22 Mayıs 2018 Salı

ZEMBİL


 

Naylon ve plastik yaşantımıza 1950’li yıllarda girdi. Kore’den dönen komşumuz yüzbaşının bana hediye ettiği naylon torba ile okulda büyük sükse yapmıştım. Kimsede böyle bir şey yoktu. Art arda geliştirilen, düşük maliyet getiren sentetik reçineler doğal materyallerin yerine hızla oturdular. Taş, demir, teneke, tahta, deri, yün, ipek, cam eşyalar yerini sentetiklere bırakırken bazı objeler zamanın acımasız kimyası içeresinde yok oldular. Bunları imal eden zanaatkârları da tarihin derinliklerine gömerek...
Yok olan objelerden biri de Zembil. Hasırdan örülmüş altı dar, üste doğru genişleyen, kulplu bir taşıma aracıydı. Naylon pazar sepetlerinden önce evlere yiyecek erzakı hep bu zembiller taşıdılar çarşı ve pazarlardan.
1950’li yıllarda Bursa Belediye Otobüslerine sepet alınmazdı.  Niçin mi? “Sepetler hanımların çoraplarını kaçırıyor.”  Genç kardeşlerim belki inanmayacak ama o zamanlar hanımlar etek ve altına önceleri ipek, daha sonraları naylon çorap giyerlerdi. Pantolonlu hanım olmazdı. İşte o zaman zembil pratik bir çözümdü, sepetin yerini almak için.  Zaten kentin en uzak yerleşimi Çekirge’ye sepeti ile gitmek zorunda olanlar 1958 Çarşı yangınından evvel Timurtaş Paşa türbesinin karşısındaki odun depolarının bulunduğu boş alanın önünde duran iki tane Opel marka (sanırım 1946 model idiler) dolmuş arabasına yönelmek zorunda idiler. Diğer semtler zaten yürüme mesafesindeydi. 1950 sonrası Bulgaristan göçmenleri için yapılan Hürriyet ve İstiklal mahallelerine özel otobüs işletmelerinin araçları sağlardı ulaşımı. Bir süre Yıldırım’a da özel bir firmanın çalıştığını anımsıyorum. BOİ ‘ne ait sanırım sekiz adet Bussing marka otobüs yeterdi nüfusu henüz yüz bin civarında olan kente. Bu arada ülkemizdeki ilk yasal grevin de (7 Kasım 1963) BOİ’de yapıldığını anımsıyorum. Askeri birliklerin ve Merinos’un servis otobüsleri ulaşıma yardımcı olmuş, esasen dolmuş yaşantımıza yerleşmişti, bir sıkıntı yaşamamıştık. Ana durak önünde üzerleri “grev gözcüsü” yazılı gömlekleri ile dolaşan personelin neyi gözlediklerini de hiç anlayamamıştık.
Kent içi ulaşımda dolmuş ile 1961 yılında Santral Garajın açılışı ile tanıştık. Tabii 1956-57 model Amerikan yapımı arabalarla ki onlarla daha evvelinden Yalova’ya ve Mudanya’ya vapura gidişler için tanışırdık… Atatürk Caddesindeki taksi yazıhaneleri çığırtkanlarının “Yalova’ya vapura Mudanya’ya denize danya, danya, danya…” çağrıları hâlâ kulaklarımda.
Yağlı güreş pehlivanlarının kispetleri hep zembil içinde yolculuk ettiler meydandan meydana. Hava geçiren dokusu ile yağlı meşin kıyafetleri kokuşturmadan.
Üzerine deri kaplanarak daha dayanıklı hale getirilen zembiller yıllar boyu hizmet verirdi. Yapı ustaları takımlarını böyle zembil içinde taşırlardı genellikle.            
Tamir ve bakım gerektiren eski ahşap yapılara zembilleri ile yerleşen bu ustaların işleri uzar da uzardı. Bir yeri onarmak için vurulan keser darbesi başka bir yerden döküntü verir, oraya yöneliş yeni onarımlara gereksinim doğururdu. Evinde böyle uzayan tamirattan bıkan bir Kadı, Kadılık odasının duvarına bir usta zembili asmış. Şahitlik için gelenlere duvardaki zembil üstüne yemin ettirir, yalan söylenmesi halinde “evine usta zembili girmesi” bedduasında bulunurmuş.
Yaya yolculuğa çıkanlar, bağ ve bahçelerinde çalışmaya gidenler nevalelerini zembil içinde taşırlardı. Kulplarını bir değnek ucuna asarak omuzda taşıma kolaylığı yanında molalarda veya arazi çalışmalarında bir ağaç dalına takılır, doğal maddeden gözenekli yapısı ile içindeki yiyecekleri bozulmadan muhafaza ederdi.
Zembilli Ali Efendi, bu sıfatı ile Osmanlı tarihinde yer almış kişilerden birisidir. II. Bayezit ve Yavuz Sultan Selim’e Şeyhülislâmlık (1502)  etmiştir. Hak severliği ve sükûneti ile hükümdarı da etkiyen bu kişi evinin penceresinden aşağı bir zembil sarkıtır, müşkülü olanlar sorununu bir pusulaya yazıp bu zembile bırakırlar o da ertesi günü cevabı yine bir pusula ile bu zembil içeresine koyarak verirmiş.  
Zembil tarih kadar eskidir. Her mesleğin bir piri olduğunu kabul eden Ahilik inanışına göre;  Zembilcilerin piri Hz. Süleyman’dır. Geçimini zembil örerek ve satarak temin edermiş. 
Bir efsaneye göre; Silvan’da kale burcunda yaşayan ve geçimini zembil satarak sağlayan bir adam varmış. Hükümdarın karısı sokakta gördüğü bu erkek güzeli zembilciye âşık olur. Sarayına çağırıp bütün zembillerini satın alır, aşkını ifade eder kendisi ile birlikte olmasını ister. Zembilci evli olduğu gerekçesi ile reddeder, bu teklifi. Hükümdarın karısı zembilcinin evini bulur, eşine büyük ihsanlarda bulunarak bir gece için yerine geçmeye razı eder, elbiselerini giyerek yatağa girer. Gece eve gelen zembilci davranışlarından, yataktakinin karısı olmadığını anlayınca dışarı fırlar, hükümdarın azgın (!) karısı da arkasında. Kurtuluş olmadığını anlayan adam kalenin bir burcundan kendini atarak paramparça olur, âşık kadın da peşinden atar kendini. O günden bu yana bu burç Zembilfüroş; (Zembil satan) diye anılmaktadır.     
Karagöz oyununda bir Ermeni tipi olan Ayvaz mutlaka sırtında bir zembil ile şekillendirilir.
Klasik Yunan tragedyasında oyunun sonu karmaşaya dönüşür ve çözümsüzlük mertebesine ulaşılır... İşte o esnada sahne göğünden zembil içinde tanrı iner. Bu çözüm tanrısıdır ve o tragedyayı çözer. Bundan kaynaklanarak söylemlerimize “GÖKTEN ZEMBİLLE İNDİ” deyimi yerleşmiştir.
Ama artık o ne gökyüzünde kaldı ne de yeryüzünde...   




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...