YAŞLILAR İHTİYARLAR
Tıp ve sağlıklı yaşam koşulları
her gün yeni bir keşifle boy gösteriyor, gazetelerde TV’lerde. Yeni
keşifler, neler yememiz, neler yemememiz
hakkında o kadar çok ve farklı tavsiyeler var ki… Zeytin tanesinin üzerine zeytinyağı
dökmemekten her sabah bir bardak zeytinyağı içme önerilerine kadar…
Ama ortada bir gerçek de var; tüm
ileri ülkelerde olduğu gibi bizde de de yaşlı nüfus hızla artıyor. 60 yaş
üzerindekilerin şu anda yüzde 7 civarında olan oranı 2030’da yüzde 16’larda 2050’de
yüzde 23 olacakmış. Keza günümüzde 70 olan ortalama yaşam süresi on yıl sonra
80 yaşın üzerinde hesaplanıyor.
Kısacası
2030’lara gelebilenler etraflarında daha çok yaşlı görecekler, 2050’ye
ulaşanlar çok daha fazlasını. Gönül istiyor ki civarlarında ihtiyarlar değil,
yaşlılar daha çok olsun.
Söylemlerimizde
yaşlanmak ile ihtiyarlamak eş anlamlı kullanılıyor olsa da farklı mefhumlar.
İhtiyarlamak, eski deyimiyle kocamak tüm canlılar gibi insanlar için de fiziki
ve kaçınılması imkânsız bir olay. Altmışından
sonra hücre yapımındaki bariz yavaşlamaya karşılık yıkımdaki aşırı artış.
Organlardaki temel elemanların yerini bağ dokusunun alması, deride kırışıklık,
eklemlerde esnekliğin kaybolması, kemiklerin kolay kırılır hale gelmesi, gözde
ve duymada zayıflık, genel halsizlik, güçsüzlük ve bunların meydana getirdiği
çöküntü, hafıza ve intikal kaybı... Belki de bunların sonucu aksi, huysuz,
kaprisli, hatta çekilmez olmak. Geri dönüş yok, pişmanlığın faydası da.
Teselliyi şarkılarda aramanın dışında yapacak bir şey kalmıyor. Şükrü Tunar’ın
Hüseyni bestesindeki gibi;
“Geçti sevdalarla ömrüm, ihtiyar oldum bugün.
Ak pak olmuş
saçlarımla, bî-karar oldum bugün.”
Oysa
yaşlanmak, bu fizyolojik değişime rağmen yaşama arzusunu ve hayata bağlılığı
yitirmemek, üretkenliği elden bırakmamak, kocamamak ve geçmiş yıllara meydan
okuyabilmek gibi psikolojik bir olgu, bir moral değer.
Bir
de “ anılar yaşlıların bastonudur” diye biz söylem var. Hem anılara hem mekanik
bastonlara dayanarak yola devamda fayda var.
İhtiyarlamadan
yaşlanmak ne güzel. Nâdir de olsalar bu erdeme erişebilmiş kimseler var. Yakınlarda
yitirdiğimiz Cemal Kutay buna bir örnekti. İsmet Paşanın kırk yaşında ve
erişebileceği en yüksek makamlara geldiğinde bile İngilizce ’sini ilerletme
gayretini biliyoruz. Geç saatlere kadar buna çalışmasına kıyamayan annesine
cevabını da; “Anne, benim daha istikbalim var.”
Celâl
Bayar yüz yaşını aştığında bile hafızası yerinde ve belagati düzgündü. Mehmet
Barlas’ın bir yazısını hatırlıyorum, o günlerde onunla bir söyleşi yapmış.
Bayar ona Demokrat Partiyi kurma günlerindeki bir anısını nakletmiş.
Cumhurbaşkanı İnönü’ye yeni parti karşısında ne tavır takınacağını sormuş,
İnönü dinî, orduyu, üniversiteyi siyaseti karıştırmaması kaydı ile karşı
çıkmayacağını söylemiş. Mehmet Barlas’ın “Bunu yazabilir miyim?” sorusuna
Bayar’ın cevabı şöyle;
“Olmaz,
ileride bir kitap yazmayı düşünüyorum, orada kendim kullanacağım.”
Kişinin
biyolojik yaşı ile gerçek yaşı çok farklı şeyler. İnsan çevresinde kırk yaşında
çocuklar görebildiği gibi, on beşindeki olgun kişilerle de karşılaşıyor. Çağı
değiştiren, “doğunun ve batının imparatoru”
II. Mehmet (Fatih) İstanbul’u aldığında 21 yaşındaydı.
Yılları
durduramayacağımıza göre yaşlanmak ya da ihtiyarlamak; ikisi de mukadder.
Sadece hanımlar yaşlanmada, erkeklerden daha şanslı. Onların en uzun yaşı; otuz
dokuz ile kırk arasındaki on yılmış! En tehlikeli yaşı ise gözyaşı!
Genç,
yaşlı (ihtiyar değil) tüm dostlarıma
mutlu ve huzurlu bayramlar diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder