29 Ağustos 2017 Salı

MEKTUP


Bayrama iki gün kaldı. Tebrik kartlarınızı postaladınız mı?
Pardon, artık öyle bir şey yok değil mi?
Sahi, tebrik kartlarından başka bir de mektup diye bir şey vardı. Benim kuşağım hatırlayacaktır…
Bilmem ki ilk mektup kimler tarafından, ne zaman, kime yazılmış? Ama devlet başkanlarının komşu ülke idarecilerine cüluslarını veya savaş ilanlarını bildirdikleri bir gerçek. Eğer taş devrinde de bu yazışmalar oldu ise, vay geldi postacıların başına!
İslâmda ilk mektup, Topkapı Müzesinde bulunan ve Hz. Muhammet’in Kıpti (Mısır) kralına yazdığı ve altında mührü bulunan, ceylan derisi üzerine, kûfi harflerle kaleme alınmış İslâma davet mektubu’dur
Fatih’in babasına yazdığı “eğer sen sultan isen... Yok, ben sultan isem emir ediyorum...” içerikli namesi meşhurdur. Çok bilinmeyen ise;  Kanuni’nin isyan halindeki oğlu Beyazıt’la olan manzum yazışmalarıdır. Şehzadenin:
“Ey serâser âleme sultan Süleyman'ım baba.”
 Hitabı ile başlayarak af dileyen mektubuna Kanuni’nin:
“Ey demâdem mahzar -ı tuğyan-ı isyanım oğul.”
Mısraı ile başlayıp devam eden aynı vezin ve tertipte, ayını kelimeleri kullanarakcevapladığı ve fakat saray entrikaları neticesi, zavallı Beyazıt’ın sığındığı İran Şahı Tahmabs’ın yanında öldürtülmesi ile sonuçlanan ve de hânedânın Sarı Selim gibi bir yarı meczuba geçmesine vesile olan olaylar zincirinin hazin vesikasıdır.
Okuduğum ilk ciddi mektup, Alfreet Dode’nin Değirmenden Mektuplar’ı olmuştu.  Sonra Ahmet Rasim’in Şehir Mektupları.  Daha sonra da İttihat-Terakki’nin ünlü Mâliye Nâzırı, Cavit Bey’in, Atatürk’e suikast iddiası ile mahpus bulunduğu İzmir Hapishanesinden eşine yazdığı mektupları. Evlendiği günden sonra (ikinci eşidir) karısından ayrı geçirdiği her gece ona bir mektup yazmayı itiyat edinmiş. İkbâl yıllarında Avrupa gezilerinde, lüks Paris otellerinde kaleme alınan mektuplar sonra yerini hapishane mektuplarının acıklı ve kasvetli tertibine bırakıyordu.  Daha acıklı olan ise olayın sonudur.  Cavit Bey, büyük ihtimâlle suçsuz olarak asıldı. Bütün mektupların son satırında “sevgi ile gözlerinden öpülen Osmancık”  ise yıllar sonra Türkçe uzmanı (Osman Şiar Yalçın) olarak çıktı karşımıza.
Ortaokul yıllarında aşk mektupları ile tanıştık.  Özellikle pembe, uçuk yeşil, mavi ve ipek kâğıt dediğimiz, kalın, hafif tırtıklı, pres kağıtlara yazılmış, mutlaka lûgat parçalayıp edebiyat yapılan ve başkalarından kopya edilerek kaleme alınan.  İçlerinde kurutulmuş gül yaprağı, saç demeti, dudak izi olan mektuplar.  Gerçekte suni ve duygudan yoksun shov’nameler;
Karanlık kalbimin parlak yıldızı, biricik sevgilim...”
“Aşk denizinin fırtınalı sularında talihsiz teknemin sıcak barınağı...”
Sonra asker mektuplarını okudum. Erlere gelen mektupların bölük komutanı tarafından okunması ve sakıncalı olanların alıkonulması talimatname gereğidir. Ne özlemler, ne sevgiler, ne kinler, nefretler ve ne duygu yüklü satırlar gelip geçti dağarcığımdan... Sonlarında imza yerine bazen çizilmiş çiçekler, yelkenli gemi resimleri, kalp şekilleri yer alırdı. İçlerinde kurutulmuş gül yaprağı, saç demeti, dudak izi olan mektuplar. En altta “Okuyan efendiye ve dinleyen cemaate selâm” veya “ bu mektubu yazan ben... de selâm ederim.” diye yazmak adetti. O zamanlar herkesin yazabilmesi ve okuyabilmesi mümkün değildi ki... Ve mutlaka bir bitiş mânisi.
Böyle kendi yazıp okuyamayan insanlar, özel duygularını,  başka nasıl yansıtma imkânı bulsunlar?  Hani çocuk evlenip askere gitmiş, gelen mektuplarda eşinin hâmile olup olmadığından hiç bilgi yok.  Yazıştığı babasına da açıkça sorması büyük ayıp.  Mektubun sonuna bir mâni düşmüş
Ey mektup, güzel mektup.
 Bizim köye var da gel.
 Bir idik iki olduk
 Üç olduk mu sor da gel.”
Bir süre sonra tutucu babadan cevap gelmiş ve sonunda bir mâni;
“Bir dalda iki kiraz.
  Her vakit böyle yaz
 Tarlan mahsul vermedi,
  Dönüşünde iyi kaz.”
Mektuplaşmanın en güzeli nişanlıya mektuplar idi. Bir de Allah vermesin ihbar mektubu, intihar mektubu gibi acıları, ticari mektuplar, niyet mektubu gibi his ve kişilik taşımayanları var.
Mektubun da bir kişiliği vardır. Tertibi ile kaligrafisi ile kâğıdı, kokusu, üzerine özel damlatılmış gözyaşı izleri ile yazan ile okuyan arasında duygu iletişimini de yüklenen kişilik;
Yine yakmış yar mektubun ucunu, askerlikte sevda çekmek zor diyor.”
“Kara gözlüm efkârlanma gül gayri, İbibikler öter ötmez ordayım.
 Mektubunda diyorsun ki gel gayri, sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.
Mektup yazabilecek birisine sahip olabilmek ne güzel bir duygudur.  Allah, insanları kendi kendisine mektup yazmaya mecbur bırakmasın.  Herhalde kendi kendine konuşmak gibi sonu pek de akıllıca olmayan neticelere varırdı...
Günümüzde mektup resmi ve ticari yazışmalar dışında hemen hiç kalmadı. Telefonlar, e-posta ve dijital iletişim yüklendi bu görevi. Ama ekrana dökülen, histen yoksun harfler dizisi insana neler anlatır?  Neler duyarsınız?
Zarftan çıkmış ve Anadolu’da her biri bir origami şaheseri olan, o çeşitli katlamalar, muskavari bükümler, nasıl açılacağını kestiremediğiniz şifreli katlamalar, renkler, kokular ekrana nasıl yansıyabilsin ki?
Bizim kuşak zorla da olsa yeniliği benimsiyor, seviyor da her gereçte ayrıca duygu ve kişilik arıyor. Bunun için mi adapte zorluğu çekiyoruz? Bu yüzden mi Nostalji son yılların vazgeçilmez sığınağı oldu?  Mekanikleşen, robotlaşan bir dünyada, yozlaşan, kirlenen çevrede bulamadığımız kişilik ve eşyada duygudan yoksun temaslar bizlerde eskiye özlemi ön plana çıkarıyor.  Belki de Nostalji denilen zaten bu...
FACE-BOOK ÜZERİNDEN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...