24 Ağustos 2019 Cumartesi

KAPALIÇARŞI YANGINI


KAPALIÇARŞI YANGINI



24 Ağustos 1958- 24 Ağustos 2019 Tam altmış bir yıl olmuş…

Kentlerin caddeleri olur ve Çarşısı.  Caddeler zaman içinde mimarileri, yerleşim şekilleri, trafik düzeni, yaşayanları ile devamlı değişime uğrar, parlarlar, sönerler... Çarşılar ise; yüzyılların kültür birikimini, örflerini, tarzlarını bağnaz bir sadakatle koruyan, tarihin kalıtlarını kendine has sesler ve kokularla yoğurup, sergileyen, ait olduğu kentin kişiliğini yansıtan canlı kesimler olurlar.Caddelerin gece gündüz durmaksızın sürebilen hareketliliğine karşı, çarşılar hep “Yeni gün - yeni rızk” felsefesindeki sakinleri gibi sabahın erken saatlerinde uyanıp akşamla kabuklarına çekilen, uykuya dalan tutarlı, mazbut mekânlardır.Yurdumuzda çarşılar eski şehirlerin genellikle merkezinde kurulmuş ve iskân mahallerinden soyutlanmış üniteleridir. Evler altında dükkân anlayışı sadece kendi yakın çevresine acil gıda maddeleri satan ya da basit tamir hizmetleri veren nadir iş yerleri ile sınırlıdır. Yeni tarz yapılaşmada bina altlarının iş yerleri olarak plânlanması ile kentlerin her yeri alışveriş mekânları olmuş ama Çarşı olamamışlardır.
Bursa’da Çarşı; tarihi kişiliği ile orantılı olarak ve çarşı hüviyetine sahip manada, ilk yerleşim merkezinin bitişiğindeki Tahtakele’den başlayıp Demirciler ve Sobacılar ile Gökdere’ye kadar uzanan bir akstır. Ama Çarşı denince, akla Ulucami kuzeyinden başlayıp dallanmış uzantıları ile Kayhan’a (Kayagân) kadar uzanan, içinde sayısız hanları barındıran ve Uzunçarşı diye anılan geniş alan gelirse de;  çarşı sözcüğü doğu batı yününde hafif kıvrımlarla uzanan arterin özellikle batı yöresindeki Kapalı (Örtülüçarşı) kısmı çağrıştırır.
Ben bu çarşıya 1956 yılında geldim. Ta Orhan Gazi’den başlayan taş kemerli yapılar ve sonradan sokak üzerleri ahşap çatı yapımı ile örtülü hale gelmiş; sadece Bursa’ya değil tüm ülkeye hitap eden bir alışveriş merkeziydi.
1958 yazında çarşıda ciddi bir onarıma girişilmişti. Tavan kaplamaları yenilendi, seyyar iskeleler kuruldu, bütün çarşı yağlı boya ile beyaza boyanınca hayret edilecek derecede aydınlandı. Ama boyacılar daha paralarının tamamını bile almamışlardı. 24 Ağustos, kavurucu, sıcak bir pazar günü, saat 14.15’te çarşının yandığı haberi geldi. 20 dakika sonra ulaştığımda örtülü kısım tamamen yanmış, Ulucami, Koza Han ve Açıkçarşı alevlerin tehdidi altında. Ulucami meydanında karmakarışık itfaiye hortumları, çaresiz itfaiye erleri, uzaklardan taşınılıp yığılmış ticari mallar, emniyeti sağlamakta yetersiz kalan az sayıdaki polis ve bekçinin gayretleri, şaşkın veya dövünen insanlar... Üst kapısı henüz açık olan Koza Han’a girdim. Alevlerin sirayetini önlemek için iyi bir isabetle kapatılmış ağır ön kapının iç yüzündeki kalas kaplamalar tamamen yanmış, akkor hale gelmiş dövme demir kapı yarı şeffaf, arkasındaki yalazalar seçilebiliyor.
Yangın, çalışmakta olan bir ciltçinin devrilen gaz ocağı yüzünden sahaflardan başlamış; Sentetik tutkallar olmadığından ciltçiler ve marangozların iç içe, özel iki kap içerisinde benmari yöntemiyle boncuk, jelâtin tutkal kullandıklarını hatırlatmamam, bilmem gerekli mi?
Yanıcı kâğıt malzeme, aktar dükkânlarındaki benzol neft, türevleri, yoğunluktaki tekstil ürünleri, alevleri bir hortum gibi çekerek hızla öbür başa taşıyan, yeni boyanmış ahşap, kemer çatı ve çok sıcak, kuru hava sayesinde birden genişlemiş. Çarşıbaşı’ndaki Aktar Kemâl Beyin deposundaki yağlı boya kutuları ısının etkisi ile patlayarak alev şarapnelleri halinde uzak mesafelere dağılmış, yangını çeşitli odaklara yaymışlar.
Belediye itfaiyesi dışında,  Merinos Fabrikası, Hava alanı, civar kaza ve komşu il itfaiyeleri, Çanakkale ve Gölcük’ten donanma araçları, İstanbul’dan özel bir arabalı vapurla sevk edilen Tevfik Himalâya komutasında gelen yardım, İstihkâm ve Hava Taburunun birlikleri hızla genişleyen alanı kontrolde aciz kaldılar. Bütün güçler yangının Açıkçarşı ve Ulucami’ye atlamasını önlemeye yönlendirildi; ancak gece yarısından sonra İstihkâm birliklerinin kullandıkları tahrip kalıpları, geniş caddeler ve yangın duvarlı betonarme yapıların etkisi ile kontrol altına alınabildi. Uludağ’a kül yağmış, İstanbul’dan Kartal, Yakacık sırtlarından alevler gözlenebilmiş.
Koza Han, Fidan Han, Ticaret Odası, Cumhuriyet Caddesi, Pirinç Hanı, İtfaiye binası, (günümüzde Zafer Plaza) Atatürk Caddesi, Ulucami’nin sınırladığı çemberin içindeki bütün dükkân ve hanlar, Atatürk Caddesi üzerindeki iki üç apartman müstesna, bir kısım ev tamamen yandı. Cumhuriyet Caddesi, Koza Han avlusu Ulucami meydanındaki çınar ağaçları, Ulucami minaresi içindeki ağaç direkler sıcaktan kavruldu.
Ertesi sabah girdiğim yangın alanında sadece horasan kemer ve tonozlar kalmıştı. Orhan Gazi’den bu yana gün ışığı görmemiş kuytular ve önlerinde ikişer metrelik ahşap çıkıntıların yanması ile genişleyen çarşı adamakıllı aydınlanmış, ürpertici bir sessizliğe bürünmüştü. Yerini güçlükle tayin edebildiğim dükkânımızın zemininde sıcak küllerin arasında sadece yanık bir makas bulabildim. Zarar çok büyüktü. İşyerlerinde sigorta alışkanlığı yoktu, olanlar çok düşüktü. Büyük çapul ve yağma olayları olmuştu. Kötü niyetli kimseler bir yere yığdıkları ganimet mallarını, sahipleriymişçesine temin ettikleri arabalara, muhafazaya görevli bekçi ve askerler marifeti ile yükletip yok olmuşlardı. Kuyumcuların muhkem kasaları içindeki elmas ve inciler kül olmuş, altınlar eriyip külçeleşmiş, kâğıt para tomarları dokunduğunuzda dağılıp toz olan desteler haline gelmişti. Üç bin civarında işyerinin sahip ve çalışanları, mekânsız, işsiz, gelirsiz kalmışlardı. Yangınla direkt ilgisi olmayan insanların dikilmek üzere terzilere verdikleri kumaşlar, İstanbul ve Bursa tüccarlarının alacakları, devletin vergi gelirleri, hocam Çamur Şevket Bey’in ciltlenmek üzere bıraktığı kitapları, ilin ticari potansiyelinin bir kısmı, kısa bir sürede yok olmuştu. Çarşı, pazar günleri açılmadığından can kaybı olmadı. Sadece tahrip kalıbı kullanan bir istihkâm astsubayı kaza ile bir kolunu kaybetti.
Hemen bürokrasinin gerekleri başladı. Teker teker Ticaret Mahkemesine müracaatla işyerimizin yandığına dair yangın mahallinde tespitler yaptırdık; mahkeme harcı ve bilirkişilere onar lira olarak takdir edilen ücreti ödeyerek. İtfaiye kumandanı rahmetli Ahmet Bey her tespitte değişmez bilirkişi idi. Her felâketin ardından olduğu gibi siyasiler geldiler, demeçler verildi, her yerden yardımlar aktı. Ve her olayda olduğu gibi bu yardımların nerelere harcanıldığı hiç bilinemedi. Sadece ilk iki hafta çalışanların yarım haftalıkları Kızılay tarafından ödendi. “Allah devlete millete zeval vermesin” bir yıla kalmadan belediye tarafından boş alanlara yaptırılan geçici dükkânlar kura ile tevzi edilip rayiç bedelleri ile yangın zedelere kiralandı.
Şehrin ticaret aktivitesi, Atatürk Caddesi, Açıkçarşı ve Ticaret Odası karşısında yarı yanıp acele onarılan sayılı yerlere kalmıştı. Çarşıya bakan üst kattaki bir iki yazıhane dışında hasar görmemiş olan Koza Han ve avlusu yangın zedelerin toplanma mahalli olmuştu. Gidebileceği işyeri kalmayan esnaf her sabah buraya gelir, borçlular ve alacaklılar birbirilerini burada bulur, söylentiler ve çözümler burada üretilir oldu. Dönemin iktidarı tarafından tüm alanın istimlak edileceği ve yeni yapılacak çarşının yandaşlara verileceği söylentileri büyük bir huzursuzluk ve endişe yaratmıştı. Bu böyle kışa kadar devam etti.  Derken 27 Mayıs 1960 ihtilali geldi ve bu söylenti geldiği gibi yok oldu. 
24 Ağustos 1959 günü saat 14.15’de bütün esnaf ve mülk sahipleri yangın alanında, dükkânlarının önünde dikilerek andık bu buruk acıyı…
Askeri birliklere temizletilen yangın sahasına beş yıla yayılan bir sürede, Belediye Mimarı Emin Canpolat Beyin denetimi, mal sahiplerince kurulan dernekler marifeti ve inşa bedeli kendilerince ödenerek, çarşı ve hanlar peyderpey yeniden yapıldı. Resmî şuyûlandırma yapılmayıp, arsa sahipleri aralarında anlaşarak ada parsel ve cadde tanzimlerinde biraz düzeltmeler sağlandı. Yanılmıyorsam sadece Bedesten ve Orhan Hamamı vakıflarca restore edildi ve ne gerek varsa, burada oluşan alan Aynalı Çarşı diye adlandırıldı.
Çarşı, yine Emin Beyin proje ve plânlamasıyla, eski kavisi düzeltilerek ve bir alt çarşı ilâvesiyle yapıldı. Üst çarşıda dükkânlar çift kat olarak yapılandı. Ana cadde modern yapı hatlarıyla, klâsik Türk mimarisinden farklı tarzda, ahşap kaplamalı demir konstrüksiyon bir çatı ile örtüldü. Arakiyeciler, Bedesten etrafı, İvaz Paşa, Gelincik, Sipahi çarşıları, Bakırcılar, Keresteciler, Köfüncüler, Çıra Pazarı, Ulu Cami Medresesi, Kapan Han civarı; dış yüzleri tuğla sıralı kefeki taş kaplamalı, Osmanlı-Selçuk kemerli, kirpi saçaklı, arkaları beton karkas olarak düzenlendi. Hanlar orijinal mimarisine uygun restore edildi
Ana cadde esnafı Ulucami Meydanı ve belediye önünde yapılan geçici dükkânlara dağılmıştı. Çarşının yapımı ile büyük bir kısmı eski yerlerine, eski iş kollarına döndüler. Aktarlar yoktu, sahaflar da…  Bir daha ele geçmez el yazması kitaplar ve özgün kokular da…
Ama mimarisinden üslubuna kadar her şey değişirken kendine has kişiliğini ve tarihi havasını korumuştu. Aktar Cavit’in Arakiyecilerbaşından yaydığı karabiber kokusu, aşina sesler ve renkler armoniyi tamamlamaya yetiyordu. Yangın büyük gücüne rağmen her şeyi yok edememişti. Bugün geriye dönüp bakıyorum; tam altmış yıl geçmiş. O gün doğanlar orta yaş sınırını zorluyor. O zaman ellili yaşlarını sürenlerden kimse kalmamış. Zaman, içine aldığı her şeyi eritebilen tek kimya olarak, acılar, kayıplar, zararlar, zorlukları unutturmuş.
1970’ li yıllarda kronikleşen enflasyon, altını ziynet eşyası olmaktan çıkarıp günlük yatırım enstrümanları arasına soktu. Altın lira ve kuyum ürünlerinin çok sık el değiştirmesi, iş sahibine hem alışta hem satışta para kazandıran farklı ticaret yapısı değişimi başlattı. Birikim sahibi güney-doğulu bu meslek erbabının anarşik nedenlere dayalı hızlı göçü, mekânlara ödenebilen yüksek bedel ve kiraların cazibesi, manifaturanın yok olma süreci ile birleşince ana caddedeki iş yerleri hızla kabuk değiştirdi. Döviz alım satımının serbest bırakılması ile döviz büfeleri de bu furyaya katıldılar.
Ve 1990’ların sonuna gelindiğinde ne tarih kaldı, ne arasta düzeni. Ne aşina müşteriler, ne eski komşuluklar, ne de geçmişe vefa... Açıkçarşı ve Okçular hâlâ sadakatle direnmeye çalışıyor. Evvelce avukat yazıhaneleri olan Koza Han üst katı, eski çeşitleri satmasa da ipekçiler çarşısı oldu. Bu dahi teselli verici.
Bakıyorum, yangın öncesinden çarşıda kalanlar hiç yok. Çok büyük bir kısmı rahmetli olmuş, başka iklimlerde veya artık çarşıya uğrayamayacak kadar yaşlı ve güçsüzler.  Çok az sayıda ikinci ve üçüncü kuşak yerini koruma mücadelesinde.
Çarşı şimdi eskisinden daha varlıklı ve daha hareketli. Ama varlık sararmış sayfalara yüklenmiş göz nuru kültür hazinelerinde, kozanın dört haftalık fedakâr ömründe değil; altının acımasız zenginliği dövizin ruhsuz dünyasında. Kapalıçarşı, çarşı olma kimliğini ve hasletlerini yitirmiş. Şerbetçiler ölmüş, ayran şişede, su böreğinin eski tadı yok...
“Leylâ gelin olmuş, Mecnun mezarda.”

·         Yangının ellinci yılında Bursa Olay Gazetesi Bursa’da yaşam ekinde kısmen yayımlanmıştır.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

                                                                              CEMİL  BUBİK                                                  ...