8 Şubat 2019 Cuma

BURSA AŞKI*


BURSA AŞKI*

Bir kişiyi daha ilk görüşte seversiniz. Tanıdıkça duygularını, iç dünyasını keşfeder, beğeninize, manevi değerlerinize hitap eden çizgilerle karşılaşınca daha da sever, bağlanırsınız. Zamanla hayranlıktan da derin hislerle dolar, öğrendikçe asil bulgularına vakıf olursunuz, küçücük ayrıntılar bile düşkünlüğünüzü tetikler. Bundan ötesi aşktır.
Çocukluğumun yaz aylarında akraba ziyaretlerine geldiğimiz Bursa benim için yanında bir kemanî ile gezinen, yuvarlak kutusu renk renk tatlarla dolu macuncu idi. Küçük tahta sandıklarda alınıp pudra şekeri ile yenilen mis kokulu çilek, İskender kebabı, muhallebici Şaban’dan tavukgöğsü, Turan Pastanesinde Frigo, Uludağ Gazozu, yaşadığım Anadolu kentinde bulamadığım lezzetler ve kelebeğinin çıkışını merakla beklediğim ipek kozası...
Yaşım ilerledikçe bu ziyaretler anlam kazanmaya ve özleme dönüştü. On beş yaşında yerleşimci olarak geldiğimde mevsim bahardı. Şimdi büyük kısmı betona dönüşmüş ova ve Uludağ yamaçları taze ve coşkun yeşile bürünmüş, o zamanlar daha geç açan pembe şeftali çiçekleri ile bezenmişti. Çekirge’deki evimizin hemen önünden başlayan ovada, sırtını dayadığı Uludağ eteklerinde sabah ezanı ile ilanı aşka başlayan bülbüllerin, karatavukların musikisi; güller, akasyalar, morsalkımların baygın kokusu hâkimdi havaya.

Delikanlılık yaşımdaydım, plâtonik sevgilerin ve romantik duyguların dürtüsüyle hassas, tüm yaşıtlarım gibi şair olduğum dönemimdi. Komşu kızıyla birlikte Bursa’ya da âşık olmuştum. Daha doğrusu çocukluğumda Bursa’ya her gelişimizde uzun, sıkıcı kara yolcuğunun bitimine yakın İnegöl ve Bursa ovasına, yeşil denizinin içine ilâhi bir mozaik gibi serpiştirilmiş kırmızı damlı köy evlerine hayranlığımın Bursa aşkının ilk filizleri olduğu gerçeğini keşfetmiştim. Yuvarlanmış iri taşlar arasından köpükler ve coşku ile akan gümrah derelerin de… Benim yaşadığım Anadolu kenti, bu kiremitli damlardan da coşkulu derelerden de mahrumdu.
Komşu kızı duygularımı öğrenemeden başka bir ile gitti, Bursa kaldı bana. Burada okudum, arkadaşlar, dostlar edindim, ekmeğini yedim, suyunu içtim, rızıklandım. Burada evlendim, çocuklarımı burada büyüttüm. Babam, anam, sevdiklerim, dostlarımın bedenleri toprağına karıştılar.
Elli yılda Bursa’nın iyi kötü günlerini birlikte paylaştık. Benimle beraber o da büyüdü, genişledi. Önceleri beğeniyle karşıladığımız beton binalarla yüksek apartmanların doymak bilmez bir iştahla eski konakları, karakteristik evleri yutup yok edeceğini göremedik. Moloz kamyonları bahçe duvarları ile birlikte güzelim ağaçları, köşe başlarındaki tarihi çeşmeleri acımasızca yükleyip götürürken uyanmadık. Mesken ihtiyacıyla parsellenip satılan birinci sınıf tarım arazileri kontrolsüz, ruhsatsız yapılarla dolarken önlem almak yerine art arda af, teşvik getiren yöneticilere sessiz kaldık. Kanalizasyonu düşünülmemiş binlerce caddeye, sokağa su, elektrik, telefon hizmeti götürüp otobüs seferleri koydular. Oy kaygıları ve rekabet şehircilik anlayışının, Bursa’ya saygılarının önüne geçti. Sanayiciler, şirketler, sermaye sahipleri, holdingler aynı mümbit arazileri “teşhir merkezleri” adı altında beton yapılarla, fabrikalarla doldurdular. Adamsendecilik, umursamazlık, rüşvet, partizanlık, “iline hizmette bulunma” yanlış anlama veya yönlendirmeleriyle en küçük görevliden parlamenterlere kadar geniş bir kitle yıllar boyu ortak oldu bu talana, ya da “üç maymunları” oynadı.
Bahçeli, ahşap evimiz yerine teklif edilen birkaç apartman dairesini yeğlerken mahalle kavramını yitireceğimizi, çiçeği artık sadece saksıda görebileceğimizi, dalından dut yeme zevkimizin kalmayacağını, eriği manavdan alacağımızı bizlere kimse söylememişti. Hevesle yerleştiğimiz dairelerin ilk ciddi depremde yıkılma riski olduğunu kimse hatırlatmadı. Pazarlıklar, arsa sahibi için bir daire fazla almak, müteahhit için fazladan kat çıkmak, kaçak çatı katı yapmak, caddeye biraz daha taşmak, ruhsatlı garajı iş yerine çevirmek ekseninde döndü hep. Belediyeler ise aldıkları harçlara ve otopark bedeli için ödenen rakamlara tamah edip sustular, yabancı şehir planlamacılarına yaptırılmış nâzım plânları görmezden geldiler. Başlangıçta sanayi patlamasına sevindik. Her yeni fabrikanın yeni iş sahaları açacağını, dolaylı olarak binlerce aileyi doyuracağını sanıyorduk. Bilmiyorduk ki her yeni tesis getirdiği fayda kadar menfi etki de yapacak; yeni göçlere, nüfus patlamasına, imarsız yapılaşmaya sebep olacak; havayı kirletecek, doğayı tahrip edecek, yeşili yok edecek, kuşları kaçıracak. Ak taşlı derelerimizin sanayi atıkları ve kimyevilerle her gün başka renkte akacağını, evsel atıkların katkısıyla kötü kokular yayan lağım kanallarına dönüşeceğini bilemezdik.
Değişim ve gelişim fırtınalarına hangi ağaç dayanabilmiş ki? Ama hiç değilse eski şehrin bir bölümünü yeni kuşaklara tarih mirası olarak intikal ettirebilse idik. Ve bu güzellikleri ancak slâytlardan izleyebilen gençler, orta yaşlı amcalardan(!) masal dinlemek zorunda kalmasa idi.
*YAVUZ BUBİK- BİR AVUÇ BURSA 2012

1 yorum:

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...