Bayrama iki gün kaldı. Tebrik kartlarınızı
postaladınız mı?
Pardon, artık öyle bir şey yok değil mi?
Sahi, tebrik kartlarından başka bir de mektup diye bir
şey vardı. Benim kuşağım hatırlayacaktır…
Bilmem ki ilk mektup kimler tarafından, ne zaman, kime
yazılmış? Ama devlet başkanlarının komşu ülke idarecilerine cüluslarını veya
savaş ilanlarını bildirdikleri bir gerçek. Eğer taş devrinde de bu yazışmalar
oldu ise, vay geldi postacıların başına!
İslâmda ilk mektup, Topkapı Müzesinde bulunan ve
Hz. Muhammet’in Kıpti (Mısır) kralına yazdığı ve altında mührü bulunan, ceylan
derisi üzerine, kûfi
harflerle kaleme alınmış İslâma davet mektubu’dur
Fatih’in babasına yazdığı “eğer sen sultan isen... Yok,
ben sultan isem emir ediyorum...” içerikli namesi meşhurdur. Çok bilinmeyen
ise; Kanuni’nin isyan halindeki oğlu
Beyazıt’la olan manzum yazışmalarıdır. Şehzadenin:
“Ey serâser âleme sultan
Süleyman'ım baba.”
Hitabı ile
başlayarak af dileyen mektubuna Kanuni’nin:
“Ey demâdem mahzar -ı tuğyan-ı isyanım oğul.”
Mısraı ile başlayıp devam eden aynı vezin ve tertipte,
ayını kelimeleri kullanarakcevapladığı ve fakat saray entrikaları neticesi,
zavallı Beyazıt’ın sığındığı İran Şahı Tahmabs’ın yanında öldürtülmesi ile
sonuçlanan ve de hânedânın Sarı Selim gibi
bir yarı meczuba geçmesine vesile olan olaylar zincirinin hazin vesikasıdır.
Okuduğum ilk ciddi mektup, Alfreet Dode’nin Değirmenden
Mektuplar’ı olmuştu. Sonra Ahmet Rasim’in
Şehir Mektupları. Daha sonra da
İttihat-Terakki’nin ünlü Mâliye Nâzırı, Cavit Bey’in, Atatürk’e
suikast iddiası ile mahpus bulunduğu İzmir Hapishanesinden eşine yazdığı
mektupları. Evlendiği günden sonra (ikinci eşidir) karısından ayrı geçirdiği
her gece ona bir mektup yazmayı itiyat edinmiş. İkbâl yıllarında
Avrupa gezilerinde, lüks Paris otellerinde kaleme alınan mektuplar sonra yerini
hapishane mektuplarının acıklı ve kasvetli tertibine bırakıyordu. Daha acıklı olan ise olayın sonudur. Cavit Bey, büyük ihtimâlle suçsuz
olarak asıldı. Bütün mektupların son satırında “sevgi ile gözlerinden öpülen Osmancık” ise yıllar sonra Türkçe uzmanı (Osman Şiar
Yalçın) olarak çıktı karşımıza.
Ortaokul yıllarında aşk mektupları ile tanıştık. Özellikle pembe, uçuk yeşil, mavi ve ipek kâğıt
dediğimiz, kalın, hafif tırtıklı, pres kağıtlara yazılmış, mutlaka lûgat
parçalayıp edebiyat yapılan ve başkalarından kopya edilerek kaleme alınan. İçlerinde kurutulmuş gül yaprağı, saç demeti,
dudak izi olan mektuplar. Gerçekte suni
ve duygudan yoksun shov’nameler;
“Karanlık
kalbimin parlak yıldızı, biricik sevgilim...”
“Aşk
denizinin fırtınalı sularında talihsiz teknemin sıcak barınağı...”
Sonra asker mektuplarını okudum. Erlere gelen
mektupların bölük komutanı tarafından okunması ve sakıncalı olanların
alıkonulması talimatname gereğidir. Ne özlemler, ne sevgiler, ne kinler,
nefretler ve ne duygu yüklü satırlar gelip geçti dağarcığımdan... Sonlarında
imza yerine bazen çizilmiş çiçekler, yelkenli gemi resimleri, kalp şekilleri
yer alırdı. İçlerinde kurutulmuş gül yaprağı, saç demeti, dudak izi olan
mektuplar. En altta “Okuyan efendiye ve
dinleyen cemaate selâm” veya “ bu mektubu yazan ben... de selâm
ederim.” diye yazmak adetti. O zamanlar herkesin yazabilmesi ve
okuyabilmesi mümkün değildi ki... Ve mutlaka bir bitiş mânisi.
Böyle kendi yazıp okuyamayan insanlar, özel
duygularını, başka nasıl yansıtma imkânı
bulsunlar? Hani çocuk evlenip askere
gitmiş, gelen mektuplarda eşinin hâmile olup olmadığından hiç bilgi yok. Yazıştığı babasına da açıkça sorması büyük
ayıp. Mektubun sonuna bir mâni düşmüş
“Ey mektup,
güzel mektup.
Bizim köye var da gel.
Bir idik iki olduk
Üç olduk mu sor da gel.”
Bir süre sonra tutucu babadan cevap gelmiş ve sonunda
bir mâni;
“Bir dalda
iki kiraz.
Her vakit böyle yaz
Tarlan mahsul vermedi,
Dönüşünde iyi kaz.”
Mektuplaşmanın en güzeli nişanlıya mektuplar idi. Bir
de Allah vermesin ihbar mektubu, intihar mektubu gibi acıları, ticari
mektuplar, niyet mektubu gibi his ve kişilik taşımayanları var.
Mektubun da bir kişiliği vardır. Tertibi ile
kaligrafisi ile kâğıdı,
kokusu, üzerine özel damlatılmış gözyaşı izleri ile yazan ile okuyan arasında
duygu iletişimini de yüklenen kişilik;
“Yine yakmış yar
mektubun ucunu, askerlikte sevda çekmek zor diyor.”
“Kara gözlüm
efkârlanma
gül gayri, İbibikler öter ötmez ordayım.
Mektubunda diyorsun ki gel gayri,
sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.
Mektup yazabilecek birisine sahip olabilmek ne güzel
bir duygudur. Allah, insanları kendi
kendisine mektup yazmaya mecbur bırakmasın.
Herhalde kendi kendine konuşmak gibi sonu pek de akıllıca olmayan
neticelere varırdı...
Günümüzde mektup resmi ve ticari yazışmalar dışında
hemen hiç kalmadı. Telefonlar, e-posta ve dijital iletişim yüklendi bu görevi.
Ama ekrana dökülen, histen yoksun harfler dizisi insana neler anlatır? Neler duyarsınız?
Zarftan çıkmış ve Anadolu’da her biri bir origami
şaheseri olan, o çeşitli katlamalar, muskavari bükümler, nasıl açılacağını
kestiremediğiniz şifreli katlamalar, renkler, kokular ekrana nasıl
yansıyabilsin ki?
Bizim kuşak zorla da olsa yeniliği benimsiyor, seviyor
da her gereçte ayrıca duygu ve kişilik arıyor. Bunun için mi adapte zorluğu
çekiyoruz? Bu yüzden mi Nostalji son yılların vazgeçilmez sığınağı oldu? Mekanikleşen, robotlaşan bir dünyada,
yozlaşan, kirlenen çevrede bulamadığımız kişilik ve eşyada duygudan yoksun
temaslar bizlerde eskiye özlemi ön plana çıkarıyor. Belki de Nostalji denilen zaten bu...
FACE-BOOK ÜZERİNDEN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder