24 Ocak 2019 Perşembe

ŞEHİR’DEN METROPOL’E


ŞEHİR’DEN METROPOL’E        

Aşağıdaki yazı NİSAN 2002 tarihli Olay Gazetesi Bursa Yaşam eki için kaleme alınmıştır. Üzerinden yirmi yıla yakın bir zaman süreci daha geçti. Bu süreçte Bursa'nın ne hallere geldiğine hepimiz şahidiz. Hele son yıllardaki yüksek irtifa ile betonlaşma gerçeğine…



Seneye Bursa’ya gelişimin ellinci yılı dolacak.  Yarım asır çok şeyleri değiştirir.  Nesiller değişir,  dil değişir, değerler değişir, teknoloji, moda değişir, tabii şehirler de...   Nostaljiye yenik, yaşlanan belleklerimizde; yitirdiklerimizin özlem ve burukluğunu kazandıklarımızın getirisi ile dengeleyemeden...
Bu perspektiften Bursa’nın dünü ve bu günü o kadar farklı ki...  Bugün iki milyon nüfuslu mega kentin en doğudaki ucu (nerede ise bir orta Anadolu şehri görünümünde)  Kestel; eski İnegöl yolunda bahçeler ve çilek tarlaları arasında şirin bir köydü. Asfaltın köşe yaptığı noktada Yeşil Bursa ve Bursa Birlik Nakliye ambarlarının meyve sandıklarının istiflendiği toplama istasyonları vardı. Yaz kış akan doygun dereciklerin kenarında nefis rayihalı yerli tohum çilek pazarlanırdı, köylü kızlarca. Bu gün yediğimiz dayanıklı ama farklı lezzetteki tür 1970’lı yıllarda Aroma’nın teşviki ile geldi.
Şehrin ana girişi Sebze halinin karşısında yola sıralanmış, yerleşik çingenelerin tek katlı basit evleri ile başlardı. Aradaki 10 kilometrelik yol mu? Kuzeyde bahçeler ve ulu çınarların gerisindeki Gürsu, güneyde Uludağ’ın yeşil yamaçlarına saklanmış sıra sıra Kızık’lar ile süslü. Yıldırım, Emir sultan, Işıklar, Mollaarap, Maksem, Demirkapı, Muradiye, Stadyum, Merinos, Şehre küstü, Uluyol sınırlarındaki Yüz bin nüfuslu şehir... Diyebilirim ki 1/3 ü çoğu iki katlı binalar 2/3ü envaı ağaçlarla bezeli bahçelerle kaplı.  Arsanın en kıt olduğu Hisar içinde bile evlerle bahçeler eşitti.  Bu bölgedeki eksiği de mezarlıklar telâfi ederdi Yeşil Bursa’da.  Batıda ise, uzaklardaki kaplıca kolonisi Çekirge ve Nilüfer’in öte yanında 1950 Bulgaristan göçmenlerine yapılan tek katlı binaları ile Hürriyet ve İstiklâl mahalleleri.  Ovanın yeşil denizine tanrısal mozaik tablolar gibi serpiştirilmiş kırmızı damları ile Odunluk, Misi, Dobruca,  Beş evler, Fethiye, İhsaniye, Geçit, Ürünlü, Yunus eli, Çeltik, Armut, Izvat, Soğanlı, Panayır, Demir taş, İsmetiye, samanlı köyleri ve daha niceleri Büyük Şehrin doymak bilmez iştihası ile yutuldular. Birer mahalle oldular.   Arnavut kaldırımı sokaklarını, berrak sulu derelerini, ata yadigârı kemerli köprülerini yok ettik.  Osmanlı, Rum, Ermeni mimarisinin ortak kültürü ile şekillenmiş çivit boyalı, güzelim evlerini, konaklarını koruyamadık.  1960’larda bataklık Yalak Çayırı’na Organize Sanayi Bölgesi kurulduğunda “Bir gün Bursa’nın Mudanya ile birleşeceği” kehânetinde bulunurduk.  Ama genişlemenin bu boyutlarda olabileceği hiç hesapta yoktu. 
O yıllar Bursa çok daha rahat ve huzurlu idi. İnsanların dostluğa, sanat olaylarına kültüre ayıracak daha çok zamanları vardı.  Bu kadar değişimden sonra bugün bile İstanbul’la kıyaslarsanız Bursa’da günler 25 saattir.
Televizyon gecelerimizi tekeline almamıştı. Onun yerine “sinema günleri” vardı. Şehirdeki beş- altı kapalı on- on iki kadar yazlık sinema her kültür gurubundaki aileye cevap verirdi. Tayyare ve Dilek sinemasının mevsimlik kombine biletlerini almak için kuyruklara girdiğimizi, torpil aradığımızı hatırlarım.  Gariptir, varlıklı kesim bu kombinlerin tenzilatlı halk gecesini yeğlerdi. Uzun tutulan antraktlar en şık kıyafetlerin teşhirine olanak sağlardı.
Ahmet Vefik Paşa Devlet Tiyatrosu 1957’ de açıldı. Her ay değişen eserler için, her hafta Salı günleri satışa çıkarılan bilet kuyruğuna girerdik. Geçen ay yerel gazetelerde aynı tiyatro müdürünün seyirci bulamadıkları şikâyetini üzülerek okudum. Binanın bir başka köşesinde, amatörlerin kurduğu Oda Tiyatrosu perde açardı. Sevgili Celâl Cumurcul’nun Gogol’un ((tek kişilik) Bir Delinin Hatıra Defteri’ni başarı ile sahnelediğini anımsıyorum. Sonraları Marmara sineması olan alt salonda panayır tiyatrosu içerikli gösteriler;
“Programımız burada bitti baylar bayanlar”
“Hayri Küçük Tiyatrosu sizi selâmlar.”tiradı ile perde kapatırdı.
Zaman zaman Tayyare sinemasında İstanbul’dan gelen özel tiyatroları izlerdik.
Özel arabası ile gelenler sinema ve tiyatro binasının önüne park eder, programlar gece 24’ te kalkan son otobüs seferine yetişecek şekilde ayarlanmağa çalışılırdı. .
Bu günün cep sinemaları üniversite öğrencileri ile yarı-dolu, aileleri görmek pek olası değil. İki konservatuar ve amatör koroların konserleri de olmasa sanatsal gösteriler geniş kitlelerden kopmuş gibi.   
Elit sınıfa gece hayatı sunan Çelikpalas’ın Pavyon’u vardı. T. Ticaret Bankası terasında özel asansörü ile çıkılan Roof açılmıştı. Çay bahçeleri, Kültür park içinde aile gazinoları ve müzikholler dolardı. 1970’lerdeki anarşi ortamı aileleri gece eğlencelerinden ve sokaklardan çekti. Uzun durgunluk döneminden sonra, her gün bir yenisi açılan Kafe’ler, barlar ve diskolar şantörün “bütün eller havaya” emrine uyan belli bir kesimin ve gençliğin mekânları. Yakın köylerden çarşıya gelen ailelerin, nişanlı çiftlerin muhallebici ve tatlıcı dükkânlarında oturma alışkanlığı yok oldu. Bu kesim artık mahalle olan köylerinin çarşılarında ama oralarda muhallebicide oturma şansları yok. Ayakta beslenme tarzının getirdiği döner-ekmek ve lâhmacun kültürü oluştu. İlk olarak Dilek sinemasının karşısında Sirkeci Şaban’ın çocukları, ezilerek ısıtılan sucuklu sandviçi ve leblebi garnitürlü bozayı (atomlu boza) damak yelpazemize sokmuştu.         
İş Bankası’nın önünde küçük terazisinden, gramlarına, karpit lâmbasından tekerlerine kadar her yeri parlatılmış pirinç arabasında kuru yemiş satan Köse Habil yok ama kabuklarını sürekli yerlere saçan Ayçiçeği tüketicisi geniş bir toplumumuz var.
Öğrenciler şapka giyerdi. İnsanlar şıktı. Daha doğrusu şıklık anlayışımız ütülü pantolon,  takım elbise, kravat ve fötr şapkaya endeksli idi. Bu günün spor, rahat ama kişiliksiz giyiminde gözlerimizi tırmalayan bir şeyler var.
Özel kolejler dışında okullar karma olmadığından Erkek Lisesi- Kız lisesi ile Ticaret lisesi- Necati Bey Kız Enstitüsü ile Askeri lise- Kız Öğretmen Okulu ile kültürel iş birliği yapar, Erkek Sanat Enstitüsü galiba eşsiz kalırdı. Ziraat Okulu zaten şehir dışında lokalize idi. 
Vali, Belediye başkanı, Emniyet müdürü halk içinde idiler. Eskortlar, trafiği kesmeler, koruma orduları yoktu. Sadece Valinin bir adım gerisinde yürüyen resmi giyimli polisi vardı. Varlıklı iş adamlarının Body-guard özentilerine gerek yoktu. Şehrin çeşitli yerlerine konuşlanmış veya hareket halinde polis otoları görmezdik. 1111-1112 telefon numaralı iki adet jeep olaylara yetişmeye yeterli olurdu. Bekçiler karakolları değil akşam ezanı ile sefere çıkan guruplar halinde çarşı ve mahalleleri korurlardı.
Öğrenciler kendi mahallesindeki okullara gittiğinden, orta öğrenimdekilerin yürüme ve belediye otobüsünden başka tercihleri olmadığından şehrin bir ucundan öbür ucuna taşıma yapan servisler girmemişti yaşantımıza.  Minibüs te girmemişti. Taksilerin dışında Kaptı-kaçtı dediğimiz fazla koltuklu otomobiller, Çakır hamam, Heykel yanı, Yeni Yol da park etmiş faytonlar, tenteli brıçkalar, iş yerleri civarlarında durakları bulunan Tatar arabaları yeterdi bizlere. Mahalle aralarında yük ile ( at ve eşeksırtında) odun satan köylüler, baltalı, bıçkılı odun yarıcıları, elinde şimşir tokmağı, sırtında kemanesi ile hallaçlar dolaşırdı.   
Yaz ayları, dini bayramlar ve tatillerde Bursa yerli turistlerle dolardı.  Dostlarımızın otel bulma isteklerini karşılayamaz olurduk. Banyo şehri olan Bursa bu özelliğini önce Gönen’e ardından Deniz’e kaptırdı ve bitti. Tüm yurtta beylerin ipek gömlek, hanımların ipek çamaşır ve elbiselik gereksinimlerini, çeyizlik havlularını karşılayan Kapalı Çarşı, yangına rağmen bu özelliğini uzun yıllar korudu ama sonunda kuyumcu ve döviz büfelerinin işgaline yenik düştü.
İnsanların kaderini değiştiren rastlantılar ve olaylar vardır. Şehirler hatta ülkeler bile böyle oluşumlardan etkilenirler. 1955 ve sonrasında Bursa’nın yalnız kaderini değil ekonomik, sosyal, kültürel yapısını da değiştiren oluşumlar ard arda geldi.
1959’ da santral garaj açıldı. Yeni Yalova ve İzmir yolları yapıldı.  Şehir yaşamını kuzeye yönlendiren bu başlangıç ovaya doğru imarsız arsa pazarını ve plansız yapılaşmayı doğurdu. Verimli Bursa ovasını süsleyen kavak yükseltileri, önü alınamaz bir hızla sıvasız duvarlar ve çatısız damlardan uzanan kolon filizleri ile yer değiştirdiler.    
Eski Bursa’nın 3- 4 katla sınırlı imar planını ilk delen T. Ticaret Bankası iş hanı oldu.  Ardından Altıparmak Caddesine yüksek irtifa tanındı. Sadece ana caddede değil dar sokaklarda bile bitişik nizam, yüksek binalar güzelim mimarı örneklerinin, konakların, bahçelerin yerine hoyratça yerleştiler. Ve emsal olup Eski Bursa’yı yuttular. Çok geç kalınmış bir tedbir ile tek tük kalanlara yasak getirilince ortaya çürük diş gibi ucubeler çıktı.  Binaların alt katları iş yeri olarak planlanınca, belli merkezlerde toplanmış çarşılar bütün kente yayıldı.
Koza ipeği dokuyan büyük fabrikalardan başka yüz yıllardan beri peştamal, havlu, kadife, atlas dokuyan el tezgâhları 1950 lerde motorlu olup ikişer üçer tezgâhlık ev sanayiine dönüşmüştü. Ham maddeleri olan floşun pek az bir kısmı Gemlik Sungipek’çe kalanı ithal girdilerdi. Floş üretimi için,  sanırım 1956’da kurulan, halka açık Anonim şirket Sifaş’ın sermayesi 1958 devalüasyonundan sonra bu pahalı teknolojiye yetersiz kaldı. Yıllarca demir ticareti yapan şirket 1960’lardan sonra O. Sanayi bölgesindeki ilk fabrika olarak Polyester ipliği üretimine yöneldi. Ardından yenileri geldi.  Tercihlerin kara yoluna kayması neticesi 1950’lere kadar at arabası üreten atölyeler kamyon şasileri üzerine kasalar ve otobüs karoseri’si imaline başladılar. Çarpık otomobil kaportalarını bir çekiç ve el kadar seyyar örs marifeti ile mucizevi bir şekilde aslına çeviren ustalar yetişti. 1957’den sonra ülkenin girdiği ekonomik dar boğazın etkisi ile ithali zorlaşan oto parçalarını, sanayi makinelerini, dayanıklı ev gereçlerini imal eden atak müteşebbisler çıktı. Tarım ürünlerinin katma değerini artırıp dış satıma sunan teşebbüsler oluştu. Sanayileşme iç göçü tetikledi.   İki büyük otomobil fabrikasının burada yapılanması bu göçü hızlandırdı. Eskiden beri var olan Balkan ve Kafkas göçmenlerine yeni dalgalar katıldı. Yurdun doğu bölgelerindeki etnik kökenli olaylar bir başka göç akımını Bursa’ya yönlendirdi.
Haşim İşcan ilk Okulu’nda öğrenime başlayan Eğitim Enstitüsü zamanla Üniversiteye dönüştü. Şehrin muhtelif yerlerinde barakalarda faaliyete geçen fakülteler bu günkü modern kampüsüne yerleşti. İl’e ek nüfus, ekonomiye etkinlik katan bu oluşum yaşantımıza genç neslin cıvıltısı ve renkli yaşamı ile birlikte yeni sorunları da getirdi.
Genişleyen alanlarla merkez arasındaki trafik akımı rasyonel yönlendirilemeyince, eski şehre yeni yollar açılamayınca artan hava kirliliği, sanayinin ve meskenlerin baca gazları iklimi bile etkiledi.  Ne eski kışlar kaldı ne de eski lodoslar...
Gönül isterdi ki; büyük şehir olmanın külfetleri nimetlerini gölgelemesin. Ecdat mirası değerleri yeni kuşaklara kalem ve objektif vasıtası ile taşıma zorunda kalmasa idik.
Güzelim Ova’ya ne oldu? Nerede şehre yeşil bakan yamaçlar, kestanelikler? Sokak çeşmeleri, asma çardakları, dut ağaçları, şimşirler... İpek çeken eller, Nilüfer’de yüzen çocuklar, köfteci Salih’teki Misi şarabı nerede siniz?
Bursa’nın Ufak tefek taşları” nerelerdesiniz?



“Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam.”

O.V.Kanık







                                                                                                               



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...