22 Ağustos 2017 Salı

BAYRAM

BAYRAM
       Bu yazımı daha evvel de yayımlamıştım. Ama önümüz gene bayram ve gözlemlerimde
       büyük  bir değişim yok. Okumamış dostlarım varsa hem onlara takdim hem de tüm dostların               bayramını  kutlamaya vesile olsun istedim. 



Çocukluğumun bayramları yaz aylarına gelirdi. Artık bayramlar o bayramlar değil. Bir yaz, iki kışı daha idrak ettim. Bir dahaki yaza yetişmem zor, bir daha ki kış ise olası değil. Ama o günün bayramları da şimdiki bayramlar olmayacak bunu kesinlikle söyleyebilirim.
Önce ekmekler küçüldü”  Sonra, bazı değerler, bazı objeler birer birer yok oldular...
Bayramla özdeşleşmiş Bekçi yok oldu. Bahşişi, eti özenle ayrılan hepimizin tanıdığı ve mahallede herkesi tanıyan bekçi. Sırtı kalın abalı, saat başı ucu demirli asasını köşe başında yere vuran bekçi, Ahmet Rasim`in Şehir Mektuplarında kaldı.  Benim dediğim bekçi, Cumhuriyetten sonra çarşı ve mahallât bekçileri teşkilatı ismi ile yeniden yapılandırılan, özel tahsildarlarının yılda iki defa kapı kapı dolaşıp topladıkları muayyen paranın aralarında taksimi ve bahşiş himmeti ile kıt kanaat geçinen bekçiler. Uzun yıllar aynı mahallede görev yapıp, mahallenin bir bireyi gibi kabul edilen, sevilen, sayılan, kahve renkli üniformalı bekçiler... İmajı değişsin diye defalarca yenilenen polis üniformalarına karşı hep o BEKÇİ yazılı sarı tokalı palaskasını taşıyan.  27 Mayıs ihtilali ardından, gençlikle polisi barıştırmak için tertiplenen el ele mangalarında yer alamayan bekçiler... Onlara kimse küsmemişti ki... Akşam ezanı ile çıkıp gün ağarımına kadar sokak sokak dolaşan, dükkân kepenklerinin asma kilitlerini bir bir yoklayan, gece hastalananlara araba, doktor temin eden, acil doğumlar için gece yarısı celp edilen ebelere refakat eden aşinalar. Sık sık öttürdüğü düdüğü ile hırsıza uğursuza korku, bizlere güven aşılayan, namusu mücessem bekçiler... Polislerle buluşup, kontrol defterlerini imzalatmak için, Polislerin fırıldak, onların kesintisiz sedalı düdükleri ile bütün gece karşılıklı görüşerek uykusuz gecelerimi renklendiren, çocuk şarkılarına konu olmuş bekçiler. Yok oldular.
“Bekçi baba,
bekçi baba neredesin?
Bayram geldi, davula.
Bayram geldi, davula.
Din-den-don.
Din- den- don-  
Ardından postacılar gittiler. Önce sırtlarında taşıdıkları, kalın meşinden, pirinç PTT amblemli çantaları, bez torbalarla değişti. Sonra da ciddi görünüşlü, gri kıyafetleri, rahat ama kişiliksiz, bez giysilere dönüştüler. Onlar da uzun yıllar boyu aynı mahalleye servis yaparlardı. İsim isim, kapı kapı herkesi tanımanın dışında, mektubun kimden geldiğini, ne içerdiğini, nerede ise satır satır bilirlerdi. Ağır yükleri dışında, ihmalci oğulların, aksayan seyrüseferin sorumluluk ve suçluluğunu ezilen omuzlarında taşıdılar. Kendileri ile paylaşılan müjdelere, doğumlara, düğünlere sevindiler, acılara ölümlere, hasretlere, yokluklara ortak oldular. Karşılığında, kısıtlı maaşları dışında ufak bahşişler, ikram edilen tatlılar ve bayram sabahı hediye edilen çorap, mendil, gömlekle, kurban eti ile yetindiler.
Posta servisi şimdi de var. Hep olacak da, ama onlar artık sık sık değişen, tanımadığımız, ortak hiç bir yanımız olmayan, toplu sözleşmeli posta dağıtıcıları. Ve eskisi kadar tebrik kartı getirmiyorlar.  Bayramın ilk günü telefonlar kilitleniyor, E-mailler taşıyorlar bu yükü. 


Arap harfleri ile İd-i said-i adhâ,[1] İd-İ said-i fıtr[2] yazılı tebrik kartlarına yetişmedim. Çocukluğumun tebrik kartları, postane civarlarında günlerce önce kurulan portatif sergilerde sunulurdu.  Ya mahalli fotoğrafçıların negatifi üzerine el ile “Bayramınız mübarek olsun” yazarak çoğaltıp sattıkları cami veya meydan kartpostalları olurdu.  Ya da renkli basılmış, Avrupalı Aktris resimleri. Veya yaldızlı bir elips ile çerçevelenmiş biri birileri ile tokalaşan, biri narin kadın, diğeri erkek elleri, çiçek buketleri... Pek beğenilen bir kaç tanesi veya kıymet verilen bir kişiden gelenler, uzun süre konsol aynalarının çerçevesine sıkıştırılarak teşhir edilirdiler. Kendi boyu zarfları ile servis edilen, arkaları kişiye özel ve el yazılı kartvizitler kullanılırdı. Sahibinin kimlere postalandığından habersiz olduğu iki, üç, dört yapraklı, pahalı basılmış, abartılı boyutlu, içine sekreter mesaisi ile zımbalanmış kartvizitler marifeti ile yapılan kâğıt israfına alet olunmazdı.
Çöpçüler, özel şirketlerin her gün değişen elemanları. Yakında Romanyalı veya Moldovyalılar gelirse hiç şaşırmam. Bayram sahnesinin birinci gün perdesinden bir tek davulcu kaldı değişmeyen. Ondan da ben şikâyetçiyim. Ramazanda davul sesi folklor değil zulüm oldu artık.
Yalnızca gazeteciler cemiyetinin yayınladığı Bayram Gazetesine esir olduğumuz yıllar geride kaldı. İyi de oldu. İlk sayfasında elle çizilmiş bir koç resmi, gerisi iki bayat haber, sayfalar dolusu tebrik ilanları ve duble fiyat...
Ordu geleneklere her zaman sahiptir. Sanıyorum şimdi de bayramlardan önce Genelkurmay Başkanının kıtalara bayram mesajı geliyordur.
“Bütün subay, astsubay ve eratın bayramını kutlayan, yakın illerdeki erata 1/3 oranında bayram izni verilmesini, diğer 1/3 ün şehir iznine çıkarılmasını, garnizonlarda kalanlara, eğlenceler tertiplenmesini ve bayram süresince yemeklerin altı numaralı cetvelden çıkarılmasını” içeren emirnamesi.
Levazımın 6 numaralı cetveli, et yemeği ve hamur tatlılı zengin bir menüdür. Halk arasında ziyafetlerin ardından kullanılan “yemekler altıdandı” deyimi buradan gelir.
Kurbanlık koyunlar birkaç gün evvelinden satın alınırdı. Evlerin Bahçelerinde, odunluklarında, ahırlarında beslenir, evin kadınları özellikle yaşlı hanımları tarafından okşanırdı. “Sırat köprüsünde kendisini taşıyacak” bu hayvanlara biraz da buruk bir şefkat gösterilerek...
Nişanlı kızlara bayramdan evvel iri ve gösterişli bir koç gönderilirdi. Boynuzları yaldızlanır, sırtı boyalanır, alnına bir ayna bağlanır, kurdelelerle süslenirdi. Hayvanın iriliği, özellikle taşıyamayacağı kadar kuyruğu, kız evine gösterilen itibarın ve oğlan evinin zenginliğinin ölçüşü de sayılırdı.
Bazı yörelerde koyunların sırtına kına yakılır. Türk kültüründe Kına’nın ayrı bir yeri ve kutsiyeti vardır. Koyuna kına yakılır, Allah’a kurban. Askere kına yakılır, vatana kurban. Geline kına yakılır, kocaya kurban.  
Arife günü ikindi ezanı ile toplar atılmaya başlar ve bayram süresince her namaz vakti tekrarlanır, son gün ikindiye kadar ve bu namazlarda fazladan tekbir getirilir.
“Nice bayramların sabah erken,

Göğü top sesleri ile inlerken

Söylemiş saltanatlı tekbiri.”[3]
Bayram namazı cemaatinde mahalleden olmadıkları hemen anlaşılan kasaplar namazı kılıp farz olan hutbeyi bile beklemeden ayaklanırlardı. Duvar dibine bıraktıkları zembili kapar evvelden söz verilen eve koşarlardı. Bu bereketli günde olabildiğince fazla sayıda kesim yapıp nafakayı doğrultmak için.  Sabahtan tuz yalatılan hayvanlar ailenin en yaşlısından başlayarak sıra ile kesilir, en yakın komşudan başlanarak da et dağıtımı yapılırdı. Kurban sahipleri kendi hayvanı kesilip de böbreği ızgara yapılıp getirilene kadar başka bir şey yiyip içmez, oruçlu olurlardı. Kesim bitince artıklar derin bir çukura gömülür, kelleler daha sonra sıcak demirci dükkânına götürülüp kızgın körükte kılları yakılarak “kafaları ütülenmek” üzere mahalle kedilerinden muhafazaya alınırdı.
Devamlı empoze edilen, Siyonist ve Amerikan kökenli hediye teatisi günlerinin rekabetine rağmen, bayramlar Türk piyasa ekonomisinin starter’ı olma özelliğini koruyorlar. Ülkede bir yılda kesilen hayvan sayısının ¼ ünün kurban bayramına tesadüfü bile yeter. Baklava ve tatlı üretimi ev hanımlarından ve mahallenin bu gereksinimi karşılığı geçimini sağlayan yetenekli hanımlardan baklava siparişi alan, sanayileşmiş tatlıcı dükkânlarına ve süper market reyonlarına kaydı. Gelir seviyesi ortanın üzerindeki sınıflarda giyecek gereksinimleri büyük mağazaların tenzilatlı satışlar dönemlerine endekslendi. Ama büyük bir kitle özellikle çocuklarının kıyafet ihtiyacını hâlâ bayram öncesi sağlamaktadır. Çocuklara Bahriye kıyafeti alma devri çok gerilerde kaldı. Bilmem şimdilerde, arife gecesi sabah saatlerine kadar elle döndürülen Sınger makinesinin başında çocuklarına yeni bir şeyler yetiştiren analar var mı?
Sabah erkenden yeni kıyafetini giymiş çocuklar cami önlerinde toplanıp babalarının namazdan çıkışını bekleyecek. Sair vakitler tek saf toplayabilen camiler ve önündeki caddeler bayramdan bayrama ve farklı şekilde kılınan namazın acemi cemaati ile dolup taşacaklar. Mezarlıklar her yaştan insanın doldurduğu ziyaret mahalleri olacaklar. Kısık sesle kıraat edilen Kur’an ayetleri birbirlerine karışacaklar. Belki hâlâ bir yerlerde muhtarlık önlerinde gün boyu davullar dövülecek, halaylar çekilecek. Ama semtin sempatik Tip’i Fahrettin yorgun düşene kadar oynayamayacak. Oda yaşlandı gayrı... Otobüsler, trenler, özel arabalar kalabalıkları ilden ile köyden köye, semtten semte taşıyacaklar. Artık kumbarası olmayan çocuklar bayram harçlıklarını dövize yatıracaklar. Ama bir şeyler sürerken bir şeyler değişecek.
İki üç gün önce başlayan ev temizliği, baklava yapımı, zeytinyağlı hazır yemek stoku.  Yatılı geleceklere oda, yatak hazırlığı, bayramlık giysilerin temizliği, ütüsü, çocukların yıkanması. Erkenden kalkış, kurban kesimi, kanlı bahçenin paklanması, etlerin taksimi, dağıtımı, öğlen yemeğine kavurma yetiştirme telâşı, kalan etlerin muhafazaya alınması. Kapıya gelen çocuk güruhuna şeker servisi, misafirlere hizmet, sofra kur, sofra kaldır. Giyin süslen ziyaretlerde bulun. Gene sofra, gene yatak, bir sele dolusu yıkanacak çarşaf, masa örtüleri, yeniden temizlik...
Yıl boyu her sabah tıraş, kravat, sıkıntılı trafikte saatler süren gidiş dönüşler... Bayram öncesi çarşı pazar, bilmem kaç kutu çikolata, şeker. Yoğun trafikte ziyaretler, vasıta sıkıntısı, park zorluğu, sık aranmadığı iddiasındaki yaşlı akrabaların sitemleri, hiç tanımadığın kimselerle ortak konu bulma çabası...
Bunlara karşılık yazlık evin terasında uzanıp yatmak veya tatil köyünün ısıtılmış havuzunda keyif, açık büfe, ulaşım ücretsiz ve dört taksit ya da dünyanın her yöresine ucuz turlar...
Yorgun ve bitkin insanlar. Özellikle çalışan hanımlar için bulunacak makul sebepler o kadar çok ki… Yaşlılar mı? Onlarda televizyonda bayram programlarını izleyip eski bayramlarını yâd ederek avunsunlar.
Bahçeli evler bir bir yıkılıp bloklara döndükçe semtlerin insan halitası da değişti Mahalleler daha homojen gelir guruplarından oluşur oldular. Kurban ibadetinin gerekçesi olan, et yedirilmesi ve gönüllerinin alınması gereken yoksullar dağıldılar, uzaklaştılar. Kurban sahiplerinin bunlara ulaşımı zorlaştı. O kişilerin et alma gerekçeli ziyaretleri ise şansa kaldı. Üç araç değiştirerek geldikleri “Bilmem ne beylerin seyahat da” olmayacağını kim garanti edebilir? Eli boş dönüş masrafını da katınca, maliyeti bile kurtarmaz.
Asfaltta, kaldırım kenarlarında, apartman bodrumlarında, banyo giderlerine kesilen, balkon demirlerine, elektrik direklerine asılan hayvanlar tepki çekmek yanında gerçek sıkıntılar verir oldular. Büyük marketlerde, toplu kesim yerlerinde, yardım derneklerinde, kesim ve parçalama servisleri oluştu. Hayır kurumlarının, vakıfların “parasını ver, gerisine karışma” esprili hizmetleri, yeni yönler yarattılar. Kan, vahşet, çığırtkanlıkları, Avrupa birliği kuralları, kurban vecibesinin gereksizliğini tartışmayı bile gündeme getirir oldu. Ömründe namaz kılmamış, bir sayfa ilmihâl okumamış Enteller(!) ahkâm keser, fetva verir oldular.
Bütün bunların ardından önce metropoller düştüler sonra da şehirler ve hatta kasabalar. Hacmi genişleyen kentlerde top sesleri duyulamaz oldular.
Sosyal gerçekler, geleneklerimiz ve dini örflerimizi korumaktan yana olanları birer, birer yuttular. Benim gibi direnen dostlardan bir kaçı daha bu bayram teslim olup cephe değiştirdiler. Değişim fırtınalarına hangi ağaç dayanabilmiş ki?
Bu sabahın rutin tatil günlerinden hiç bir farkı yok. Ne bütün gece komşu bahçelerden koyun melemeleri geldi ne de ızgara kokuları geliyor. Bahçe mi kaldı? Yıllardır bayram namazına gidemiyorum. Sabah kahvaltısından sonra şerbeti taze dökülmüş baklavadan yiyemiyorum. Çocukların hepsi başka yörelerde. Eli öpülmesi gereken yaşlılar her gün azalmakta. Bayramlaşılacak dostlar dünya haritasının her bir noktasına yayılmış. Dağıtılacak et yok. Koyun eti kokusundan hoşlanmayan gelinler burada olmadığından biraz kavurma yapıp yedik o kadar.  Birkaç da tanımadık çocuk kapı çalıp bayram parası istediler.
Artık bayramlar eskisi gibi değilmiş, ne gam. Kutlamak için önümüzde Anneler günü var. Babalar günü, sevgililer günü, çevre günü, yetim ördekler günü!
Deli’ye her gün bayram.”
Bayramınız kutlu olsun.

 

 






[1] Kurban bayramı kutlu olsun.
[2] Ramazan Bayramı kutlu olsun.
[3] Y.K. Beyatlı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...