26 Ağustos 2017 Cumartesi

BAYRAM VE TATİLİ


Bayram tatili on güne çıkarılınca “bayram mı-tatil mi” tartışması yine gündeme geldi. Özellikle İslami kesimin tatil hakkı ciddi(!) bir şekilde tartışıyor olsa da halkımız çok eski yıllardan beri tatil yapmaktadır. Bu gün değişen sadece tatilin zamanlaması, şekli ve yerleridir.
Şöyle elli yıl evveline doğru gidersek; okulların kapanmasıyla birlikte İstanbullular, özellikle varlıklı kesim, Adalar’a, Anadolu yakasındaki yazlıklara göçerlerdi. Ta ki Eylül başında gelen Göçkaçıran fırtınasına kadar. Oysa ardındaki Eylül günleri enfes bir iklim sunar kalanlara. Diğer bir kesim çeşitli yerlerdeki kaplıcaları, içmeleri ve “Memleket”i yeğlerdi.          Anadolu ise;  topografyanın ve iklimin farklı özelliklerine göre yaylaya, kaplıcalara, çermiklere, çamura, bağlara, bahçelere ve köylere göçerdi. Bazen art arda ikisini üçünü gerçekleştirerek.  Hem periyodik tedavilerini sağlamak hem bu dönem toprakla uğraşmak, kışlık iaşenin bir kısmını sağlamak için.            Tarıma dayalı Anadolu’nun yaz ayları çiftçinin tarlasında, bahçesinde meşgul olduğu, besi hayvanlarını ve arılarını yaylalara, otlaklara çıkardığı dönemlerdir. Bu mevsimde kasaba ve şehirlerde köylü müşteri bulunmaz. Özel değimi ile “Zürra kırda” dır.  Bu yüzden çarşılar geç açılır, ikindiden biraz sonra da kapanır, şehir dışına çıkmamış esnaf kesimi evlerinin bahçelerinde veya sulanmış taş avlularında akşamı beklerdi.  Gündüzleri dükkânlar daha çok çıraklara kalırdı.
Anadolu’nun birçok yerleşimindeki esnaf gibi Kayserili Mehmet Ağa da her yaz bağa çıkarmış.  Sabah hanımını bağ evinde bırakır, emniyet için köpeği de salıverirmiş zincirinden. Eşeğine biner dükkânına gelir, akşam da yine eşeğine biner dönermiş bağına.  Yaz başı komşusu sormuş;
“Ağa bu yaz nörecen ?”
“Nörelim? Her yaz ki gibi; it ilen avrat sefada, eşeğinen ben cefadayız.”
Eşek o yıllar Türkiye’sinde özel taşıt aracıdır. Çok kullanışlı ve inadı tutmadığı zamanlar munis, çok yük ve kahır çeken, az gıda ile yetinen bir hayvandır. Bazen hakaret anlamında kullanılsa da bunu hak etmeyecek kadar rantabl bir taşıt aracıdır.
Bazı bölgelerde eşek değil merkep kelimesi kullanılır ki; işlevine en uygun olan isimlendirme de budur zaten. Arapçada;  markab =  binek, taşıt aracı,  rukūb =  ata veya bir vasıtaya binme, Akadça’da  markabtu = araba anlamlarını taşır.  Hatta eski Deniz Ticaret Kanununda gemi, sefine kelimeleri karşılığı olarak merkep kullanılmıştır.
Eşek çok güzel gözlere sahip, çok güzel yüzlü bir hayvandır.  Divan edebiyatı şairi Şeyhi . Sonunda canından olan, öküze özenen bir eşeğin hikâyesini anlatılır. (Harneme = eşekname) mesnevi türünde kaleme alınmış 126 beyitten oluşmaktadır. Türk edebiyatında ilk fabl örneği sayılabilir;
“Bir eşek var idi zâif ü nizâr
Yük elinde katı şikeste vü zâr
 Gâh odunda vü gâh suda idi
Dün ü gün kahr ile kısuda idi
 Ol kadar çeker idi yükler ağır
Ki teninde tü komamışdı yağır
(…)” 
Günümüzde eşeğin yerini özel arabalar aldı. Ve her kesim merkebine bindi, avradı, çocukları da aldı yanlarına düştü yollara. İt, desen artık sadece hayvan sevgilisi bir azınlıkta veya sokaklarda.
Günümüz merkepleri eşeğe oranla çok daha masraflı ve kaprisli. Fransızların bir deyimi var; “Araba metres gibidir, para yedirdiğin süre sana sadık kalır”.  
Yolunuz açık olsun güle güle gidin, dönün. Lütfen azami dikkatle ve lütfen tekparça olarak dönün.
Tatiliniz keyifli, bayramınız kutlu olsun. 


         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...