasıl mı? Eline bir çift yeni ayakkabı alır,  ayak numaralarını çok yakından tanıdığı bir müşterisine(!) bu yeni ayakkabıyı verir onun ayağındaki az kullanılmışı ve üzerine az bir miktar para alırdı. Bu az kullanılmış ayakkabı yine bir başka kişiye verilir, üzerine bir miktar para alınırdı. Böylece gelir düzeyi gittikçe düşen dört beş kişiye yapılan trampa ile sonunda elde kalan ayakkabı benzeri nesne eskiciye kadar ulaşırdı. Bir gün Sami’yi elinde tek bir ayakkabı ile gördüğümde bunu ne yapacağını sormuştum. Aldığım cevap şaşırtıcı idi. “Ağabey bende kaç tane tek ayaklı müşteri var. Kiminin sağ kiminin sol ayağı yok. Tabii hepsi farklı numaralarda. Bunlar ayakkabısını nereden alır sanırsın?” O gün öğrendim ki; ayakkabı üreticileri ve ısmarlama ayakkabı yapanlar tek ayakkabı yapmazmış, uğursuzluk sayarlarmış.
Sami, her hıdrellez evveli bana “tekmil gacolar (eşler) ve çoparların (çocuklar) davetli” olduğu, matbu Kakava Bayramı davetiyesi getirir, bahşişini alırdı. Bursa’da Kakava Töreni ve Çeribaşı seçimi Demirkapı Semtinde yapılırdı. Kamberlerde de böyle bir tören yapılır mıydı, bilemiyorum. 
Nice hıdrellezlere sağlıkla erişmeniz dileği ile…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...