AB
YOLUNDA KÜÇÜK MESELELER
Yıllardır AB
yolunda oluğumuz söylentileri ile avutuluyoruz. Sanırım elli yıl evveldi. Daha Avrupa birliği, ortak Pazar konuları
bile gündemde yoktu. Rahmetli Çetin Altan’ın bir yazısını anımsıyorum. “Türkiye
ne zaman Avrupalı olur?” Sorusuna verdiği cevaplardan bir kaçı hatırımda;
diyordu ki “ne zaman evimize gelen tamirci günlük giysisini çıkarıp tulum
giyerek işine başlarsa, ne zaman sürücüler yayalara yol verme alışkanlığını
edinirse, ne zaman kahvaltı masasına konan zeytin kâsesinden bir gün evveline
ait ekmek kırıntısı çıkmazsa, ilh…”
AB’ye uyum için
Kopenhag kriterleri, uyum yasaları, insan hakkı ihlâlleri, zina, işkence;
bunlar büyük meseleler. Bırakınız hükümetler çözsün. Ya da çözüyor gibi
yapsınlar. Ya küçük meseleler? Avrupa toplumuna uyum sağlamamız için, yerel
yönetimlerden sivil toplum örgütlerine, bireylere kadar hepimize görev yükleyen
küçük meseleler...
İşte aklıma gelenler…
*Sürücüler,
ışık olmasa bile, kaldırımdan ayağını attığı anda geçiş hakkının yaya da olduğu bilincine varabilseler.
*Yayalar sadece yaya geçitlerinden geçmeyi
öğrenebilseler.
*Dükkân sahipleri,
kaldırımları en azından yayalarla âdil paylaşma basîretine varabilseler.
*Esnaf yazar kasaların aksesuar değil satış fişi
verdiği gerçeğini kabullenebilse.
*Seyyar satıcılar, yol, köprü, geçit gibi
diledikleri yerleri, diledikleri araçlarla işgal etmese, sadece kendilerine
gösterilen yerlerde satış yapsalar.
*Kamyonlu satıcılar çatlak ses düzenleri ile
kirlilik yaratmasa.
*Trafik polisleri bet sesleri ile yüksek desibel'den
gün boyu bağırmasalar, ekip arabalarından.
Önlerinden kural ihlali yaparak geçen vasıtaları
görebilseler.
*Lâik bir ülkede ramazan davulu gayri medeni
saatlerde oruç tutan, tutmayan, hasta,
yaşlı, bebek, vardiyalı çalışan, yolcu, turist, gayri Müslim tüm nüfusu Valilik
yetkisi ile taciz etmese. ( Bu kültürü iftar ile yatsı arası icra ederek
yaşatmak pek ala mümkündür.)
*Sünnet, düğün, asker uğurlaması, maç galibi, (tavla
galibi!) gurupların otomobil, otobüs,
kamyon konvoyları görevlilerin müsamahası ile korna çalamasalar, diledikleri
saatlerde, diledikleri kadar.
*Semt pazarları dağıldığında oradan ekmek yiyen
esnaf, atıklarını hiç değilse poşetler içeresinde bir kenara bırakma
alışkanlığı kazanabilse.
*Balıkçılar balıklı ve pullu sularını caddelere
salabilmese.
*Hafriyat kamyonları yasaya rağmen kasalarını, avret
yeri örter gibi, bir parça yatak çarşafı ile örterek yasak savmasa, alay
edercesine trafik polislerinin önünden geçemese. (hiç örtmeyenler daha dürüst!)
*Milyarlık motosiklet kullanıcıları, arkalarına
aldıkları bayanlara hava atmak için susturucusu sökülmüş egzozlarını
patlatmasa. Susturucusu sökülmüş modifiye araçlar da cabası...
*İskân mahalleri arasına sıkışmış kebapçı bacalarına
bir güç filtre taktırabilse, bu adamlar yağ tavalarını ocak üzerine dökerek
duman-koku ikilisi ile reklâm yapmaktan kaçınsalar.
*Marka bikinili, üst tabaka(!) hanımlar plaj
kabinlerinde kişisel temizlik atıklarını bırakmasa.
*Geri dönüşümlü atıkları evlerimizde ayırabilsek,
çöp poşetlerini zamanında yola çıkarma alışkanlığını edinebilsek.
*Toplu taşıma araçlarının iç yüzeyleri tabaka
oluşturmuş pislikten arındırılabilse.
*Elektrik direklerinden rengârenk naylon ipler
sallanmasa, üzerlerine reklâm kâğıtları yapıştırılarak pisletilmese.
*Başta Telekom olmak üzere her dileyen elektrik
direklerine, ağaçlara, bina duvarlarına ( sahibinden izin alma gereği bile
duymadan) kablo çekemese.
*Kavşaklarda, daralan yollarda sürücüler “bir sana bir bana- fermuar-” düzeni ile
geçiş yapma basit çözümünü kabullenebilse.
*Beklemeyi, tahammülü, saygılı olmayı öğrenebilsek,
öğretebilsek.
*Hayvanlara, bitkilere de gereken saygı ve sevgiyi
öğrenebilsek.
*Teşekkür etmenin zül değil terbiye göstergesi
olduğunu bilebilsek.
*Zaten kısıtlı olan kaldırımlarda geçişi daraltan
ağaçlar düzenli budanabilse, duvar diplerini ot, aralarını pislik bürümese.
*Görme özürlüler için yapılmış sarı taşlı
kaldırımlara araç park edilmeyeceği geçeğini bir kabullenebilsek. Tabii bu sarı
bantlar bir elektrik direği veya bir kör duvarla sonlanmasa!
*Asfalt yollardaki, mazgal, ızgara, su vanalarını
yolla aynı seviyede yapabilmeyi bir öğrenebilsek.
*Rogar kapakları üzerinden her tekerlek geçtiğinde
zıplamasa, gürültü ile.
*Kaldırım kenarlarında gölcükler oluşturmadan da yol
yapılabileceği bilincine erişebilse yapımcıları.
*Tretuvar bordürleri kum- tükürük karışımından
değil de tüm batıda olduğu gibi çimentodan yapılabilse.
*Kaldırımların insan yürümesi için yapıldığı, düz
zeminler olması gerektiğini, vicdansız
müteahhitler ve kabul imzasını veren yetkililere bir öğreten zuhur etse.
*Caddeler, sokaklar yapılırken yağmur sularının
toplanmaması, basit gereğini öğretecek bir okul kurabilsek. (Bu arada bir hayli
dik meyilli Çekirge caddesini her yağmurda dere haline getirebilme becerisini
gösterenlere takdirlerimi sunuyorum!)
*Medeni insanın “karanlıkta
sokağa tükürmeyen kişi” olduğunu çocuklarımıza öğretebilsek.
*Ağzındaki sakızı yola tüküren her yaştan ve
sınıftan insanı / insan geçineni bu ayıptan kurtarabilsek.
*“Bursa Avrupa
kentidir”
meâlli levhalar asmakla Avrupalı olunamayacağı gerçeğini kabullensek...
*Her şeyden önce asansörde, kapıda, koridorda
karşılaştığımız komşumuzla (komşu olması hiç de şart değil) karşılıklı günaydın
temennisini benimseyebilsek ki, bizler İslam toplumuyuz, selamlaşmak zaten üzerimize
yüklenmiş bir vecibe ve sünnettir…
Küçük meseleler o kadar çok, bazılarının çözümü o
kadar kolay ki... Ah, bir yerden başlayabilsek. Gönül isterdi ki; bir
yetkilinin eşref saatine gelse, durumdan görev çıkarsa, hiç değilse yasalarda
olanların uygulanması için birkaç emir verse ve fakat takip etse, ısrarla takip
etse. Bıkmadan, usanmadan takip etse...
Umut güzel
şey.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder