HIDRELLEZ
Biliyorsunuz
değil mi? Bu hafta sonu Hıdrellez.
Kırsal
kesimler ve küçük yerleşim birimlerinde geleneksel ve folklorik özelliklerini
koruyan bu gün, büyük illerin hareketli yaşamında sadece nostaljik bir kavram
olarak kaldı. Yeni kuşakların söyleminde ise hiç yok. Eski halk, takvimi yılı ikiye bölerdi; Kasım ve Hızır olarak. Kullandığımız Gregoryen takviminin 8
Kasımında Kasım günlerinin “Ruz-i
kasım” girmesi ile başlayan 150 günlük kış 6 Mayısta biter ve Mayıs
günleri “Ruz i- Hızır” ile 110
günlük yaz başlar. “Yüz elli, yaz
belli”
Bugün
sadece ülkemizde değil, Azerbaycan, Kırım, Balkanlar, Orta Asya’da da bir
festival coşkusu ile yaşanan bu özel günü Çingene Kavmi Kakava Bayramı,
Ortodokslar Aya Yorgi, Katolikler Aziz Georgios, Süryaniler Circis adıyla
kutlarlar.
İnanışlarımıza
göre; Hızır (Hıdır) Aleyhisselâm ile ölümsüzlüğe erişmiş İlyas Peygamber senede
bir kez yeryüzünde buluşarak bereket ve şifa yayarlar. Bir deniz kenarında olan
bu buluşma, farklı söylemlerle Gılgamış Destanı, İskender Efsanesi, Yahudi
Efsanesi gibi, eski Suriye, Yunan, Aragot mitlerinde de yer alır.
Semavi
kitaplarda Hızır ve İlyas isimlerine birlikte rastlanılmaz, buluşmalarına ait
bir kayıt yoktur. Sadece Elyesa (Elia) peygamberin Yahudi kavmini bereketli
topraklara, Hıdır’a götürdüğü anlatılır ki Hıdır Arapça yeşillik demektir. İsmi
peygamberler listesinde olmamakla birlikte Kuran’ın bazı ayetlerinde yer alan
Hz. Hızır; İslâm tasavvufunda Velî, halk folklorunda peygamber olarak anılır.
Darda kalanların imdadına yetişir, dileyenlere bereket, sağlık, şifa verir. “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” Hızır
Peygamber denizdeki, İlyas Peygamber karadaki ümmetini ve bazı anlatımlarda
Hızır her yerdekileri korur. Kardeş oldukları da rivayet olunur. Yurdumuzda ve
kimi İslâm ülkesinde Hızır, İlyas, hıdrelleze dair makamlar, makam mezarları,
birçok yörede Hıdırlık Tepeleri bulunur. Dinî ve mitolojik gerçekler ne olursa
olsun; 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece vaki olan bu birliktelik neşe, eğlence,
niyet ve niyaz ritüeline dönüşmüştür. İller ve bölgeler arasından farklılıklar
olsa da genelde;
-Geceden
gül dalına, yoksa başka bir yeşilliğe, içine para konulmuş kese, cüzdan, çanta
bağlanır ki; Hızır bereket için elini soksun.
-Seyahat
isteyenler gül dibine veya açık havaya bavul, pasaport, harita bırakırlar. Ev,
otomobil, fabrika maketleri veya resimleri; diploma, meslek sembolleri, tayin,
nakil terfi dilekçeleri konulur.
-Kırmızı
bir kese içerisinde kırk karınca yuvasından toplanmış kum taneleri gül dalına
asılır.
-Koza tohumları geceden bir
tülbent içinde gül dalına bağlanır, ertesi sabah Besmele ile kerevete alınır.
-Gül
dibine bir küp içine genç kızların yüzük, küpe, tarak gibi özel eşyaları
konulur. Ertesi sabah çeşme başında, türküler eşliğinde küçük bir çocuk eş
zamanda bu küpten bir nesne ve bir torbadan bir mâni seçer. Yüksek sesle okunan
mâni eşya sahibinin kısmet ve istikbalini açıklar.
-Gül
dibine oturtulmuş kızların başı üzerinde kilit (kısmeti) açılır.
-Gece
boyu mahalle aralarında ve meydanlarda ateşler yakılır, üzerinden atlanır,
şarkılı oyunlu eğlenceler düzenlenir.
-Sabah
çok erken saatlerde su kenarına inilir, dilek kâğıtları akarsuya veya sandalla
açılarak denize bırakılır.
-O
sabah her günden erken kalkılır, kapı önleri, avlular, hayatlar bol su ile
yıkanır. Yatakta kalanlar ısırgan dalıyla dağlanarak cezalandırılır. Sabah
namazında cümle kapıları ardına kadar açılarak haneye bereket depolanır.
-Hızlı
boy atan kızların kafasına hamur tahtası ile vurularak evde kalması önlenir.
-Çarşılar
ve dükkânlar daha erken açılır. En sona kalan esnafın dükkân kapısı çöpler,
dallar ve yeşilliklerle doldurulur. Kapısı önüne içki şişeleri dizilir.
-Mahallenin
yeni gelinleri ve genç kızları için çok renkli basmadan bir örnek elbiseler,
şalvarlar dikilir.
-Kırlara
çıkılır, salıncaklar kurulur, uçurtmalar salınır. Şenlik akşama kadar sürer.
-Kızların
başları, arabalar, otomobiller yeşil dallar ve çiçeklerle süslenir. Kızların
bacakları mahalle delikanlıları tarafından ısırgan dalı ile dağlanır.
-Evlerde
ısırgan yemekleri, oğlak, kuzu etleri ve naneli pilavlar pişer. Etli pilav veya
helva yapılıp dağıtılır.
-Trakya’da
evlerin kapıları söğüt dalları ile süslenir, kiraz ağaçlarının çevresine söğüt
dalları dizilir.
-Bu
günle “Padişahın atları çayıra çakılır”.
-Hz.
Hızır ve Hz. İlyas’ın makam kabirleri, sair evliyanın türbeleri ziyaret edilir.
Kırlarda, yeni aşklarla evliliklerin
doğacağına inanılan hıdrellezde hava yağışlı olursa tüm bu etkinlikler bir
sonraki ilk pazar gününe ertelenir. Adet ve usuller yörelere göre değişirler
ama bir şey değişmez; o gün erkenden akşama kadar kırlarda koşturup oynayanları
bahar çarpar, yorgunluk, güneş yanıkları ve anılar kalırdı gerilerde…
Tabii
bugün Çingenelerin, Çeribaşı seçimi de yapılır.
Çingeneler veya son zamanlarda kendilerine verdikleri isimle
Romanlar, Hindistan’ın Pencap-Sind nehir havzası boyunca, Pakistan ve
Afganistan’ın da içinde bulunduğu bölgelerden milattan sonra 450- 1050 yılları
civarında ülkelerinden sürülerek İran ve Anadolu üzerinden tüm dünyaya yayılmış
Hind- Avrupa kökenli zavallı bir ırktır. Savaş döneminde bütün toprakları
ellerinden alındığından tarım, hayvancılık ve toplayıcılık gereçlerinin tümünü
yitirmiş ve göçebe zanaatçılığa mahkûm olmuşlardır. Bir kısmı yerleşik düzene
geçmiş olsa da hâlâ dünya üzerinde göçebe yaşayan kavimleri vardır. Tüm
dillerde Çingen kelimesinden türemiş; Gyhtan,
Çigan, Cipsi ve benzeri isimlerle adlandırılırlar.
Roman
kavimleri ise dünyanın her yöresinde yaşayan sayısız Çingene kavimlerinin
sadece bir tanesinin adıdır.
Bursa’nın
yerleşik Çingeneleri 1950’li yıllarda şimdi tapu dairelerinin olduğu bölgede
küçük bir mahallede olmak üzere Kamberler- Atpazarı’nda ve Demirhane bölgesinde
toplanmışlardı. Kamberler bölgesindekiler, dansçı, çengi ve çalgıcılıkla geçim
sağladıkları halde Demirkapı Çingeneleri çeşitli iş dallarında dükkân sahibi
veya çarşılarda ayakkabı boyacılığı, taşımacılık veya benzeri işlerle geçimini sağlarlardı
ve Kamberler yöresinde
yaşayanlara göre kendilerini daha asil sayarlardı,
Demirhane çingeneleri çalışkan ve
namuslu kişilerdi. Kapalıçarşı’da ayakkabı boyacılığı veya taşımacılık yapan bu
adamlar tadilat için vitrin camları ve kepenkleri çıkartılmış, içerileri mal
dolu dükkânların gece bekçiliğini yaparlardı, tadilat süresince…
Çarşı içeresinde dolaşan bir Sami vardı.
Irkına has yanık ve güzel sesi le zaman zaman şarkı söyler ama geçimini
ayakkabı ticareti ile sağlardı. Nasıl mı? Eline bir çift yeni ayakkabı alır, ayak numaralarını çok yakından tanıdığı bir
müşterisine(!) bu yeni ayakkabıyı verir onun ayağındaki az kullanılmışı ve
üzerine az bir miktar para alırdı. Bu az kullanılmış ayakkabı yine bir başka
kişiye verilir, üzerine bir miktar para alınırdı. Böylece gelir düzeyi gittikçe
düşen dört beş kişiye yapılan trampa ile sonunda elde kalan ayakkabı benzeri
nesne eskiciye kadar ulaşırdı. Bir gün Sami’yi elinde tek bir ayakkabı ile
gördüğümde bunu ne yapacağını sormuştum. Aldığım cevap şaşırtıcı idi. “Ağabey
bende kaç tane tek ayaklı müşteri var. Kiminin sağ kiminin sol ayağı yok. Tabii
hepsi farklı numaralarda. Bunlar ayakkabısını nereden alır sanırsın?” O gün
öğrendim ki; ayakkabı üreticileri ve ısmarlama ayakkabı yapanlar tek ayakkabı
yapmazmış, uğursuzluk sayarlarmış.
Sami, her hıdrellez evveli bana “tekmil
gacolar (eşler) ve çoparların (çocuklar) davetli” olduğu, matbu Kakava Bayramı
davetiyesi getirir, bahşişini alırdı. Bursa’da Kakava Töreni ve Çeribaşı seçimi
Demirkapı Semtinde yapılırdı. Kamberlerde de böyle bir tören yapılır mıydı,
bilemiyorum.
Nice hıdrellezlere sağlıkla erişmeniz dileği
ile…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder