RAMAZAN
Bu yazı geçen sene de yayımlandı ama "El ahsen-i minel tekrar= tekrarda güzellik vardır."
Ramazan ayı girdi nerede ise bir
haftası geçti bile. Ramazan ayının gelişi ile gazetelerde özellikle en yaşlı
köşe yazarlarının bu ay hakkında bir şeyler yazması teamüldü. Günümüzde
bırakınız gazeteleri onlarca TV programlarında gerekli yayın ve bilgi
verilmekte. Ama yaşlı ve eski bir köşe yazarı olarak bu alışkanlığımdan vaz
geçemedim.
Ramazan ay takvimine göre en kutsal
sayılan üç aylardan, Recep ve Şaban’dan sonuncusudur ki ardından Şevval
(bayram) ayı girer. Bayram ayının ilk gününden başlayan üç gün İslam âleminin
iki kutsal, dinî bayramlarından birisidir. Son yıllarda adının Ramazan mı,
Şeker mi Bayramı olduğu tartışılsa da gerçek adı FITR Bayramıdır. Fıtr Arapça
yaradılış, vücut benzeri anlamlar taşır ve ramazanı tamamlayıp, bayrama ulaşmanın
bir cemilesi olarak bayram sabahına kadar yoksulları sevindirmek ve son
ihtiyaçlarına çözüm olmak için konulmuş bir sadakadır. Vücut ve sağlık
anlamında Sadaka-i Fıtır (fitre) şeklinde söylenilmektedir
dilimizde.
Bu ay Yüce Kitabımıza göre;
sevapların en bol dağıtıldığı. Günah ve hataların en cömertçe af edildiği,
ikram, ihsận ve yardımların çokça yapılmasının, harap gönüllerin alınmasına her
zamankinden fazla dikkat edilmesinin, ibadet ve dini teamüle en çok uyulmasının
tavsiye edildiği bir aydır. Sağlığı yerinde olup arzu edenler oruca
niyetlenirler. Bütün okurlarımın ramazanlarını tebrik eder, bu
bereket ve gufran ayının ülkemize hayırlar getirmesini temenni ederim.
Cümlemizin malûmudur ki; şartları
uyanlar için bu ayda oruç tutulması İslâm’ın farzlarından birisidir. Oruç
bedeni bir ibadettir ve gizlidir. İslâm’ın öbür farzları yerine
getirilirken üçüncü kişiler tarafından görülebilir, bilinebilir. Ama kişinin
gerçekten oruçlu olup olmadığı sadece kul ile Allah arasındaki bir eylemdir.
“Oruçluyum” demek, oruçlu görünmek yetmez. Oruç tutmayan kişilerin ramazana ve
oruçlulara saygı göstererek aleni yiyip içmekten sakınmaları bir Türk-İslâm
geleneği olarak yerleşmiştir toplumumuza. Yakın zamana kadar ülkemizdeki
Gayrimüslim azınlıklar da bu geleneğe uyar, oruçlu komşularına karşı saygılı
olmaya büyük özen gösterirlerdi. Ne yazıktır ki bugün bu hassasiyeti gösteren
Müslümanlar bile çok azalmış durumda.
Açlık bir yana çay, kahve, özellikle
sigara tiryakileri için bu hassasiyet çok önemlidir. Periyodik nikotin açlığı,
tiryakileri bilhassa iftara yakın saatlerde sinirli ve tahammülsüz yapar.
Edebiyatımız, bu insanlara ramazanda yapılan şakalar, bunlarla ilgili nükteler
yönünden çok zengindir. Bir elinde sigara bir elinde çakmak sabırsızlıkla
iftarı bekleyen ya da imsakın son salisesine kadar dumanı çeken tipler
hepimizin çevresinde vardır.
Günümüzde kullanımı kalmayan bir diğer
tiryakilik de afyon’dur. Cumhuriyetle beraber afyon sakızının
tekelleştirilmesi, izinsiz ekim, satımı ve bulundurulması ağır
cezaları içeren bir yasak oluncaya kadar afyon kullanımı yaygındı. Mercimek
tanesi kadar bir parça afyon sakızını yutan tiryakiler birkaç saat süre ile
bunun sarhoşluğunu ve keyfini yaşarlarmış. Tabiidir ki ramazan bu
afyonkeşler de için sıkıntı ve kâbus dönemidir.
İşte bu tiryakiler; üç tane afyon
parçacığının ilkini tek kat, ikincisini iki kat, üçüncüsünü de üç kat sigara
kâğıtlarına sarıp, imsak vakti hepsini birden
yutarlarmış. Dört beş saatlik bir süre sonra, mide asitlerinin
etkisi ile önce tek kâğıt çözülür ve afyon açığa çıkınca keyif dönemi
başlarmış. “Afyon patlayıncaya” kadar asabi ve gergin olan tiryaki de rahata
erermiş. Ardından iki ve üç kat kâğıtların dörder, beşer saatlik aralarla
açılması ile yasak saatler içinde afyon yutmadan, oruca devam için bulunmuş bir
yol imiş bu. “Daha afyonu patlamadı” söylemi buradan
yerleşmiştir terminolojimize.
“Üçkâğıtçı” deyiminin de
asıl kaynağı budur. Sonraları üç tane iskambil kâğıdı ile “Bul karoyu, al
parayı” şeklinde kumar oynatanlara yakıştırılmış, bu sıfat.
Günümüzde afyon tiryakileri yok. Tabii
afyona endeksli üçkâğıtçılar da. Ama üçkâğıt ve üçkâğıtçılar o kadar
bol ki. Onlara bakınca eski, gerçek üçkâğıtçılar çok masum ve sevimli kalıyor.
Allah cümlemizi ve ülkemizi yeni üçkâğıtçılardan korusun.
Ramazan ile ilgili nükteler ve fıkralar
çok yoğundur. Özellikle Bektaşilere izafe edilenler bir o kadar da ince ve
espri yüklüdür. “Ramazan nasıl gidiyor?” diye soran dostuna Bektaşi’nin cevabı
yetmez mi; “Kafama göre bir hoca buldum çok iyi gidiyor.”
Adam böyle kafasına uyan bir ulemadan
fikir sormuş;
“Bir dilber-i rậnậ olsa, bir de olsa
ramazan, tarik-i dilber mi olurdun yoksa Terk-i ramazan?
Ve almış cevabını, ya da fetvasını;
“Fırsatı fevt etme
zinhar, sür safasın her demin. Çün, savmın olur kazası olmaz kazası
dilberin!”
(Güzel, lậtif bir dilber olsa.
Üstelik de ramazan ve oruç var, güzele yoldaş mı olurdun, ramazanı mı terk
ederdin?)
(Sakın fırsatı kaçırma her zamanın
sefasını sür. Çünkü orucun kazası olur ama dilberin kazası olmaz!)
Hepinize hayırlı, bereketli ve kafanıza
göre (!) ramazanlar diliyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder