Bayram
tatili on güne çıkarılınca “bayram
mı-tatil mi” tartışması yine gündeme geldi. Özellikle İslami kesimin tatil
hakkı ciddi(!) bir şekilde tartışıyor olsa da halkımız çok eski yıllardan beri
tatil yapmaktadır. Bu gün değişen sadece tatilin zamanlaması, şekli ve
yerleridir.
Şöyle
elli yıl evveline doğru gidersek; okulların kapanmasıyla birlikte
İstanbullular, özellikle varlıklı kesim, Adalar’a, Anadolu yakasındaki
yazlıklara göçerlerdi. Ta ki Eylül başında gelen Göçkaçıran fırtınasına kadar. Oysa ardındaki Eylül günleri enfes
bir iklim sunar kalanlara. Diğer bir kesim çeşitli yerlerdeki kaplıcaları,
içmeleri ve “Memleket”i yeğlerdi. Anadolu ise; topografyanın ve iklimin farklı özelliklerine
göre yaylaya, kaplıcalara, çermiklere, çamura, bağlara, bahçelere ve köylere
göçerdi. Bazen art arda ikisini üçünü gerçekleştirerek. Hem periyodik tedavilerini sağlamak hem bu
dönem toprakla uğraşmak, kışlık iaşenin bir kısmını sağlamak için. Tarıma dayalı Anadolu’nun yaz ayları
çiftçinin tarlasında, bahçesinde meşgul olduğu, besi hayvanlarını ve arılarını
yaylalara, otlaklara çıkardığı dönemlerdir. Bu mevsimde kasaba ve şehirlerde
köylü müşteri bulunmaz. Özel değimi ile “Zürra
kırda” dır. Bu yüzden çarşılar geç
açılır, ikindiden biraz sonra da kapanır, şehir dışına çıkmamış esnaf kesimi
evlerinin bahçelerinde veya sulanmış taş avlularında akşamı beklerdi. Gündüzleri dükkânlar daha çok çıraklara
kalırdı.
Anadolu’nun
birçok yerleşimindeki esnaf gibi Kayserili Mehmet Ağa da her yaz bağa
çıkarmış. Sabah hanımını bağ evinde
bırakır, emniyet için köpeği de salıverirmiş zincirinden. Eşeğine biner
dükkânına gelir, akşam da yine eşeğine biner dönermiş bağına. Yaz başı komşusu sormuş;
“Ağa bu yaz nörecen ?”
“Nörelim? Her yaz ki gibi; it ilen avrat
sefada, eşeğinen ben cefadayız.”
Eşek
o yıllar Türkiye’sinde özel taşıt aracıdır. Çok kullanışlı ve inadı tutmadığı
zamanlar munis, çok yük ve kahır çeken, az gıda ile yetinen bir hayvandır.
Bazen hakaret anlamında kullanılsa da bunu hak etmeyecek kadar rantabl bir
taşıt aracıdır.
Bazı bölgelerde eşek değil merkep kelimesi kullanılır ki; işlevine en uygun olan isimlendirme
de budur zaten. Arapçada; markab =
binek, taşıt aracı, rukūb = ata veya bir vasıtaya binme, Akadça’da
markabtu = araba anlamlarını taşır. Hatta eski Deniz Ticaret Kanununda gemi,
sefine kelimeleri karşılığı olarak merkep kullanılmıştır.
Eşek çok güzel gözlere sahip,
çok güzel yüzlü bir hayvandır. Divan
edebiyatı şairi Şeyhi . Sonunda
canından olan, öküze özenen bir eşeğin hikâyesini anlatılır. (Harneme = eşekname) mesnevi türünde kaleme alınmış 126 beyitten
oluşmaktadır. Türk edebiyatında ilk fabl örneği sayılabilir;
“Bir eşek var
idi zâif ü nizâr
Yük elinde katı
şikeste vü zâr
Gâh odunda
vü gâh suda idi
Dün ü gün kahr
ile kısuda idi
Ol kadar
çeker idi yükler ağır
Ki teninde tü
komamışdı yağır
(…)”
Günümüzde
eşeğin yerini özel arabalar aldı. Ve her kesim merkebine bindi, avradı, çocukları da aldı yanlarına düştü yollara.
İt, desen artık sadece hayvan sevgilisi bir azınlıkta veya sokaklarda.
Günümüz
merkepleri eşeğe oranla çok daha masraflı ve kaprisli. Fransızların bir deyimi
var; “Araba metres gibidir, para
yedirdiğin süre sana sadık kalır”.
Yolunuz
açık olsun güle güle gidin, dönün. Lütfen azami dikkatle ve lütfen tekparça
olarak dönün.
Tatiliniz
keyifli, bayramınız kutlu olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder